27 Aralık 2022 Salı

güneş

 




böyle güzel batamazsınız güneş bey....artık iyiden iyiye hava soğudu burada. özellikle akşamları buz gibi oluyor. bu hafta sonu ve bugün hep yollarda geçti. yoruldum. fonda da yüzyüzeyken konuşuruz "sen varsın diye" çaldı. bu aralar hep kafamda bu şarkı çalıyor. keşke hep sen olsan/olsaydın. 
 

23 Aralık 2022 Cuma

momentos

 as bayrakları as as.....kaç gündür yazıcam hep araya bir şeyler girdi...biraz geç oldu ama sevgili momentos benim blogu 34. hafta konuğu olarak sayfasına konuk etme inceliği gösterdi. dinlemek isterseniz -instagram olsa linki yukarı kaydırın derdim ama burada işler böyleli- şuraya tıklıyorsunuz. 

insanın yazdıklarının birileri tarafından beğenilmesi, hele de başkalarına tavsiye edilmesi çok gurur verici ama aynı zamanda da çok utandırıcı. momentos'un kaydını dinlerken bilgisayarın karşısında kulaklarıma kadar kızardığımı hissettim. ileride çok ünlü olunca sahnedeki konuşmaları nasıl yapacağım hiç bilmiyorum (ne yaparak ünlü olup, sahnede konuşma yapacağıma dair hiçbir fikrim yok bu arada ya neyse...bu da yeni yıl dileğim olarak bir kenarda dursun). 

15 Aralık 2022 Perşembe

amcam

 beyaz takım elbisesinin içine giydiği siyah gömleği ile dans pistinde uzun boyu ve iri yarı cüssesinden beklenmeyecek bir narinlikte ve çabuklukta, kendisinin yarısı kadar olan Cyndi Lauper saçlı 2 numaralı yengemle dans pistinde kıvrak figürler sergileyen amcamı dehşettengiz bakışlarla izlerken bizim sülalenin damarlarında dolaştığından adım kadar emin olduğum hafif çatlaklığın kendisinde vücut bulduğuna ilk kez o zaman emin oldum. 

hard diskimdeki anıları şöyle bir karıştırdığımda baba tarafı ile ilgili hatırladığım en net şeyleri, babaannemin izmir'deki insanı "her gün işten gelince mutlaka bir tek atarım" noktasına getirecek muhteşem deniz manzaralı kocaman evi, televizyonun ve telefonun üstündeki örtüler, televizyonun altındaki camlı dolapta duran halalarımın, annemle babamın ve amcamın fotoğrafçıda çekilmiş birbirinden kitsch (ben çocukken bile kitsch) olan düğün fotoğrafları, loş arka odaların garip kokusu ve oradaki somyalar, koridordaki tel raflarda duran ne zaman babaanneme gitsek mutlaka karıştırdığım dergiler ve kitaplar, biz gelince babaannemin "size yemek yapacaktım ama daha kıyma çözülmedi" bahanesine annemin sinirden sıkılı dişlerinin arasından "önemli değil, ayarlarız bir şeyler" diyerek mutfağa girmesi (daha sonraları ne zaman izmir'e gidilecek olsa annem yemekleri bizim evde yapıp, plastik kaplara koyup, yüklendi gitti babaanneme), amcamların sanki yemeğin kokusunu km'ler ötesinden almış gibi bizim sofraya oturmamızın hemen öncesinde gelmeleri, amcamın o gür sesi ile "abiiii, yengeee, oooo yeğenlerim de gelmiş" diye antreden salona geçişi, annemin biz hariç orada bulunan herkese gıcık olması sebebi ile kardeşimle benim onların gelişine duyduğumuz sevince kızması, yemek kahve faslından sonra havadan sudan konuşurken, şimdi nedenini hatırlamadığım bir konudan seslerin yükselmesi, daha da yükselmesi, gittikçe yükselmesi ve milletin birbirine girip, amcamla yengemin fırtına gibi evden çıkmaları ile bayram ziyareti kapanışının yapılması ve bizim orada geçireceğimiz artık bir gün iki gün her neyse onların da çıkan kavganın bin bir çeşit farklı kritiğinin babaannem ve babam ile yapılması, babamın sinirden morarması, annemin olaylara müdahil olmamak adına sus pus olması ama o ev ortamında kendini kapana kısılmış gibi hissettiğini, koltuğun bir köşesine sinirden kasılmış bir halde büzülerek oturması ile yansıtması ve daha neler neler oluşturuyor. ancak sezarın hakkı sezara amcam tam film adamdı. 

"film adamdı"....-di'li geçmiş zaman kullandım çünkü bugün kendisinin gerçekten -di'li geçmiş zaman olduğunu öğrendim. meğer 2,5 ay önce kanserden kaybetmişiz amcamı. 

her ölüm haberini aldığım zamanki gibi yine aynı şey oldu...ölüm haberlerini alınca bende önce, sanki bana "bakkalda ekmek kalmamış"denmiş gibi geliyor. "hmmm tamam" diyorum, hayatım normal akışında devam ediyor ya da o an ne yapıyorsam devam ediyorum ama hissediyorum hard diskin bir yerinde ara yüzde bir yerlerde bir şey çalışıyor. bugün de haberi alınca yine böyle hissettim, ne zaman ki işler bitti, gün bitti, amcamın -di'li geçmiş olduğunu ve üzerinden 2,5 ay geçtiğinin vehametini biraz anlayabildim. 

yani artık bu dünyada ortaya sadri alışık, arif susam, çokça öztürk serengil karması yapılmış az biraz da nuri alço (giyim tarzı olarak- beyaz takım içine siyah gömleği bir amcam bir nuri alço giydi benim bildiğim) sosu katılmış, halamdan borçlarını ödemek için aldığı parayı yol üstünde gördüğü pembe flamingolu gömleğe ve yeşil pantalona yatıran bir amcam yok. inanamıyorum...düşündükçe yok olması daha da bir tuhaf geliyor. babam yaşarken de o gittikten sonra da bizim için hep bir var bir yok olan ama ne zaman görsek illa olmadık bir şey yapan bir amcaydı ama sonuçta babamdan kalan bir şeydi. 

bu gece aslında neye üzüldüğümü bilemiyorum; babamın anılarının gittikçe yok olmasına mı, yakın ya da uzak bir şekilde kan bağım olan insanların teker teker gidiyor olmasına mı, hiçbirine babama bile veda etme şansım olamamasına mı...bir sürü bir sürü şey geçiyor şimdi kafamdan...kalbim acıyor. 

6 Aralık 2022 Salı

salı



"..Bu durumdan kimse kimseyi ya da kendini sorumlu, suçlu saymasın, çünkü suç yok, yalnızca ırmağın akışına bir müdahale söz konusu! Her anın niye'sini sorgulayan bir varlığın saygısızlığını yok etmek için kararlaştırılmış bir eylem bu!...

...Kuşlar ölünceye kadar iyi bakınız onlara."


nilgün marmara bir salı günü bu hayata veda etmeyi seçmiş. yukarıdaki satırlar da ardında bıraktığı mektuptan alıntı. 

şu cümle çok hoşuma gitti: "ırmağın akışına bir müdahale söz konusu". bilerek ve isteyerek ırmakta debelenmekten vazgeçiş, çok büyük cesaret işi. bazen oturup düşünüyorum, bu kadar gözü kara olmayı nasıl beceriyorlar diye. ne kadar zorlasam da bu kadar gözü kara olamıyorum ama günün birinde olur da bu gözü karalık mertebesine erişecek olabilirsem, ardımda bırakacağım mektubun tek satırı olur herhalde: 

"Kediler ölünceye kadar iyi bakınız onlara"


2 Aralık 2022 Cuma

yhn 8 / evim


 *yavaş yavaş minnak evimi kuruyorum. insanın bir yere tam anlamıyla evim diyebilmesi bazen ne kadar zor oluyormuş. hele benim gibi bir kaç takıntısı varsa kişinin, "evim" diyebilmek çok kolay olmuyor. benim bu minnak daireye "evim" diyebilmemi bir halı sağladı. fayans tantanası bittikten ve geçen pazar gününü fayans ve ev silerek geçirdikten sonra mutfak/salonda oturmuş çayımı yudumlarken niye buraya evim diyemediğimi hala bir büroda kalıyormuş gibi hissettiğimi bulmaya çalışırken bütün bu hissettiklerimin sorumlusunun halısızlık olduğunu farkettim. olanca yorgunluğuma rağmen yüreğimin götürdüğü mağazaya gidip (zaten totalde gidebileceğim üç mağaza var; birine gitmiştim, diğeri çok uzak geldi eve en yakın olanında da şansım yaver gitti) istediğim halıları bulup mutfak / salona serince evim eve benzedi. şimdi duvara bir kaç resim de asarsam ve lambamı da kurarsam sanırım burası o kadar içime sinen bir yer olacak ki hiç dışarı çıkmayacağım. 

*yaş almak, "koşa koşa eve gitmek isteği ile yanıp tutuşmak" demek herhalde. çok sıkılıyorum dışarda artık. biran önce eve gideyim de koltukta olmadı yatakta yayılayım istiyorum. evde olunca benden mutlusu yok. bir yere gitmeyi de eve dönebilme ihtimalim ve o eve dönüş mutluluğunu yaşayacak olduğum için seviyorum. 

*"asansörden inse insan iyi günler deyiverir

bir çingene gül uzatsa tatlılıkla geri verir

boşluğuna kaçarken bir vedayı yapamayan

senin gibi adamlara çok sevilmek ağır gelir" / şenceylik 

evdeki keyif anlarımın son keşfi Şenceylik'in "Kırıldı Vazo" şarkısı. buradan bir tıkla dinlenebileybıl. seneye benim spotifywrapped2023 listesinin en çok çalan şarkısı olacak gibi duruyor bu şarkı (bu seneki spotifywrapped2022 şarkısı buydu: Jabbar "Cesaretsizce Olmuyor" / spotify'in dediğine göre döndüre döndüre dinlemişim. doğrudur bu beyefendinin sesinin hastasıyız) ne güzel sesler ne güzel şarkılar yazıyor yahu. keşke şarkı söyleyebileybıl olan bir kişilik olsaydım. neyse eksiğimiz bu olsun. 

*fotodaki karga heykeli de bu haftasonunun keşiflerinden. çarşıda bir çok karga heykeli varmış da haberim yokmuş. "bakmakla görmek" arasındaki farkı tekrar hatırladığım bir hafta sonu oldu dinimiz amin. 

