26 Eylül 2022 Pazartesi

yhn 4 / değilmiş(im)


 *bugün okulda oryantasyon vardı. çocikler yani yeni öğrenciler(im /imiz) geldiler. hepsinde böyle "üniversiteli oldum, hayatın tozunu bir attırıcam var ya, şaşıp kalacaksınız" havası. bilmesen feleğin çemberinden geçmişler de bir tur daha atmaya gelmişler sanırsın öyle bir afra tafra. tabii diyemiyorsun "yavrum bu havaların kime"; atıyorsun içine. zaten en güzeli her şeyi içine atmak. içimizde maşallah dipsiz kuyu at atabildiğini, yer çok her şey sığıyor. 

*akşam kokteyl verdiler, yeni dönem şerefine. ses düzeni berbat, değil rektör hocanın (burada rektöre böyle hitap ediliyor) söyledikleri canlı dinleti yapmaya gelenlerin çaldıkları da duyulmadı. rektör hoca kendine konuştu, kemancılar kendilerine çaldılar. hiç kimse ne bir şey duydu, ne de bir şey dinleyebildi. rektör hoca konuşurken yanlışlıkla "mikrofon bozuk herhalde" diyeceğime "rektör hoca bozuk herhalde" dedim ama sonra kendisi bizimle tanışmak için yanımıza geldiğinde söylediği hiçbir şeyi anlayamadık çünkü mute tuşuna basılmış gibi sesi hiç çıkmıyordu. bir an kendimi akvaryumda ya da denizin altında gibi hissettim, dudak hareketlerini görüyorum ama sesleri duyamıyorum. hakkaten bozukmuş rektör. 

*bugün Bay T.'nin göz kapağı ameliyatı vardı. çaktırmadan estetik yaptırmaya başladı ama hiçbirimize itiraf etmiyor. efendim neymiş göz kapakları o kadar gevşemiş ve düşmüş ki televizyon izlerken ışığı kırıyormuş, yazın sıcaktan göz kapaklarından terliyormuş. neyse göz onun kapak onun, nasıl rahat ediyorsa. bugün fazlalıkları aldırmış rahat etmiş. aradım geçmiş olsun diye; kapatırken "seni özledim" dedim; "bu kadar çabuk mu?" dedi. "aa neden ki?"dedim "ne bileyim dataların tezin vs ile uğraşırken beni özlediğini farkedersin sanıyordum biraz erken oldu" dedi. "yaw ben seni olduğun gibi seviyorum, datalar ve tez vs işin kreması"dedim. "hee" dedi "iyi o zaman. ben de seni ve yaptığın yemekleri özledim" dedi. bizimki de bir garip dostluk. ara tatilde gidince bir gnocchi yapayım da datalarımı kontrol etsin. 

*"çok yalnız bir insan olduğuma" dair saplantılı bir düşüncem vardır. bugün D. ile konuşurken kapatmadan önce "bak bir senenin sonunda, canın bir şeye sıkılır, üzülürsün, ayrılmak istersin ama gidecek yerim yok diye sakın düşünme, bana gelirsin, ben de adaya (Gökçeada / nedir bizim adalarla alıp veremediğimiz bilmiyorum) taşınmış olurum büyük bir ihtimalle, o zaman bakarız başımızın çaresine. ben varım merak etme" dedi. aynı şeyleri kardeşim de havaalanına bırakırken demişti; "git ama dönersen ıslık çal, bakarız bir çaresine". o kadar yalnız değilim / değilmişim galiba ya da ben ağlayayım diye yapıyorlar. :)))

*ne kadar çok "bugün" yazdım "bugün". 

25 Eylül 2022 Pazar

yhn 3 / davay davay

 



*dün akşam yeni iş arkadaşları ile kaynaşma toplaşması vardı. ben A. ile (ya bazen "dünya küçük" lafını doğrulayacak o kadar garip şeyler oluyor ki hayretler içinde kalıyorum. sen buraya gel, istanbul'da birlikte çalıştığın kişinin aile dostunun kızı senin yeni iş arkadaşın olsun. nassı bir iş bu böyle? kassam bütün tanıdıklarımın birbirleri ile olan bağlantılarını gösteren bir tablo çıkarırım kesin. bir boş zamanımda uğraşayım. antin kuntin işler müdürü olmak bunu gerektirmez mi?) ortak tanıdığımız olduğu için doğal kaynaşık olduğumuzdan bütün günü beraber geçirip sonrasında toplaşma mekanına gittik; neyse Z. ile başlayan mekana oturmuşlar, gittik bulduk yeni colleague'lerimizi sonra garson kız geldi, gecenin ilerleyen saatlerinde masalarda dansöz oynayacağı için burada oturmayı isteyip istemediğimizi tekrar sorgulamamız gerektiğini belirtti. zaten yediğim trafik cezasının acısı hala sıcakken, bir de dansöz mansöz denilince, çığlık atarak kaçasım geldi. "te allahım" dedim "nereye düştüm ben böle? ne dansözü ne masası?". 

