26 Ekim 2022 Çarşamba

yhn 6 / külkedisi

 





* kaşla göz arasında bir ay doldu...hatta altı gün bile geçti üstünden...bir bakıcam bir sene olacak, serçe ürkekliğinde gitmekle kalmak arası arafta yaşadığım bu adanın bu enteresan şehrinde. zaman garip bir şey...duruma göre az ya da çok, uzun ya da kısa tanımı değişiyor. 

*en son yazdığımdan bu yana bol bol güneşi doğurdum. buralarda bir türlü bitemeyen yazın keyfini bir de bu şekilde çıkarayım dedim. madem 100 metre yürüyünce denize ulaşıyorum; güneşi sabah serinliğinde güzelim kumsalda karşılamayanı da döverler bence. 

*yine ceza yedim. bu sefer iskele emniyetine haftalık olağan bağışımı yaptım. bin tl'yi bir güzel ceplerine indirdiler. demek ki neymiş tilkilerin kuyruklarını bağlamaya çalışırken direksiyon sallamayacaksın kardeşim; sonra çembere (göbek'e demek istiyorlar) 80km hızla girdin diye yersin cezayı. 

*geçen haftasonu girne'ye gittim. giderken o sıkıcı lefkoşa yolundan gitmeyeyim de bakalım ne kadarını hatırlıyorum diye geçitkale'den içeri girdim. vurdum kendimi önce ovaya sonra da dağa. çam ağaçlarının arasından kıvrıla kıvrıla dağ yolundan gidince yol sonunda denize vardı. çok seviyorum sonu denize çıkan yolları. bundan sonra girne'ye giderken bu yolu kullanıcam ama akşam gidilmez. tek bir aydınlatma yok. korkunçlu bir yol olur geceleri. sanırım henüz o kadar delirmedim. bana belli de olmaz sırf atraksiyon olsun diye ya da "gece nasıl bu yol acaba?" diye meraktan da gidebilirim bir gece ansızın. 

*bu arada en sonunda kendi arabama kavuştum. bütçemin yettiği kadar minnak ve de yaşlı bir arabam var artık ama olsun ayağımı yerden kesiyor ve bağıra çağıra şarkı söyleyerek oraya buraya gidip gelebiliyorum ya bana yeter. rengi de kırmızı (geçen yazdan beri ne çok kırmızı şeyim oldu. daha önce hiç bu kadar kırmızı eşya yoktu hayatımda). yolları ateş gibi yakıcam benim yaşlı kızla. kesin bundan da ceza yerim. 

*tam nefret ediyorum buradan diyorum; biri, bana bir hoşluk yapıyor ya da hiç farketmediğim bir şeyi gösteriyor bu şehirde. geçen hafta bu adada oldukça eski olan bir arkadaşım beni görmeye, atladı geldi girne'den (hayat, çok enteresan şekillerde, yaşantımıza bir şekilde dahil ettiğimiz kişilerin, bize ne kadar değer verdiklerini, vermediklerini ya da veriyormuş gibi yaptıklarını gösteriyor. tabii eğer görmeyi becerebilirsek; orası da ayrı bir konu) ve bana hiç bilmediğim ve o olmasa bilemeyeceğim bir mağusa'yı bir parça gösterdi. "amaaan eski şehir diye" burun kıvırdığım sur içinde neler neler varmış meğer...görmeyi bilene lezzetli kokteyller yapan barlar, lezzetli balık lokantaları ve de muhteşem bir butik pansiyon varmış. resmen ağzım açık kaldı ve bakış açım değişti. "vay be" dedim "bu gargacıların kentinde ne cevherler saklıymış". 

*bu "gargacı" muhabbetini de yine bu arkadaşım anlattı. meğer 67-70 arasında olaylar iyice kızıştığında mağusa halkı şimdi sur içi dediğimiz bölgede kuşatılmış. günlerce surların içinde kalan halk bir süre sonra yiyecek sıkıntısı çekmeye başlayınca protein ihtiyaçlarını kargaları avlayıp yiyerek karşılamışlar. ondan buranın halkının ismi "gargacılar" olarak kalmış. surların tam karşısında bir yerde koskocaman bir karga heykeli var. beni de buraya bu gargacılar çağırmadı mı zaten? kan çekti kesin. 

*geçen haftaki bu sürpriz turistik gurme programından sonra mağusa bana külkedisini hatırlatmaya başladı. havalı ve dikkat çeken ablalarının (girne ve lefkoşa) yanında sönük, sıradan ve hiç dikkat çekici olmayan külkedisi özünde ablalarına on basar ama ihtiyacı olan bir peri ve sihirli bir değnektir. aynı şekilde mağusa'ya da bir sihirli değnek lazım. işte o zaman şımarık girne'ye ve onun yancısı lefkoşa'ya on basabilecek. 

*geçen seferkinden farklı olarak hiçbir eşya getirmeyince; çok az parça ile idare edebilmeyi öğreniyor insan ve bir sürü şeye hiç ihtiyacı olmadığını anlıyor. ne fazla kıyafete ne de fazladan eşyaya ihtiyaç var aslında. bir gün birisi "ıssız bir adaya gidecek olursan ne alırdın yanına?" diyecek olsa (aaaa e ben gelmişim zaten ıssızdan hallice bir adaya...şimdi yazarken farkettim); o zaman şöyle değiştireyim: bir yerde yeni bir hayata başlayacaksanız ve "yanınıza üç eşya alacaksın" deseler bence çengelli iğne, süzgü ve çaydanlık alın. gerisine hiç gerek yok. 


2 yorum:

Sadece C. dedi ki...

Çengelli iğne mi? :))) Ya ben senin anlattığından pek sevmeye başladım bu şehri ama dur bakalım hayırlısı....
Geçen seferki cezada kıbrıs olduğunu bilmediğim için istanbul plaka mı demiştim, hani güneye arabasıyla taşınanlar misali.. Birkaç yazı önce aydınlandım :P
Karga yemek.. ilginç, karga bir de en akıllı kuşlardan biridir, nasıl avladılar acaba?!

karga'nın günü dedi ki...

Sevgili C., evet çengelli iğne çünkü bütün ayrılmış şeyleri ve de bütün fazlalıkları toparlayıp birleştirme özelliğine sahip muhteşem bir icat bence. Pantolon bol mu geliyor? bel kısmında kenarlardan topla fazlalıkları tuttur çengelli iğne ile giy pantolonu. Perdenin eteği mi sökülmüş? topla içeri doğru tuttur çengelli iğne ile dikinceye kadar idare eder.
Kıbrıs'tayım ben ve bilumum Kıbrıs emniyetinden farklı nedenlerle ceza yiyorum :)) yollarda ışık yok hatta doğru dürüst yol yok ama çemberlere hızla girmemek hayati mesele.
Valla yemişler kargaları. detayları öğrendikçe yazıcam. Sevgiler :))