25 Kasım 2022 Cuma

benzettiler


 "insan itiş kakışlar, iniş çıkışlar, kavgalar kırılmalar arasında dolaşıyor ve bunu normal saymaya başlıyor bir noktada, sanki başka türlüsü olmazmış gibi.

Kalbi her kırıldığında, gözünün içine baka baka söylenen her yalanda, hiç konuşmasa da duyulmayı umduğu ama bunun olmadığı her seferinde, birine güvendiğine her pişman olduğunda, kimsenin kendisini üzmesine izin vermemek için sanki hiç umursamazmış gibi durmaya çalıştığı her anda, 'unutmayın ki bana hiçbir şey olmaz' diye her şakaya vurduğunda değişiyor bakışları, milim milim başka biri oluyor, her gün görünce anlaşılmıyor. Kendilerine benzetiyorlar, benzetemezlerse hepten hırpalıyorlar. "


sabah sabah hazreti instagram bu metni çıkardı karşıma şahane dizi eleştirileri yazan zeynepg13'un hesabında. zeynep hanım sanki "sen hiç yorulma ben senin için anlatıverdim işte o hissettiklerini" dermiş gibi çoook uzun zamandır (bir kaç yıldır diyelim) hissettiğim ama bir türlü anlamlandıramadığım şeyleri cuk diye anlatıvermiş. 

zeynep hanımın bu metni, türlü türlü nedenlerle hayatıma giren, girme çabası içinde olan sonra da karşıma geçip ya hayatımdan çıkıp gitmek için ya da "çıksa gitse mi? kalsa mı?" bir türlü karar verememişken bir güzel yalanlarını, bahanelerini hatta ve hatta benimle olan hesaplaşmalarını ve benimle ilgili öğrenince çok üzüleceğimi bildikleri şeyleri bile içlerinde tutmayıp, marifetmiş gibi ve çok doğal bir şeyi söylermiş gibi söyleyip geçip gidenlere olan kızgınlığıma bir nebze serin su serpti ama ne yazık ki hepsi ile hesapları kapatmak ve yüzleşmek mümkün olmayacak. neyse bu işi de bu işlerin ustası karmaya bırakmak en iyisi. 

yhn 7 / çetele


*çoookkkk şeyler yazasım varmış gibi geldim buralara ama bir saattir yazıp yazıp siliyorum. artık yukarda yine hangi gezegen diğerine yan bakıp omuz atıyorsa olan bana oluyor. 

*tam "yerleştim, bir süre nurlu ufuklara güvenle bakarım artık" derken, kaldığım ev satılmaya kalkıldı zaten iş yerine de bir hayli uzaktı. mecbur yeni bir yer arandı tarandı. bir sürü kendini bilmez şuursuz ev sahibinin pahada ağır ama temizlikte sıfır evlerini mide bulantıları eşliğinde ziyaret ettikten sonra daha kapının açılmasıyla domestos kokusunun çarptığı bir daire ile aramda ilk görüşte aşk yaşandı. böyle bir karşılaşma son zamanlarda başıma gelen mucize minvalinde bir olaydı. hayli tantanalı bir kiralama sürecinden sonra (mecalim olursa bir ara anlatırım onu da şimdi hiç canım istemiyor) "domestos eve" kendimi attım. bu hafta planım şöyle foşur foşur bir temizlik yapıp hem kendimi rehabilite etmek hem de evi yaşanabilir kıvama getirmekti ama gel gör ki ben planlar yaparken yukardaki başka planlar yapmaktaymış çünkü "şu gün şunu, bugün bunu yaparım" derken banyodaki fayanslar, artık banyo fayansı olmak istemediklerine karar verip kendilerini duvardan aşağı bırakıp kariyer değişikliğine gittiler. banyo fayanslarının bu beklenmedik isyanını haber alan evsahibi, tüm banyoyu tekrar hizaya sokmaya karar verince benim yerleşme işi bu haftalık da kaldı. bir kaç gün yine göçebe gibi dolanacağım. 

*son zamanlarda yine fazla mindful oldum herhalde çünkü geldiğimden beri tüm olan bitene her ne hikmetse buda sabrı ile yaklaşabiliyorum. hayırdır inşallah.

*şu hayatta bir Aladdin çıkıp gelse ve dese ki "bir yazar seç, seni onun yerine geçiricem"...tereddütsüz Elif Key olurdum. ben çetele tutmayı bırakmışken, o "Çetele" tutmaya başlamış. artık bol bol okur, kah gülerim kah ağlarım. 

26 Ekim 2022 Çarşamba

yhn 6 / külkedisi

 





* kaşla göz arasında bir ay doldu...hatta altı gün bile geçti üstünden...bir bakıcam bir sene olacak, serçe ürkekliğinde gitmekle kalmak arası arafta yaşadığım bu adanın bu enteresan şehrinde. zaman garip bir şey...duruma göre az ya da çok, uzun ya da kısa tanımı değişiyor. 

*en son yazdığımdan bu yana bol bol güneşi doğurdum. buralarda bir türlü bitemeyen yazın keyfini bir de bu şekilde çıkarayım dedim. madem 100 metre yürüyünce denize ulaşıyorum; güneşi sabah serinliğinde güzelim kumsalda karşılamayanı da döverler bence. 

*yine ceza yedim. bu sefer iskele emniyetine haftalık olağan bağışımı yaptım. bin tl'yi bir güzel ceplerine indirdiler. demek ki neymiş tilkilerin kuyruklarını bağlamaya çalışırken direksiyon sallamayacaksın kardeşim; sonra çembere (göbek'e demek istiyorlar) 80km hızla girdin diye yersin cezayı. 

*geçen haftasonu girne'ye gittim. giderken o sıkıcı lefkoşa yolundan gitmeyeyim de bakalım ne kadarını hatırlıyorum diye geçitkale'den içeri girdim. vurdum kendimi önce ovaya sonra da dağa. çam ağaçlarının arasından kıvrıla kıvrıla dağ yolundan gidince yol sonunda denize vardı. çok seviyorum sonu denize çıkan yolları. bundan sonra girne'ye giderken bu yolu kullanıcam ama akşam gidilmez. tek bir aydınlatma yok. korkunçlu bir yol olur geceleri. sanırım henüz o kadar delirmedim. bana belli de olmaz sırf atraksiyon olsun diye ya da "gece nasıl bu yol acaba?" diye meraktan da gidebilirim bir gece ansızın. 

*bu arada en sonunda kendi arabama kavuştum. bütçemin yettiği kadar minnak ve de yaşlı bir arabam var artık ama olsun ayağımı yerden kesiyor ve bağıra çağıra şarkı söyleyerek oraya buraya gidip gelebiliyorum ya bana yeter. rengi de kırmızı (geçen yazdan beri ne çok kırmızı şeyim oldu. daha önce hiç bu kadar kırmızı eşya yoktu hayatımda). yolları ateş gibi yakıcam benim yaşlı kızla. kesin bundan da ceza yerim. 

*tam nefret ediyorum buradan diyorum; biri, bana bir hoşluk yapıyor ya da hiç farketmediğim bir şeyi gösteriyor bu şehirde. geçen hafta bu adada oldukça eski olan bir arkadaşım beni görmeye, atladı geldi girne'den (hayat, çok enteresan şekillerde, yaşantımıza bir şekilde dahil ettiğimiz kişilerin, bize ne kadar değer verdiklerini, vermediklerini ya da veriyormuş gibi yaptıklarını gösteriyor. tabii eğer görmeyi becerebilirsek; orası da ayrı bir konu) ve bana hiç bilmediğim ve o olmasa bilemeyeceğim bir mağusa'yı bir parça gösterdi. "amaaan eski şehir diye" burun kıvırdığım sur içinde neler neler varmış meğer...görmeyi bilene lezzetli kokteyller yapan barlar, lezzetli balık lokantaları ve de muhteşem bir butik pansiyon varmış. resmen ağzım açık kaldı ve bakış açım değişti. "vay be" dedim "bu gargacıların kentinde ne cevherler saklıymış". 

*bu "gargacı" muhabbetini de yine bu arkadaşım anlattı. meğer 67-70 arasında olaylar iyice kızıştığında mağusa halkı şimdi sur içi dediğimiz bölgede kuşatılmış. günlerce surların içinde kalan halk bir süre sonra yiyecek sıkıntısı çekmeye başlayınca protein ihtiyaçlarını kargaları avlayıp yiyerek karşılamışlar. ondan buranın halkının ismi "gargacılar" olarak kalmış. surların tam karşısında bir yerde koskocaman bir karga heykeli var. beni de buraya bu gargacılar çağırmadı mı zaten? kan çekti kesin. 

*geçen haftaki bu sürpriz turistik gurme programından sonra mağusa bana külkedisini hatırlatmaya başladı. havalı ve dikkat çeken ablalarının (girne ve lefkoşa) yanında sönük, sıradan ve hiç dikkat çekici olmayan külkedisi özünde ablalarına on basar ama ihtiyacı olan bir peri ve sihirli bir değnektir. aynı şekilde mağusa'ya da bir sihirli değnek lazım. işte o zaman şımarık girne'ye ve onun yancısı lefkoşa'ya on basabilecek. 

*geçen seferkinden farklı olarak hiçbir eşya getirmeyince; çok az parça ile idare edebilmeyi öğreniyor insan ve bir sürü şeye hiç ihtiyacı olmadığını anlıyor. ne fazla kıyafete ne de fazladan eşyaya ihtiyaç var aslında. bir gün birisi "ıssız bir adaya gidecek olursan ne alırdın yanına?" diyecek olsa (aaaa e ben gelmişim zaten ıssızdan hallice bir adaya...şimdi yazarken farkettim); o zaman şöyle değiştireyim: bir yerde yeni bir hayata başlayacaksanız ve "yanınıza üç eşya alacaksın" deseler bence çengelli iğne, süzgü ve çaydanlık alın. gerisine hiç gerek yok. 