*yan komşularım rus. gündüz sessiz sakin takılıyorlar ama akşam tanıdıkları bütün rusları yemeğe çağırıyorlar herhalde çünkü hemen hemen her akşam kalabalık güruhlar halinde yan balkonda toplaşıp, birbirleri ile sürekli bır bır bır konuşuyorlar yemek masasının etrafında. o kadar çok konuşuyorlar ki bu gidişle yakında rusçayı sökerim gibi geliyor. zahmetsiz rusça dersi negzel işte. bu akşam bir tanesi gitar çalıp, şarkı da söyledi. dansözden kaçarken detone rus'a yakalandım. allahın sopası yok. 

*bugün teftişe çıktım. bakalım neler ne kadar değişmiş göreyim dedim. iki eski arkadaşımı da teftişe çıkmışken göreyim, üç beş laflayalım derken eve dönüşüm karanlığa kaldı. kestirme olur belki diye hiç bilmediğim bir yola daldım ama yolu hakkaten bilmiyormuşum, kayboldum. uçsuz bucaksız çayırların ortasında daracık çift şeritli köy yollarında alacakaranlıkta yol aldım. arabaya bir şey olsa ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu, kurda kuşa üç vakte kadar yem olmama ramak kaldı. evin yolunu gösteren sapağa gelince derin bir nefes aldım ama o kadar gerilmiş ve korkmuşum ki eve geldiğimde bütün kaslarım acıyordu. "kızım bu yaşta ne bu heyecan, macera merakı allasen, iyice delirdin artık sen!" derdi anneannem olsaydı. 

*delirdim mi hakkaten acaba ya? şimdi bunu yazınca aklıma şu soru düştü: insan delirdiğinin farkında oluyor mudur yoksa olmuyor mudur? deli kime göre neye göre delidir? mesela canım ciğerim İ'cim bu hafta Fethiye'nin bir dağ köyünde üç köpeği, iki keçisi ve sayısız kedisi ile görece doğal bir hayat yaşamayı seçen lise arkadaşını görmeye gitti. bir haftadır canlı bağlantılar yaparak bana oradan haber akışı sağlıyor. İ'ciğimi bir kere de buradan tebrik etmek istiyorum çünkü bana göre doğal yaşam anlayışı ile "bundan daha pis nasıl olunabilir ki acaba?" diye beni düşüncelere gark edecek kadar pisliğin üst limitini aşmış arkadaşında bir hafta kalmayı başardı. benim kafamı kesseler "o pisliğin içine düştü pislendi" diye eğilip kafamı yerden almayacağım kadar pis bir ortamda oturuyor, yemek yiyor ve yatıyor. aklıma geldikçe fenalıklar basıyor bana. şimdi bana göre İ'ciğimin arkadaşı hafif hafif delirmiş. ancak bu kızcağızın tarafından baksak olaya belki de kendi evi dışında hiçbir yerde çıplak ayak yürüyemeyen, böyle bir şeye çok mecbur kalırsa parmaklarının ucunda yürüyen, cif ve dometossever ben delirmişimdir. hangimiz deli nerden bilicez? ya da delilik bambaşka bir şey mi ki?. yıllar önce evlatlık almak için başvurmuş, bekleme listesine girebilmek için gereken testleri yaptırmak zorunda olduğumdan Erenköy ruh ve sinir'de hatırı sayılır bir süre geçirmiştim. oradaki hastalar gayet aklı başında görünüyorlardı halbuki. işte deli kimdir kime denir?