11 Ekim 2022 Salı

yhn 5 / görücü


mağusa / magosa / famagusta'da yaşamak görücü usulu birisi ile evlenmek gibi. hani falancanın gelecek vaad eden bir oğlu, filanca ailesinin de hamarat kızları vardır ve bilumum akrabayı talükat bu iki genç insanın izdivacını pek münasip görmüşlerdir. türlü allem kallemlerle bu iki genç insanı duruma göre çay bahçesinde ya da pastanede (sanırım şimdi instagram hesapları üzerinden) bir araya getirirler ve işler yolunda giderse, bu iki birbirini pek tanımayan insan en iyi ihtimalle bir ömür poliüretan (ne olduğu ile ilgili en ufak bir bilgim yok; sadece yatak satarken bu kelimeyi çok kullanıyorlar) vücudun şeklini alan ergonomik yataklarında yataş yastıklarına baş koymaya karar verirler. doğru dürüst tanımadığın biri (hoş bir insanı tanımak ne kadar mümkün ki şu hayatta?) ile koskocaman bir ömür geçirmeye niyet etmek oldukça cesaret gerektiren bir şey olsa gerek ama bir o kadar da heyecanlı olabilir çünkü karşında canlı bir puzzle var. her gün neyi neden yaptığını, alışkanlıklarını, neyi neden sevdiğini / sevmediğini, kahveyi nasıl içtiğini, yemek yerken ağzını şapurdadıp şapurdatmadığını, çatalı ön dişlerine çarptırıp çarptırmadığını, çoraplarını veya iç çamaşırını her gün değiştirip değiştirmediğini, hastayken sana bir tabak çorba pişirip pişirmeyeceğini kısacası insani melekelerinin ne kadar gelişip, kadın ya da adam odunluk seviyesinin de ne kadar olduğunu anlamaya, tanımaya çalışacaksın. 

magosa'da yaşamak da işte böyle bir şey. kimine göre "ay girne ve lefkoşa'ya göre harika bir yer", kimine göre bir türlü gelişememiş, yazık olmuş bir bölge. bana göre ise yukarda anlattığım gibi görücü usulü ile evlendiğim biri gibi bu şehir. pek içime sinmemiş ama "oldu bir kere işte" diyip kaderin bu gafil hamlesini nasıl göğüsleyeceğini bilemeyip, daha evliliğinin birinci haftası dolmuşken meyhanenin en dip köşesinde en yakın arkadaşı ile demlenen, gamlı yeni gelin gibi hissediyorum. arkadaşım yeni damadın türlü iyi özelliklerini bana anlatıyor ama ben ufuklara bakıp, rakımdan kocaman bir yudum alıyorum. fena değil aslında diye düşünüyorum. hiç beklemediğim anda hoşuma gidecek şeyler yapmış mesela eve geldiğimde akşam yemeği olarak enfes bir gnocchi pişirmiş olan, kalbimi hoplatmayan, az biraz tanıdığım sürprizli görücü usulü koca gibi ummadığın anda ummadığın şeyler çıkartabiliyor bu sıradan şehir. mesela hafta sonu şehir merkezinde (aslında şehir merkezi diye bir yer yok; kısa uzun arası bir cadde var; herkes ve her şey orada) gezerken ara sokakların biri bir gölete ve gölette dikilen flamingolara çıktı. benim gördüğüm tek flamingolar yıllar önce Miami Vice'ın jeneriğindeki flamingolardı. gerçi bunları da biraz uzaktan gördük ama olsun. orda bir flamingo sürüsü var uzakta, onlar Magosa'nın flamingoları. sonuçta puzzle'da keşfedilmeyi bekleyen parçalar var daha. böyle böyle birbirimize alışacağız gibi gözüküyor ilk görüşte aşık olmadığım, görücü usulünden hallice bir şekilde gelip konduğum bu şehire. 

6 Ekim 2022 Perşembe

iyi ki

 


5 Ekim...doğum günüm...

bu vesile ile kendime bir balkon konuşması yazmaya karar verdim. kazanacak bir seçimimiz yoksa doğum günümüz için kendi balkonumuzda kendimize balkon konuşması yaparız nolcak yani. hem herkese ve her şeye teşekkür ediyoruz da niye kendimize bir balkon konuşması ile teşekkür etmeyelim ki?

canım kendim,

öncelikle sana koskoca 46 yıl boyunca her alanda gösterdiğin çaba için teşekkür etmek istiyorum; "çabana sağlık kızım". genellikle topu gelişine vurmak sureti ile gösterdiğin çabalarında her zaman içinden geldiği gibi arka fonda bir plan program gütmeden, "kervan yolda düzülür mantığı" ile çoklukla da kendi kendini "yaparsın sen aslansın, kaplansın, göreyim seni, koçum benim" diye gaza getirip, çabaladığın her neyse, onu gerçekleştirmek için uğraştığın yolun yarısına geldiğinde, tek başına debelenip durduğunu ve kendinden başka güvenecek kimsenin olmadığını farkettiğinde bile devam etmek için gösterdiğin azim ve kararlılık için teşekkürler. 

bazen kapkaranlık bir yolda arabanın kısalarını yakarak ilerlediğini hissetmene rağmen inatla, kendi doğru bildiğini yapmak için kendi kendinin sırtını sıvazlayabilmeyi becerebildiğin için teşekkürler. 

her düştüğünde kendi kendine elini uzatıp kalkabilmeyi başarabildiğin, dizlerindeki yaralara rağmen "olsun yine de önemli olan yolda devam edebilmek", diyebilecek kararlılığı gösterecek motivasyonu bulabildiğin için teşekkürler. 

asıl büyük teşekkür kalbime olsun...

öncelikle sevgili kalbim, aklımın elinden tutup, ona her zaman iyiyi, samimiyeti, dürüstlüğü, sadakati ve dayanışmayı gösterebilmeyi başarabildiğin ve aynı zamanda bir kalp olarak sevdiğin her ne ise onun için her şeyi yapabilecek kadar gözü kara olmayı aklıma öğretebildiğin için teşekkürler. 

ancak bu kadar dik duruşa rağmen canım kalbim, hala naif, nazik, hesap kitapsız, olduğun gibi olabildiğin için; aynı zamanda da sonsuz sınırsız sevebilme umudunu ve yeteneğini ne olursa olsun kaybetmeyecek kadar cesur olduğun için ayrıca koskocaman bir teşekkür. 

canım kendim, sana sımsıkı sarılırım. iyi ki doğmayı tercih etmişsin yoksa bilumum antin kuntin işler bir müdürden mahrum kalacaktı. 

26 Eylül 2022 Pazartesi

yhn 4 / değilmiş(im)


 *bugün okulda oryantasyon vardı. çocikler yani yeni öğrenciler(im /imiz) geldiler. hepsinde böyle "üniversiteli oldum, hayatın tozunu bir attırıcam var ya, şaşıp kalacaksınız" havası. bilmesen feleğin çemberinden geçmişler de bir tur daha atmaya gelmişler sanırsın öyle bir afra tafra. tabii diyemiyorsun "yavrum bu havaların kime"; atıyorsun içine. zaten en güzeli her şeyi içine atmak. içimizde maşallah dipsiz kuyu at atabildiğini, yer çok her şey sığıyor. 

*akşam kokteyl verdiler, yeni dönem şerefine. ses düzeni berbat, değil rektör hocanın (burada rektöre böyle hitap ediliyor) söyledikleri canlı dinleti yapmaya gelenlerin çaldıkları da duyulmadı. rektör hoca kendine konuştu, kemancılar kendilerine çaldılar. hiç kimse ne bir şey duydu, ne de bir şey dinleyebildi. rektör hoca konuşurken yanlışlıkla "mikrofon bozuk herhalde" diyeceğime "rektör hoca bozuk herhalde" dedim ama sonra kendisi bizimle tanışmak için yanımıza geldiğinde söylediği hiçbir şeyi anlayamadık çünkü mute tuşuna basılmış gibi sesi hiç çıkmıyordu. bir an kendimi akvaryumda ya da denizin altında gibi hissettim, dudak hareketlerini görüyorum ama sesleri duyamıyorum. hakkaten bozukmuş rektör. 

*bugün Bay T.'nin göz kapağı ameliyatı vardı. çaktırmadan estetik yaptırmaya başladı ama hiçbirimize itiraf etmiyor. efendim neymiş göz kapakları o kadar gevşemiş ve düşmüş ki televizyon izlerken ışığı kırıyormuş, yazın sıcaktan göz kapaklarından terliyormuş. neyse göz onun kapak onun, nasıl rahat ediyorsa. bugün fazlalıkları aldırmış rahat etmiş. aradım geçmiş olsun diye; kapatırken "seni özledim" dedim; "bu kadar çabuk mu?" dedi. "aa neden ki?"dedim "ne bileyim dataların tezin vs ile uğraşırken beni özlediğini farkedersin sanıyordum biraz erken oldu" dedi. "yaw ben seni olduğun gibi seviyorum, datalar ve tez vs işin kreması"dedim. "hee" dedi "iyi o zaman. ben de seni ve yaptığın yemekleri özledim" dedi. bizimki de bir garip dostluk. ara tatilde gidince bir gnocchi yapayım da datalarımı kontrol etsin. 

*"çok yalnız bir insan olduğuma" dair saplantılı bir düşüncem vardır. bugün D. ile konuşurken kapatmadan önce "bak bir senenin sonunda, canın bir şeye sıkılır, üzülürsün, ayrılmak istersin ama gidecek yerim yok diye sakın düşünme, bana gelirsin, ben de adaya (Gökçeada / nedir bizim adalarla alıp veremediğimiz bilmiyorum) taşınmış olurum büyük bir ihtimalle, o zaman bakarız başımızın çaresine. ben varım merak etme" dedi. aynı şeyleri kardeşim de havaalanına bırakırken demişti; "git ama dönersen ıslık çal, bakarız bir çaresine". o kadar yalnız değilim / değilmişim galiba ya da ben ağlayayım diye yapıyorlar. :)))

*ne kadar çok "bugün" yazdım "bugün". 

25 Eylül 2022 Pazar

yhn 3 / davay davay

 



*dün akşam yeni iş arkadaşları ile kaynaşma toplaşması vardı. ben A. ile (ya bazen "dünya küçük" lafını doğrulayacak o kadar garip şeyler oluyor ki hayretler içinde kalıyorum. sen buraya gel, istanbul'da birlikte çalıştığın kişinin aile dostunun kızı senin yeni iş arkadaşın olsun. nassı bir iş bu böyle? kassam bütün tanıdıklarımın birbirleri ile olan bağlantılarını gösteren bir tablo çıkarırım kesin. bir boş zamanımda uğraşayım. antin kuntin işler müdürü olmak bunu gerektirmez mi?) ortak tanıdığımız olduğu için doğal kaynaşık olduğumuzdan bütün günü beraber geçirip sonrasında toplaşma mekanına gittik; neyse Z. ile başlayan mekana oturmuşlar, gittik bulduk yeni colleague'lerimizi sonra garson kız geldi, gecenin ilerleyen saatlerinde masalarda dansöz oynayacağı için burada oturmayı isteyip istemediğimizi tekrar sorgulamamız gerektiğini belirtti. zaten yediğim trafik cezasının acısı hala sıcakken, bir de dansöz mansöz denilince, çığlık atarak kaçasım geldi. "te allahım" dedim "nereye düştüm ben böle? ne dansözü ne masası?". 

*yan komşularım rus. gündüz sessiz sakin takılıyorlar ama akşam tanıdıkları bütün rusları yemeğe çağırıyorlar herhalde çünkü hemen hemen her akşam kalabalık güruhlar halinde yan balkonda toplaşıp, birbirleri ile sürekli bır bır bır konuşuyorlar yemek masasının etrafında. o kadar çok konuşuyorlar ki bu gidişle yakında rusçayı sökerim gibi geliyor. zahmetsiz rusça dersi negzel işte. bu akşam bir tanesi gitar çalıp, şarkı da söyledi. dansözden kaçarken detone rus'a yakalandım. allahın sopası yok. 

*bugün teftişe çıktım. bakalım neler ne kadar değişmiş göreyim dedim. iki eski arkadaşımı da teftişe çıkmışken göreyim, üç beş laflayalım derken eve dönüşüm karanlığa kaldı. kestirme olur belki diye hiç bilmediğim bir yola daldım ama yolu hakkaten bilmiyormuşum, kayboldum. uçsuz bucaksız çayırların ortasında daracık çift şeritli köy yollarında alacakaranlıkta yol aldım. arabaya bir şey olsa ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu, kurda kuşa üç vakte kadar yem olmama ramak kaldı. evin yolunu gösteren sapağa gelince derin bir nefes aldım ama o kadar gerilmiş ve korkmuşum ki eve geldiğimde bütün kaslarım acıyordu. "kızım bu yaşta ne bu heyecan, macera merakı allasen, iyice delirdin artık sen!" derdi anneannem olsaydı. 

*delirdim mi hakkaten acaba ya? şimdi bunu yazınca aklıma şu soru düştü: insan delirdiğinin farkında oluyor mudur yoksa olmuyor mudur? deli kime göre neye göre delidir? mesela canım ciğerim İ'cim bu hafta Fethiye'nin bir dağ köyünde üç köpeği, iki keçisi ve sayısız kedisi ile görece doğal bir hayat yaşamayı seçen lise arkadaşını görmeye gitti. bir haftadır canlı bağlantılar yaparak bana oradan haber akışı sağlıyor. İ'ciğimi bir kere de buradan tebrik etmek istiyorum çünkü bana göre doğal yaşam anlayışı ile "bundan daha pis nasıl olunabilir ki acaba?" diye beni düşüncelere gark edecek kadar pisliğin üst limitini aşmış arkadaşında bir hafta kalmayı başardı. benim kafamı kesseler "o pisliğin içine düştü pislendi" diye eğilip kafamı yerden almayacağım kadar pis bir ortamda oturuyor, yemek yiyor ve yatıyor. aklıma geldikçe fenalıklar basıyor bana. şimdi bana göre İ'ciğimin arkadaşı hafif hafif delirmiş. ancak bu kızcağızın tarafından baksak olaya belki de kendi evi dışında hiçbir yerde çıplak ayak yürüyemeyen, böyle bir şeye çok mecbur kalırsa parmaklarının ucunda yürüyen, cif ve dometossever ben delirmişimdir. hangimiz deli nerden bilicez? ya da delilik bambaşka bir şey mi ki?. yıllar önce evlatlık almak için başvurmuş, bekleme listesine girebilmek için gereken testleri yaptırmak zorunda olduğumdan Erenköy ruh ve sinir'de hatırı sayılır bir süre geçirmiştim. oradaki hastalar gayet aklı başında görünüyorlardı halbuki. işte deli kimdir kime denir?

24 Eylül 2022 Cumartesi

yhn 2 / hoşgeldin




 *bugün "hoşgeldin" cezası yedim. sabahtan beri evdeydim, öğleden sonra olan toplantı için okula gitmek üzere yola çıktım ve bütün hafta ve gün boyu aramayan arkadaşımın arayacağı ve benim de istanbul alışkanlığı ile telefonu açıp arabayı kullanırken bir güzel konuşasım tuttu. buraya kadar her şey güzel. ancak beş dakika sonra sağ tarafımda bir karaltı benimle birlikte gitmeye başladı. bu karaltı ile birlikteliğimiz kafamı hafif yan çevirince o karaltının, kendini McGawyer sanan ada polislerinden biri olduğunu farketmem, onunla güneş gözlüklerinin altından göz göze gelmemiz, bana nazikçe sola çekmemi işaret etmesi, ehliyet adaya giriş kartı vs sorması ve sünnet çocuğuna takarmış gibi bin tl cezayı yapıştırıp gitmesi ile son buldu. vallahi böğrüme öküzzümsü bir şey oturdu. aklıma geldikçe nefesim daralır. zaten bir türlü denkleştiremediğim bütçemin üstünden tır geçmiş gibi oldu. illa bir trafik cezası yiyorum bu adada. sen türkiye'de yıllarca yaşa, araba kullan, tek bir ceza ödeme, adaya taşın her seferinde dakka bir gol bir, bir hoşgeldin cezası taksınlar sana. ada emniyet güçlerinin kalkınmasından ben sorumluyum. biraz daha yaşım geçsin, emniyet müdürlüğüne adaylığımı koyucam. yapmış olduğum katkılardan dolayı hakkımdır. 

*eve gelince kedilerim karşılardı beni; şimdi mişerolar (semender) karşılıyor. iki gündür eve geldiğimde kapının arkasında minnak mişerolar görüyorum. eve girdikten bir on dakika sonrası onları kazasız belasız sağ salim evden atmaya çalışmakla geçiyor. allahtan pek hızlı değiller ve hamam böceklerinden daha sevimliler de elime alıp atabiliyorum. 



22 Eylül 2022 Perşembe

yhn* 1 / cif


*bugün yeni hayatımın ikinci sabahıma uyandım. ilk gün ve geceki paniğim ve koşa koşa kaçma isteğim biraz daha sakinledi gibi. ara ara gözlerim doluyor ama o da konfor alanımdan çıktığımdan galiba. insan ne çabuk kendine konfor alanı oluşturuyormuş vay arkadaş. oysa hepi topu üç seneyi bulmuştu tekrar istanbul'a alışmam. 

*(hangi ara birbirimize bağlandık bu kadar aziz istanbul? seni biraz zor terk ettim bu sefer; çağırır mısın çağırmaz mısın çok düşündüm ama aramızdaki seviyeli ilişkiyi koruyalım dedim henüz birbirimizden nefret etmeden. daha önce de söyledim seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli.)

*dün bütün gün yerleşme ve temizlik ile geçti. yeni bir hayata başlarken yanınızda olması gereken en "olmazsa olmaz" nedir? tabii ki cif ve ekürisi domestos. minnak konutta düzenlediğim temizlik operasyonunda cifi sürdükçe her yer parıl parıl parladı. yer parladıkça ben hayatımı parlattım; sanki her şey temize çekildi. ben yorgunluktan söndüm o ayrı ama yerler cillop gibi parladı ya gerisi önemli değil. bal dök yala oldu her yer, gönül rahatlığı ile kıvrıl yat. 

*denizle de merhabalaştık bugün. sanki o da rahatlattı biraz beni. denizde olmak çok iyi geliyor bana. önceki hayatımda balık mıydım acaba? 

*yarın yeni iş arkadaşları ile "welcome dinner" yapacağız. bakalım buradaki yeme içme mekanları nerelermiş keşfedelim. şimdilik herkes çaktırmadan gözlem yapıyor. yeni bir yerde işe başlamanın zorluklarından biridir bu. biri sizi hep gözetler; ancak bir senenin sonunda rüştünü ispatlarsın ve kabul alırsın ya da alamazsın. bakalım neler olacak göreceğiz. 

*her sene doğum günümde kendime bir hediye alırım. bu sene doğum günüme çok az kala koskocaman bir hediye verdim kendime: a brand new life. tepe tepe kullanayım bakalım. çok heyecan annecim. 



*yhn: yeni hayat notları. 

19 Eylül 2022 Pazartesi

hikaye

 



Fatih Terim belgeselinde diyor ya: "ben ve benim gibi insanlarda hikaye bitmez, hikayenin sonu da olmaz. daha hikayelerimiz bitmedi. bakalım neye karar vereceğiz?". 

üzerinize afiyet bende de hikayeler bitmiyor...karar verildi...kaldığımız yerden başka başka hikayeler yazmak için katillerin cinayet mahalline geri dönmesi gibi bir geri dönüş yapıyorum. ancak bir farkla; hikayemin ilk kısmında korktuğumu kendime bile itiraf edememiştim ama bu sefer yüksek sesle söyleyebiliyorum: korkuyorum. 

umarım cesaretim ve inadım korkumu yine yenebilir. 

14 Eylül 2022 Çarşamba

halay vs mantık


favori deyimiyle eski Türkiye'de kuaförlerde çeşit çeşit kadın dergileri olurdu; Harpers Bazaar, Cosmopolitan, Vogue...böylece saçlar fönletilir, boyatılır ya da kestirilirken bir yandan kuaförün bitmek bilmeyen anıları, dedikoduları dinlenir bir yandan da güncel moda akımlarını, ünlülerle yapılan çekimleri ya da kısa diyet reçetelerini hızlıca gözden geçirip update olma şansınız olurdu. heyhat yeni Türkiye'de kuaförler var ama dergisiz. zaten son moda akımları öğrenebilmek için instagram yeter de artar bile. işte bu eski zaman dergilerinde illa her ay ünlü ya da sosyetik bir kişi ile kısa röportajlar olurdu. "en sevdiğiniz şehir?", "en sevdiğiniz pasta kreması", "en sevdiğiniz ayakkabı çekeceği" gibi alakalı alakasız şeyleri sordukları ve söz konusu kişilerinde orijinal ve ne kadar seçkin olduklarını göstermek için abuk subuk cevapları, hiç duymadığımız markaları sıraladıkları bir bölümdü bu röportajlar. ancak illa "hayattaki mottonuz nedir?" diye sormayı ihmal etmezlerdi. uzun bir süre düşündüm ben hayattaki mottom nedir diye bu röportajlar yüzünden. hani olur da günün birinde sokakta falan sorarlarsa -dergiye çıkacak yeterlilikde ünlü ya da seçkin olmadığımdan- pat diye yapıştırayım mottomu soruyu sorana diye hazırlandım ve sonunda şunda karar kıldım: "mantık sizi a noktasından b noktasına götürürken, halay her yere götürür." bu kıvamda da takıldım açıkcası. tabiri caizse kapı gıcırtısından aldım gazı, antin kuntin bir sürü işe daldım, düzenler kurdum düzenler bozdum. 

amma velakin artık bu motto'yu değiştirmenin vakti geldi. bir süredir kendimi biraz Alice Harikalar Diyarında'nın Alice'i biraz da Matrix'in Neo'su gibi hissediyorum. kırmızı ya da mavi haplardan birini tercih edeceğim / etmek zorundayım ama "hangi yoldan gideyim?", "hangisi doğrusu?" diye sorduğumda tavşan: "nereye gideceğini bilmiyorsan hangi yoldan gittiğinin bir önemi yok" demesin çünkü halaydan yoruldum biraz. tamam eğlendik, güldük de artık mantığımızı kullanıp şaşmadan a'dan b'ye gidelim, adımlarımız romantik bir slow dans kıvamında temkinli, rahat ama zamanında atılmış olsun. bilemiyorum Altan, nasıl olcak bu işler. 

böyle karanlık bir ormanda el yordamı ile gidip, derin derin nefesler almaya çalışıp, "may the force be with me" be canım diye diye kasacağıma bir koşu master Yoda'ya gideydim de doğru yolu bana en azından ima etseydi. o da olmadığına göre anlayacağınız ünlü düşünür ve viskolog Johnny Walker'ın dediği gibi "keep walking" de karar kılmış olacağım da sanki biraz arka fonda bir süre Nilüfer'den "demek yine bana hüsran, bana yine hasret var, yine bana esmer günler düştü" dinleyeceğiz. 

11 Eylül 2022 Pazar

ikigai



bilmem küçükken başınıza geldi mi...hani canınız deli gibi dondurma çeker... söz verilir istediğiniz kadar dondurma yiyeceksinizdir ama önce yemeğinizi bitirmeniz gerekir. o çok beklenen dondurmayı yiyebilmek için bütün lokmalar çiğnenmekten sakız olur, boğazdan zar zor geçer, o yemek bir türlü bitmek bilmez. sonunda aslında çok normal boyutlarda olan, sabırsızlığınızdan dev gibi bir şeymiş gibi gelen o tabak biter ve siz koştura koştura dondurmacıya gider, en sevdiğiniz dondurma çeşitlerini külaha koydurtmaya başlarsınız...böğürtlenli, vişneli, sakızlı, çikolatalı...koskocaman bir dondurma olur. mutluluktan ağlayasınız gelir ve nasıl da tadını çıkara çıkara yiyeceğinizi düşünürsünüz. tam iki üç ısırık alırsınız dondurmanızdan, pat diye o koskocaman dondurma yere düşer. dehşet içinde baka kalırsınız kaldırımın üstünde yayılmış dondurmaya. ağlamakla ağlamamak arası, inanmakla inanmamak arası, o çok istediğiniz ve sabırsızlıkla "olsa keşke" diye beklediğiniz bir şeye kavuşmuşken elde olmayan nedenlerle bir anda o çok istediğiniz şeyi kaybedersiniz. 

bu hafta sonu en sevdiğim dondurmaya kavuştum, tam doyasıya tadını çıkaracakken elimden kaydı, gitti. şimdi sadece anısı var. 






4 Eylül 2022 Pazar

baba

dünden beri çoklukla seni düşünüyorum. bugün tam 13 sene oldu sen gideli. "şimdi hayatta olsa ne yapardım acaba?" diye soruyorum kendi kendime. herhalde koluna girer, seni deniz kenarında bir meyhaneye götürür, bir büyük Beylerbeyi Göbek (kendime torpil geçiyorum, en sevdiğim rakıyı söylüyorum, kusura bakmazsın sen bilirim) söylerdim sonra da gözlerinin içine bakıp, derdim ki: 

"anlat baba ya, içinden ne geçiyorsa anlat. ben seni hiç dinlemedim. o kadar kendi sesimle meşguldüm ki zamanında, başka seslere hele hele senin anlatacaklarına, anlatmak istediklerine, anlatamadıklarına, hayallerine, hayal kırıklıklarına, sıkıntılarına sağır kaldım. o kadar kendi gürültümü önemsedim ki diğer her şey benim için gereksizdi, fazlalıktı. artık anlatmıyorum daha çok dinliyorum baba. geçiyorum insanların karşısına dinliyorum. anlatıyorlar bana hayallerini, hedeflerini, bozgunlarını, gönül kırgınlıklarını, hırslarını, keyiflerini, mutluluklarını, mutsuzluklarını, ben dinliyorum. o kadar hoşlarına gidiyor ki bir dinleyen olması, kendilerinden geçiyorlar anlatırken. biri de demiyor "ya sen? sen ne haldesin?". hoş sorsalar da o kadar hunharca, acımadan kırdılar ki beni zamanında, kimselere bir şeyler anlatasım gelmiyor. "valla ne olsun, aynı işte" diyorum. bir de "şey" diyorum sürekli. konuştuklarım kulağıma çarpınca bu aralar, hep "şey, şey" demem takılıyor, sinir oluyorum kendime. muhtemelen dinlediklerimin içinde kaybolduğumdan, bir an toparlanıp, yüzeye çıkamıyorum ondan "şey"liyorum sürekli. ama sen bakma bana baba, durma anlat anlatabildiğin kadar, söz ben de anlatacağım bu sefer. neler neler anlatacağım bir bilsen. yaşarken sana hiç anlatmadığım kadar çok anlatacağım. bu aralar bir filmin fragmanında şöyle söylendiğini işittim: "babalar hep yarım kalır". öyle galiba. sen hep yarımdın yaşarken de, ölünce ben yarım kaldım. o yüzden bence eksik bu söz; "babalar hep yarım kalırsa, çocuklar da hep yarım kalır" demeleri lazım. sana yarımlığımı anlatırım, sonra biraz denizi seyreder yine devam ederiz anlatmalara doymamaya."

varsa denildiği gibi başka başka parallel evrenler, şimdi senin 72 yaşında sapasağlam, keyifli ve mutlu olduğun, deniz kenarında rakılarımızı yudumladığımız ve seni çok sevdiğimizi hepimizin bildiği bir hayatı yaşıyoruzdur umarım.



4 Ağustos 2022 Perşembe

dıj güjler


bir kaç gündür dıj güjler ile teşvik-i mesaideyim. sonuç: batının yaptığı reformları, gelişmeyi ve ilerlemeyi göremeyen abdülhamid dönemi osmanlı imparatorluğu gibi hissediyorum. 

abdülhamid, batı uygarlığına, sanatına ve kültürüne çok ilgi duyar, yaşantısında da bu kültürü iyi almamasına rağmen ona uygun yaşamaya çalışırmış. ancak bu ilgi sadece saray çevresi ile kalmış, halka inmemiş, toplumda özellikle de anadolu'nun düşünce yaşamında bir gelişmişliğe yol açamamış. zaten sonrasında da imparatorluğun çeşitli yerlerinde baş gösteren bağımsızlık mücadelelerinin çok geç farkına varılmış ve önüne geçilememiş. batı alıp başını giderken, osmanlı olduğu yerde kalmış, dağılmaya giden süreç de hızlanmış.

benim temasta bulunduğum dıj güjler de, oldukça ilerlemiş, çeşitli reformlar yapmış. hemen hemen hepsinde ileriye doğru bir gelişme, iyice doğru bir evrilme var. onların adına mutlu oluyor insan da dönüp kendine bakınca hangi evrede duraklamaya girip de dağılma sürecinin başladığını bulamayıp, zaten hiçbir zaman ilerleme kaydedememiş olup, çoktan dağılmış olduğunu da fark edince osmanlının meşhur tokadını yemiş gibi sert bir gerçeklikle yüz yüze geliyor. 

29 Temmuz 2022 Cuma

sürtük


şarkıda da dediği gibi "en sevdiğim mevsimdir sarı sonbahar"; havanın tüm gün limonata gibi olmasından, dinginliğinden dolayı ve tabii doğum günümün de bir sonbahar günü olması sebebiyle en sevdiğim mevsim sonbahar. ha bir de yağmur bile ayrı bir güzel yağıyor sanki sonbaharda. ne bileyim üşütmeyen, sarıp sarmalayan, usul usul dingin ve bilge yağmurları var sanki sonbaharların. ama yaz aylarının coşkusu bir başka. yaz gelince yerimde duramıyorum, enginlere sığamıyor, taşıyorum. bu aralar hele hele bu hafta resmen gece geç saatlere kadar sokaklarda, orada burada dolaşmaktan iyice sürtük oldum (ismi lazım değilin kullandığı manada kullanmıyorum, aslında ağzı doldura doldura söylenmesi keyifli, ancak mealen oldukça kalp kırıcı "sürtük" kelimesini). 

pazartesi ne yaptım hatırlamıyorum (alzheimer loading mi yoksa?). ha tamam hatırladım; şimdi olduğu gibi yine uykum kaçmıştı. saat şimdi 04:06 ama 03:30'dan beri uyanığım. hiç uyuyamıyorum bu aralar. aslan yeni ayı mı çarptı nedir? neyse pazartesi bir türlü uyuyamadım çünkü ertesi gün üniversiteden sınıf arkadaşım, eşi ve bir seminerde tanıştığı meksika'lı arkadaşına hazırladığım mini turistik gezi için bostancı adalar iskelesinde buluşacaktık. aynı gün bir de pink martini konserine biletim olduğunu hatırlayınca, aldı beni bir telaş. nasıl olacak nasıl yetişeceğim?, eve uğrayıp üstümü değiştirirsem konsere yetişemem, birlikte gideceğim D. ile nerede buluşacağız vs vs diye düşünürken, uyku muyku kalmadı. kukumav kuşu gibi düşünürken sabahı sabah ettim ve sonunda gün ışıkları salı sabahını aydınlatırken dedim ki "koy totosuna rahvan gitsin, bırak plan yapmayı, duruma göre planı şekillendirirsin, yetiştiğin yere kadar.". 

neyse buluştuk adalar iskelesinin önünde, olaylı bir istanbul kart dolumu yaptık (halk ekmek büfesinden dolum yapılıyor, kasada oturan kasıntı çocuk, doğru dürüst dinlemeden etmeden fazladan 100tl'lik dolum yaptı. benim arkadaşın eşi sinirlendi, çocuğa laf etti, çocuk ona laf etti. atıştılar vs vs arkamızda sıra oldu, millet söylendi, benim sırtımdan bir kova ter boşandı). tam turnikeden geçeceğiz arkadaşım S'nin kocası, "nerede kartımız?" dedi. beş dakika kart sendeydi bendeydi yok yok kargacım sen almıştın, senin elindeydi araması taraması ve "uğruna o kadar kavga edilen kart kayıp" paniği yaşandı sonra kart arkadaşımın cüzdanında çıktı. velhasıl bir şekilde burgaz ada'ya gidildi, kalpazan'da yemek yendi, manzara seyredildi, dönüşte onları denize soktum; ben kenardan "çok açılmayın annem, dalga da var. allah korusun" diyen eteklerini dalgadan ıslanmasınlar diye kalçalarına kadar toparlayan "evham teyze"ler gibi, ellerimi gözlerime siper edip, burgaz sularında yüzmelerini seyrettim. sonunda gün D.'nin ofisine gidip, üstümü değiştirip, sallana sallana konsere gitmemizle, yıllardır severek dinlediğimiz grubu bir tık uzaktan da olsa görerek, kanlı canlı dinlememizle son buldu. sabah 10'da çıktığım evime, gece bir gibi girebildim. o kadar özlemiştim ki evimi, böyle duvarlarına sarılıp yerini öpesim geldi. kendi kendime "oy canım evim" diye diye yatana kadar dolandım durdum. 

salı böyle "aşırı yoğun akıcı" kıvamda geçince haliyle çarşamba tüm gün evdeydim. perşembe yaz okulu bittiği için sınavlarımız vardı, sınav yap kağıt oku kafam bir dünya oldu, eve gidesim gelmedi tabii yine. İ. ile buluştuk, "çay içer, dağılırız" dediğimiz plan, "az biraz mezeli iki tek atmaya" evrildi. mahallemizin balıkçısında müşkülümüzü halledince eve yollanabildim. yine evden çıktığım saat ile döndüğüm saat arasında oldukça fark vardı. canım evime doğru artık her bir karosuna aşina olduğum yoldan yürürken bir yandan da balkonlardan açık pencerelerden gelen sesleri dinledim. sokaklarda kış gecelerinin insanı ağlamalara gark eden o içine kapalı, sessizliğinden fersah fersah uzak, bir şekilde tasasız yaz akşamı neşesi hüküm sürerken, ayakkabılarımın tıkırtısına kimi evden gelen tv'nin sesi, kiminden -minik bir kutlama olduğundan olsa gerek- alkış sesleri, gülüşmeler, kiminden yükselen hararetli dedikodu sesleri eşlik etti. "her seferinde evime dönmek için deli gibi can atsam da yaz günleri sokaklarda sürtmenin keyfi" gibisi yok diye düşünerek evin kapısını açtım, o tanıdık kokuyu içime çektim, çociklerimin yüzlerini gördüm, bir sürtük olarak rahata erdim. 

21 Temmuz 2022 Perşembe

enayi


dikkat dikkat bu yazı minik bir sinir krizi yazısıdır. "sinir" ve "kriz" kelimelerini gördüğünüzde panik atağınızda veya göz seğirmelerinizde artış oluyorsa dil altı haplarınızı alıp öyle okumaya başlayın. ben biraz sonra yazacaklarımın sinirini annemden çıkardıktan sonra rahatlayıp, üzerine de bir gün geçmesini bekledim. 

her şey güneşli ama serin rüzgarların estiği güzide ülkemizin güzide tatil beldelerinden birinde güneş altında kemiklerime d vitamini doldururken başladı. güneşi terazide, yükseleni oğlakta, ayı da balıkta olunca bir insanın, biraz planlı bir tip oluyor sanırım. hal böyle olunca dedim ki "tatil bitince hazır vakit de var, ne zamandır şöyle dip bucak temizlik yapamamıştık, dönüşte şöyle foşur foşur bir temizlik yapalım benim S. hanım ile" ve S hanıma benim tatilimin bitimine müsait olup olmadığını sorduğum bir mesaj attım. 

bu temizlik emekçilerini bilmeyenler varsa kendilerini durumu şöyle özetlemek isterim; son yılların trending topic'i "iyi bir temizlikçi nasıl bulunur?". zira temizlikçiler karaborsada. iyi referansı olan bir temizlikçiyi haftalık usulu size gelmesini sağlamak için sıkı bir cv'nizin olması, "hamili kart yakinimdir" yazan bir tanıdık kartvizitinizi geldiklerinde göstermeniz, araya hatırı sayılır sayıda ricacı sokmanız gerekir yoksa değil size gelmeyi kabul etmeleri, telefon görüşmesi bile yapmamaktadırlar. bütün bu gerekli koşulları sağladığınız ve telefon görüşmesi yapabildiğinizde kendinizi Biden'la görüşüp, F16 meselesini bir şekilde halledebilmiş RTE gibi hissetmeniz kaçınılmazdır. hele hele görüşmenin sonunda eğer sizinle çalışmayı kabul ederlerse durumunuz Suud prensinden, milyorluk yatırım sözünü kapmış RTE gibi ağzınız kulaklarınızda telefonun öbür ucunda dikilirsiniz. oldu da size gelmeyi kabul ettiler, sabah kahvaltısı öğle yemeği, sabah kahvesi, öğlen kahvesi her şey dahil pakete utanmasalar ara verdiklerinde palmiye yaprağı ile kendilerinin ferahlatılması, omuzlarına masaj yapılmasını da dahil edebilirler. 

bütün bu yollardan geçmiş bulunmaktaydım ve S. hanım ile mutlu bir beraberliğimiz olduğunu sanmaktaydım. kendisinin yoğun iş temposundan ve iş takviminden "çarşamba" günü için müsaitliğinin bulunup bulunmadığını sorduğum mesajıma iki saatlik bir rötarla şöyle cevap verdi: "olabilir". aslında S. hanım bana diyor ki; "valla cicim hiç bilemem. paşa gönlüm isterse o gün gelirim, istemezse gelmem. ayağını denk al". kendisi ile altı aylık bir teşvik-i mesaimiz olduğu için, bu mesajın mealini anlayabildim. dedim hayırlısı, kader de varsa temizlik, yaptırırız. takdiri ilahi diyip günümüzün gelmesini beklemeye razı oldum. bütün bu mesajlaşmanın arkasından bir üç saat daha geçince, S. hanım'dan telefonuma bir mesaj bombardımanı başladı. şu şekilde:

"ben artık aylıklı iş arıyorum buralarda

sigortamı da ödüyorum ya ayda" (buraya kadar her şey normal; olabilir. hesap kitap yapmıştır, daha karlı geliyordur. kendi tercihi. saygımız sonsuz.)

mesajlar şöyle devam etti:

"artık ev işleri zamlandı

ben sigortamı da ödüyorum ya sigortam da zamlandı

320 yaparsın bana" (vay arkadaş...bu temizlikçilerin nasdaq ile, fed ile çalışan sendikası mı var? dolar kuru artışı gibi sürekli ücretlerinde artış yapıyorlar. kapıyı en az 300 ile açıyorlar ve 450'yi isteyenleri bile var. temiz 8 ila 10 bin tl kesintisiz ellerine geçiyor. hepsinin şehirde oturdukları evleri var ve bir çoğu da köylerinde ev yaptırıyorlar.)

omuriliğim güneşte kızarmıştı ama onbeş günde bir gelinip o da rica minnet sonunda teşrif edilecek bir temizlik işi için 320 tl istendiğini duyunca, sırtımdan sıcak bir şeylerin beyinciğime kadar ışık hızı ile yükseldiğini hissettim. "naaayyynnn bize daha zam yapılmadı. hatta hastane zincirlerine yeni bir hastane halkası ekleyecek olan üniversitemiz sahibi eski belediye başkanının bizden kemer sıkmamızı isteyeceği konuşuluyor kulislerde, ne zammı şimdi bu temizlik işlerine?" diye hayatı ve gelmişi geçmişi sorgulatan bu zam haberini gittim koca bir bardak buzlu su içerek yuttum. 

dedim S. hanıma "tamam tamam, olur, 320 tl senin köpeğin olsun. yeter ki gel evimi foşur foşur temizle". 

bu konuşma 14 temmuz perşembe günü yapıldı. 17 temmuz pazar günü, S. hanım tekrar bir mesaj atarak bana hangi gün geleceğini sordu; çarşamba diye tekrar kendisine hatırlattım. ve beklenen çarşamba dündü. ne oldu bilin bakalım? S. hanım gelmedi. 

"S. hanım yolda mısın?" diye saat 09.45'te attığım mesajıma bir saat altı dakika sonra cevap vererek "ben sana yarın gelecektim. perşembe anlaşmıştık" iddiasını ortaya attı. bunu görünce sinirden felç geçirmedim ya bir daha herhalde zor felç gelir bana. konuşmalarımızın kayıtlarını screenshot şeklinde kendisine iletince, her ne hikmetse Esra Erol'da yufkacıya kaçan kadınların adını soyadını ezbere bilen S. hanım birden çarşamba ile perşembeyi karıştıracak kadar beyni bulanık birine dönüştü. 

böyle üç kağıt, ayak oyunları, kıvırmalar, bir takım garip açıklamalar ya da açıklayamamalar yapılınca bana beynim uyuşuyor. diyorum ki karşımdakilerin görebildiği ama benim göremeyeceğim şekilde alnımda "kullanışlı enayi" yazıyor ki milletin canı birini kullanmak isteyince, birini kandırmak isteyince ya da sırf can sıkıntısından bana böyle ayak bacak oyunları yapıyor. böyle zamanlarda aklımdan çok pis şeyler geçiyor ama o aklımdan geçen naçizane düşünceleri gerçekleştirmeye aşırı ama aşırı üşendiğim için bütün olan biten midemde asit salgısı olarak tezahür ediyor. 

hikayemiz benim sinirden bütün koltukları, halıları ve camları foşur foşur silmemle ve sol kolumu sakatlamamla ve ikinci bir emre kadar bu temizlikçi olayını kapatmamla son buldu. valla örümcekleniriz, bitleniriz ama daha da ben bu eşikten temizlikçi kadın sokmam, benim henüz değil evim, dikili domateslerimden başka dikili bir ağacım yokken, temizlikçi camiasının köydeki evlerinin sponsoru olamam. üzgünüm ama bu sefer bu emekçiler bızımla degıl. 

5 Temmuz 2022 Salı

hayaller

 dün bay T. okula uğramış, tam öğle yemeği zamanı. nasıl da açım, değil bay T.'yi annem gelse gözüm görmeyecek. o kadar açım yani. üç ders dört gözle -her zaman olduğu gibi- yanımda getirdiğim yemeğimi yemek için sabırsızlanıyorum. yüzüm gülüyor bay T.'yi görünce ama aklım yemeğimde. aslında hiç bay T.'nin hezeyanlarını dinleyecek halim yok çünkü dedim ya 1. çok açım 2. bay T. hezeyanlarını anlatmaya "dünya bir toz bulutuydu" misali epey geriye dayanan flashbacklerle ve yan hikayelerle başlıyor. mesela aslında özetle tez danışmanının ona "eferim yavrum, sen çok zeki bir adamsın ve ocak'a sen bu tezi bitirirsin" dediğini söylemek istiyor ama buna gelene kadar datalarını nasıl topladığını, aslında farklı farklı kişilerden datalarını topladığını, pratik düşünmek gerektiğini -bu noktada konuyu bana döndürüp, benim hiç pratik bir insan olmadığımı, işimi hep zorlaştırdığımı, tezmiş dataymış bunlar için en kolay neyse onu yapmam gerektiğini ama da benim kulağımı hep dolambaçlı yollardan gösterdiğimi de bir çırpıda söyledikten sonra- yine kendini ve planlarını anlattı da anlattı. ben de "naparsın arkadaşlık dediğin, bağrına taş basıp, hezeyan dinlemeyi gerektirir" mottosuyla, okula yakın, "çayı çok güzel, gel gel oraya gidelim diyerek bay T.'nin ne zaman okulda buluşsak beni çekiştire çekiştire götürdüğü ve ya sabahtan ya öğleden beri beklemiş, bu yüzden de zift gibi olmuş çayı içirttiği çay bahçesi, düğün salonu (evet düğün salonu olarak kullanıldığını da gördüm bay T. sayesinde), mafyatik buluşma yeri (bundan eminim ama ispatlayamam), lokanta, mini market, sarı dişleri, yüzyıllık kapkara sakalları, anlamlı anlamlı! bakan gara gözlü amca, dayı, kardaş abilerin serpme masalarda konuşlandığı kısacası "duruma ve ihtiyaca göre şekillenen konsept" sahibi mekanın bahçesindeki yavru kediye bakarak ve aslında bay T.'nin anlattıkları bir kulağıma bile girmeden sıcak hava dalgası ile atmosfere karışırken, ben hayatı, aslında yazmayı hiç düşünmediğim tezimi ve de hiç o taraklarda bezim yokken, yok yere nasıl akademik bir birey olmak üzere olduğumu (te allaaan işine bak sen!), "EYT çıkarsa full toptan emekli olsam mı acaba?"'yı, "aaayy emekli olursam uzun yaz günlerinin ne kadar daha harika" olabileceğini, ama en çok "bir terzi dükkanım mı olsa ya acaba?"yı düşünmekteydim. bazen değil, hayaller her zaman hezeyanları yener. 




p.s: işte hayalimdeki terzi dükkanı. gerçi hazır yapılmışı var ve ben canım İ.'ye giderken sürekli önünden geçiyorum ve terzi hanım içerde değilse çok kısa -bir on saniyeliğine- dükkanın önünde durup iç geçirerek, saygı duruşunda bulunuyorum. ben de açarım böyle bir dükkan da ufak bir pürüz var; dikiş dikmesini bilmiyorum. 

22 Haziran 2022 Çarşamba

izin

hayattan yıllık izin alabilmek gibi bir şey olsa mesela. gerekli yerlere dilekçe yazsak (dilekçe kabul edilir mi ki?...malum devir internet devri...mail atsak daha şık olur herhalde...dilekçe out mail in) ve istediğimiz süre boyunca moleküllerimize ayrılma izni verilebilse, biz tekrar mücadele gücü bulabildiğimizi beyan ettiğimizde tekrar moleküllerimiz bir araya gelse ve kaldığımız yerden devam edebilsek keşke. desek ki: 

"tanrı katı yüce makamının dikkatine,

içinde bulunduğum şu zaman diliminde varolduğum insan soyunun yaptıklarına hele de bir şekilde varolmak için seçtiğim coğrafyada gerçekleştirilen açıklanması güç, dayanması güç, akla mantığa ve de vicdana sığamayacak olaylara gösterebileceğim dayanıklılık, çaba, görmezden gelme, 'düzeleceğine dair umut ve de ümit' kalmadığından, kendi rızam ile de bu yaşam formundan ayrılabilme cesaretim, aynı zamanda cüretim olmadığından yüce makamınızın kaynak ve yetkileri dahilinde, eski gücüme kavuşana kadar bir süre moleküllerime ayrılabilme izni rica etmekteyim. 

gereğinin yapılması arz ederim.

saygılarımla..."



6 Haziran 2022 Pazartesi

gözyaşım pıt

biraz önce Mubi'deki "Dünyanın En kötü Insanı" filmini izledim. film bitti ama benim gözyaşım bitmedi. canım karikatürist öyle gözleri dolu dolu "benim bildiğim dünya kayboldu.... sadece geçmişim var....bir geleceğim yok" diyince benim zaten ne zamandır bahane arayan gözyaşları daha fazla nazlanamadı, indi. bir yandan filmi bitirmeye çalışırken bir yandan da bugün beş çayına gittiğim bay T. ile yaptığımız konuşma aklıma geldi. 

"Adalı bir mutfak istiyorum" dedi bay T. 

"ben de" dedim. sonra ekledi bay T., "böyle ortada davlumbazı olacak, lavabo, ocak, kesme alanı hepsi o adanın üstünde olacak, ben etrafında döneceğim yemek pişirirken". 

beyaz mutfak dolaplarının olduğu, bol ışık alan mis gibi bir mutfak canlandı gözümde nedense. ama sonra sesli düşündüm; "hangi ara olacaksa böyle bir mutfak?". 

her şey bitmiş gibi geldi bunu söylediğimde; hayat hep böyle, onun karanlık mutfağında bir taburenin üstünde tünemiş halde menemen ya da gözleme her neyi pişiriyorsa, onun pişmesini bekleyerek geçecekmiş gibi geldi bana çünkü benim de bildiğim dünya artık yok ve bu cesur yeni dünyaya uyum sağlamaya çalışırken, kuyruğu dik tutmaya çalışmak bazen zor oluyor. 

neyse gideyim de burnumu sileyim....çok ağladık yukardaki güldürsün.

5 Haziran 2022 Pazar

uyku

tina hanım'ın kedi uykusundan istiyorum....tasasız, telaşsız, rahat, camdan gelen yaz esintisi eşliğinde bütün gün yataktan çıkmadan, sağdan sola dönmeli, uyanıp uyanıp tekrar uyumalı, bol esnemeli, bol gerinmeli derin yaz uykularından istiyorum. 







3 Haziran 2022 Cuma

sürpriz

meğer twitter'a mesaj atmışsın o malum görüş(ememe) günü. biraz önce gördüm. kütüphaneden rastgele seçilen bir kitabın arasından düşen çok eski bir fotoğrafa nasıl bakakalırsa insan ben de öyle bakakaldım twitterdaki mesaj kutusuna. iki adet mesaj, yirmi iki kelime. onca zaman sonra anlatılacaklar daha çok olmalı sanki. neyse belki günün birinde eteklerde biriken taşlar dökülür (mü acaba?). 

o zamana kadar hoşçakallarını kabul etmiyorum bilgine. 

2 Haziran 2022 Perşembe

mıymıy


dün sabah pek bir mıymıy kalktım. böyle bir isteksizlik, canı çekilmişlik, bakımsızlık, kahvaltı etmek istememek (ki en sevdiğim öğün, sabahtan akşama kadar bir kahvaltı sofrasında oturabilirim kesintisiz). öyle mıyıl mıyıl. kendimden bıktım saniyesinde. 

aslında hiç sevmem mıymıy olmayı da mıymıy insanları da. bir şeyi kırk saatte yaparlar. bir yere gidilecekse kırk saat düşünürler -gitseler mi, gitmeseler mi, nereye gitseler, gitme kararı verirler ama kalkmazlar, kalkıp yola düşünceye kadar en az bir saat geçer ve ben bu mıymıy kişilerin karşısında ölüp ölüp dirilirim ama bir şey de diyemem, bir şey de yapamam. tek yapabildiğim sol kulaklarının arkasından ufka bakıp, içimden "ya sabır" çekmek olur veya sinirden kendimi yerim, midem yanmaya başlar, bütün gün asit salgılayan bir mideyle baş etmek zorunda kalırım. 

öte yandan ben mıymıy bir insan değilimdir. bir şeye karar mı verdim, hemen gider yaparım. hemen hemen, hiç beklemem. genelde üşenmem, gocunmam, yorulmam (duracellin tavşanı tek rakibim). yani demem o ki "bir şey yapalım hadi" denildiyse, hemen yaparım. öyle kırk saat düşünmek pek bana uymaz. bazen değil genelde kervanı yolda düzmek taraftarıyım çünkü "öyle mi böyle mi diye" düşünmekten sıkılıyorum. içime afakanlar basıyor. ancak bu tez canlılıktan kervanları yolda da düzemediğim ve hepsini birbirine kattığım da olmuyor değil ama olur öyle bazen. bence çok da şey etmemek lazım sanki. 

bak aslında hiç bunları yazmayıp başka bir şeyler yazmak istiyordum; nerden çıktı "mıymıylara giydirme" yazısı bilmem ki. her şey doğaçlama oldu. yine topa gelişine vurdum. 

28 Mayıs 2022 Cumartesi

yaz

 



bu sene balkona sponsor aldım...sabah güneşi vurduğu için kahvaltı etmesi biraz sıkıntılı oluyordu; çözümü pratik yoldan dondurmacı şemsiyesinde buldum. artık bütün yaz ve hatta sonbahar havalar iyice soğuyuncaya kadar balkonda takılırım sanırım. 

yağan yağmurlardan ve kardan büyük ihtimalle, her taraf yemyeşil, doğa ekstra coşmuş halde bu sene. ne güzel. ben de sanırım balkondakilere iyi baktım; benim kızlar da pek bir coşkun.


bir de domates işine girdim bakalım becerebilecek miyim. çiçek yetiştirmek gözümde hiç büyümüyor. hatta yer olsa bir sürü çiçek yetiştireceğim ama böyle balkon tarımı domates, biber vs yetiştirmek beni çok geriyor. daha mı teknik geliyor nedir. bakalım el yordamı ile ne kadar becerebileceğim bu işi. bir tane bile domates yiyebilsem şu saksıdan benim için büyük başarı :))

26 Mayıs 2022 Perşembe

kafam

 çooookkkkk muuuutttlllluuuyyuuummmm müdürüm çok affedersin.

neden inan ben de bilmiyorum belki....

minibüs caddesine yürüdüğüm yolda bulunan hiç waffle'ını yemediğim ve adının neden "sherlock waffle" olduğunu bilmediğim ama pandemide bile inatla kapanmayan, kışın soğuk gecelerinde geç saatlerde bile nöbetçi wafflecı gibi açık olan, waffle'cıyı bugün yine açık gördüğüm için (diren sherlock!!!)

hava iyice ısındığı ve normalde haziran ortasına kadar inatla çıkarmadığım fanila ve çoraplarımla (içimde bir büyükanne var, inatla benimle yaşamak isteyen) bugün vedalaştığım ve sivil hayata geçtiğim için

liseden bir arkadaşımı yıllar sonra tekrar gördüğüm ve üç saat boyunca bıdır bıdır konuşup yine ne Türkiye'yi ne dünyayı ne de kimseleri kurtaramadığımız için

uzun zaman sonra iki ellilik bitirip kafam yerinde ama ruhum bulutlarda olduğu için mutluyumdur kimbilir. 

belki de....

sadece ben ben olduğum için çoookkkk muuuuttllluuuyyuumdur. ne biliyim. 





23 Mayıs 2022 Pazartesi

fusi


 

Canım Fusi....eğer TV'nin içinden geçebilseydim sana kocaman sarılırdım. çocukken sahip olduğum saflığın keşke farkında olsaydım ve onu bir şekilde koruyabilseydim. hayat ne kadar hain...büyürken bize öğretilenler, doğru sandığımız yanlışlar, yanlış bildiğimiz doğrular, kaybettiğimiz saflığımız, bizi önyargılı, dengesiz, takıntılı, acımasız, bencil, duygusuz yapan her şey. kısacası Fusi'nin sahip olmadığı ama bizde bolca bulunan her şey. acaba etrafımızdaki Fusi'lerin ve içimizde kaybettiğimiz Fusi'yi görebilir miyiz yoksa çok mu geç kaldık? 

Virgin Mountain....Mubi'de...oturulur tekrar tekrar izlenir. 


***Bir de Teoman bey....yine fena bir şey yapmış. Zaten gelen vurdu giden vurdu, bu güzel havalar bizi mahvetti, bir de siz mahvetmeseydiniz Teoman bey. çok iyi şarkı. bugünlerde hep kulağımda ve kafamda çalıyor. 

22 Mayıs 2022 Pazar

niye?

hani şimdilerde moda ya...herkes kendi hislerini sorguluyor. niye öyle hissettiğini neden öfkelendiğini neden acı çektiğini vs durup soruyor kendine yani bir nevi yüzleşiyor kendi ile ve sonunda ya kendini seviyor ya da kendine şefkat göstermeyi becerebiliyor ya / söylentiye göre öyleymiş....ben kendimden razıyım çok şükür de geçen yine kendimle baş başa oturmuşken "yine niye düştüm ki ben bloguma?" diye sordum kendime. tatmin edici bir cevap alamadım.

günlerdir arka planda hard disk çalışıyormuş demek bugün iç baklalı enginar pişirirken (daha doğrusu pişiremezken; baklaları enginardan önce attım, fena dağıldılar. iç baklalı enginardan çok, favalı enginar oldu. olsun. her türlü gideri var baklanın. bende kredisi yüksek, birbirimize boş değiliz)aradığım cevabı buldum. Türk'ün aklı tuvalette gelirmiş derler benim ki ya yemek pişirirken ya da ütü yaparken geliyor. domestik aydınlanma benimkisi. 

bloguma düştüm yine çünkü burada saklanıyorum ben. mahalledeki çam yarmalarından dayak yememek için can havliyle koşan çocuğun son anda bulduğu gizli sığınak gibi bir yer burası benim için. ne biri görecek, ne de biri duyacak diye endişeleniyorum. sessiz sakin, biz bize değil ben bene takıldığım bir yer. can havliyle koşan çocuğun son anda gördüğü için patinaj yaparak girdiği çok eskiden kalmış, gizli minnak bir kovuk gibi burası. nefes nefese girip sırtımı duvarına yaslayıp soluklandığım, canım sıkıldığımda en sevdiğim şarkıyı bağıra çağıra söyleyebildiğim ve ben avazım çıktığı kadar bağırıp çağırarak şarkıyı söyledikçe duvarlara çarpıp dönen sesimi dinleyip eğlendiğim ve sesimin kulağıma hiçte o kadar berbat gelmediği bana özel bir yer. kimsenin beni görmediği, bilmediği, duymadığı bir yer. bir tür sığınmalı sığınak. 

"evvelimi bilmeden ahirimi soramayacaklar"ın hiiçç ulaşamayacakları bir yer olduğu için de ayrıca kıymeti var buranın. gittiği yere kadar burada sessiz sakin ben bene takılmaya devam. 



20 Mayıs 2022 Cuma

zannediş

 


Nilay Örnek'in podcast serisi; "Nasıl Olunur?"da İclal Aydın şöyle dedi "zannedişlerimin üstünden çok hatalar yaptım". yalnız değilsiniz İclal hanım ben de zannedişlerimin üstünden çok hatalar yaptım ama hepsi de çok şıktı. şimdi olsa hepsini yine yaparım hatta daha erken yaparım. bundan sonra zannedişlerimin üstünden daha çok ve daha şık hatalar yapacağım inşallah dinimiz amin.  

19 Mayıs 2022 Perşembe

sıra sıra

 artık ayağımı nasıl sürüdüysem Güneydoğu Anadolu bölgesine özellikle de Antep ve çevresine üçüncü ziyaretimi gerçekleştirdim geçen hafta sonu. gönül farklı bir yerlere mesela İtalya'nın herhangi bir yerine ya da Peru'ya falan ayağımı sürümüş ve oralara üçüncü beşinci kez gidebilmiş olmayı isterdi ama kısmetimizde Antep varmış. işin komik tarafı habire yemek yapan ve yiyen biri olmadığım gibi olabildiğince az et yemeğe çalışan hatta ve hatta veganlığa geçiş yapmaya çalışan biri olarak Antep ve Urfa'ya habire gitmek kaderin muhtemel anlamsız şakalarından biri. zira turlar kebap ve lahmacun yeme isteği ile yanıp tutuşan yurdum insanları ile dolu. kebap ve lahmacun dışı alternatifleri değerlendirmek için bu sefer yeterli vakit yoktu. hadi ilk gün sabah kahvaltısında yediklerimizle biraz bu açığı telafi ettik diyelim. 

daha önce bir kaç kere gelince, alışkanlığın verdiği bir boş vermişlik oluyor. ben bu sefer boş sepet gibi dolaştım diğerlerinin yanında. yanımdakiler kendilerini o dükkan senin bu dükkan benim diyerek oradan oraya atarlarken, ben yan kulvarlardan olaya müdahil olmadan yol almayı seçtim. 

Antep turu nihayet sona erdiğinde, alacaklılar "alınacaklar listesindekilerin" yanına attıkları tik sayısını tamamladığında, klasik Tahmis kahvesinde kahve ve baklava olayına girildi. Antep'e gelip "cevizli baklavanız var mı?" diye sorarak literatüre geçmiş, üstelik kahvenin sahibinin işletme okumuş işletmeci oğlunun -bu isteğimle- kalbine indirmiş (gözlerini kocaman açıp, "Antep'te cevizli baklava???" diye sordu) olabilirim; şansımı denedim napayım. herkes fıstıklı baklava sevmeyebilir. 

Antep'teki ışık hızı turdan sonraki durağımız yerli Como gölü Halfeti'deydi. Başka ülkede olsa akıllıca bir reklam kampanyası ile dünya çapında olabilecek kadar değişik bir atmosferi olan göl turu maceramız, yüzer bir restoranda akşam yemeği molası vermemiz, ellerimizi yıkamak için tuvalete giderken rehberimizin ıslak zeminde kayıp düşerken refleks olarak ellerini açması ile telefonunu göle düşürmesi ve benim başını çektiğim "telefon arama seferberliğinin" başlaması ile "tam teşekküllü maceralı" göl turuna döndü. olaylı gece, göl manzaralı inşaatı devam eden otelimize intikal etmemiz, odamızı bulmamızla kapanış yapacaktı. ancak oda kapısını açıp normalde kartonpiyerin arkasında takılı olan kornişin ve haliyle ona asılı olan perdelerin camı kapatmış olmalarını beklerken, bizim odanın perdeleri ve kornişleri halı üzerinde takılmayı tercih etmişler ve grup olarak tavandan tabana dikey geçiş yapmış halde bizi karşıladılar. biran bunun halfeti otellerine özgü bir perde asma biçimi olduğunu düşünsem de allahtan çabuk toparladım. neyse bu enteresan karşılama, perdeleri ve kornişi sistemin çarklarında olmaları gereken yerlere monte etmek için odamıza teşrif eden iki otel çalışanına mini bir "suriyeli mültecilerden memnuniyet anketi" yapabilmeme olanak tanıdı. 


ikinci günün en büyük eğlencesi Urfa'daki sıra gecesi oldu. kendi kendime "nasıl yapsam da yan çizsem gruptan ayrılsam da şu sıra gecesine gitmesem" diye bütün gün kafamda türlü türlü planlar yaptığım sıra gecesinden bırak kaçmayı, gecenin sonunda urfalı hemşerilerimle halayda mendil bile salladım. ama asıl olay çifköftecinin alana girişinde yaşandı. büyük tezahürat, alkış, ıslık eşliğinde içeri girince çiğköfteci, dedim ki "millet ittifakının adı açıklanmayan adayı herhalde bu abimiz". inanılmaz bir forsla girdi, alnının teriyle çiğköftesini yoğurdu ve misafirlerine ikram etti. acı ile aramız bozuk olduğu için bu turda kendisini pas geçtik. velhasıl şunu da öğrendik ve kayıtlara geçirdik ki, sıra gecesi anlatılmaz yaşanır ve ot kafası, rakı kafası gibi sıra gecesi kafası da vardır; adamı çarpar, nasıl çarptığını anlamazsın. 

sıra gecesinin çılgın kalabalığından uzaklaşıp, urfa'nın karanlık, tenha sokaklarında, kız başımıza taytlarımız ile "nargileci keke"yi ararken allahtan herhangi bir milletvekili ile karşılaşmadık yoksa ertesi gün herhangi bir kanalda, hakkımızda "sıra gecesine gitmişşllleeerrrr, hem de tayt giyiyorlarmış. bu bir suçtur. kanunen yasaktır" diye konuşulabilir, hatta ve hatta kendimizi hastaglerde görebilir, change. org da kampanyamız bile açılabilirdi. neyse nargileciye gidişimize bir tek urfa'nın sessiz, gecenin karanlığına terkedilmiş sokakları şahitti. ama nargile çok keyifliydi. olur da bir daha gidersem malum ayağımızı sürüdük -habire pekiştiriyoruz bu durumu-yine keke'ye gider göbeklitepe'yi tüttürürüm.