24 Eylül 2022 Cumartesi

yhn 2 / hoşgeldin




 *bugün "hoşgeldin" cezası yedim. sabahtan beri evdeydim, öğleden sonra olan toplantı için okula gitmek üzere yola çıktım ve bütün hafta ve gün boyu aramayan arkadaşımın arayacağı ve benim de istanbul alışkanlığı ile telefonu açıp arabayı kullanırken bir güzel konuşasım tuttu. buraya kadar her şey güzel. ancak beş dakika sonra sağ tarafımda bir karaltı benimle birlikte gitmeye başladı. bu karaltı ile birlikteliğimiz kafamı hafif yan çevirince o karaltının, kendini McGawyer sanan ada polislerinden biri olduğunu farketmem, onunla güneş gözlüklerinin altından göz göze gelmemiz, bana nazikçe sola çekmemi işaret etmesi, ehliyet adaya giriş kartı vs sorması ve sünnet çocuğuna takarmış gibi bin tl cezayı yapıştırıp gitmesi ile son buldu. vallahi böğrüme öküzzümsü bir şey oturdu. aklıma geldikçe nefesim daralır. zaten bir türlü denkleştiremediğim bütçemin üstünden tır geçmiş gibi oldu. illa bir trafik cezası yiyorum bu adada. sen türkiye'de yıllarca yaşa, araba kullan, tek bir ceza ödeme, adaya taşın her seferinde dakka bir gol bir, bir hoşgeldin cezası taksınlar sana. ada emniyet güçlerinin kalkınmasından ben sorumluyum. biraz daha yaşım geçsin, emniyet müdürlüğüne adaylığımı koyucam. yapmış olduğum katkılardan dolayı hakkımdır. 

*eve gelince kedilerim karşılardı beni; şimdi mişerolar (semender) karşılıyor. iki gündür eve geldiğimde kapının arkasında minnak mişerolar görüyorum. eve girdikten bir on dakika sonrası onları kazasız belasız sağ salim evden atmaya çalışmakla geçiyor. allahtan pek hızlı değiller ve hamam böceklerinden daha sevimliler de elime alıp atabiliyorum. 



22 Eylül 2022 Perşembe

yhn* 1 / cif


*bugün yeni hayatımın ikinci sabahıma uyandım. ilk gün ve geceki paniğim ve koşa koşa kaçma isteğim biraz daha sakinledi gibi. ara ara gözlerim doluyor ama o da konfor alanımdan çıktığımdan galiba. insan ne çabuk kendine konfor alanı oluşturuyormuş vay arkadaş. oysa hepi topu üç seneyi bulmuştu tekrar istanbul'a alışmam. 

*(hangi ara birbirimize bağlandık bu kadar aziz istanbul? seni biraz zor terk ettim bu sefer; çağırır mısın çağırmaz mısın çok düşündüm ama aramızdaki seviyeli ilişkiyi koruyalım dedim henüz birbirimizden nefret etmeden. daha önce de söyledim seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli.)

*dün bütün gün yerleşme ve temizlik ile geçti. yeni bir hayata başlarken yanınızda olması gereken en "olmazsa olmaz" nedir? tabii ki cif ve ekürisi domestos. minnak konutta düzenlediğim temizlik operasyonunda cifi sürdükçe her yer parıl parıl parladı. yer parladıkça ben hayatımı parlattım; sanki her şey temize çekildi. ben yorgunluktan söndüm o ayrı ama yerler cillop gibi parladı ya gerisi önemli değil. bal dök yala oldu her yer, gönül rahatlığı ile kıvrıl yat. 

*denizle de merhabalaştık bugün. sanki o da rahatlattı biraz beni. denizde olmak çok iyi geliyor bana. önceki hayatımda balık mıydım acaba? 

*yarın yeni iş arkadaşları ile "welcome dinner" yapacağız. bakalım buradaki yeme içme mekanları nerelermiş keşfedelim. şimdilik herkes çaktırmadan gözlem yapıyor. yeni bir yerde işe başlamanın zorluklarından biridir bu. biri sizi hep gözetler; ancak bir senenin sonunda rüştünü ispatlarsın ve kabul alırsın ya da alamazsın. bakalım neler olacak göreceğiz. 

*her sene doğum günümde kendime bir hediye alırım. bu sene doğum günüme çok az kala koskocaman bir hediye verdim kendime: a brand new life. tepe tepe kullanayım bakalım. çok heyecan annecim. 



*yhn: yeni hayat notları. 

19 Eylül 2022 Pazartesi

hikaye

 



Fatih Terim belgeselinde diyor ya: "ben ve benim gibi insanlarda hikaye bitmez, hikayenin sonu da olmaz. daha hikayelerimiz bitmedi. bakalım neye karar vereceğiz?". 

üzerinize afiyet bende de hikayeler bitmiyor...karar verildi...kaldığımız yerden başka başka hikayeler yazmak için katillerin cinayet mahalline geri dönmesi gibi bir geri dönüş yapıyorum. ancak bir farkla; hikayemin ilk kısmında korktuğumu kendime bile itiraf edememiştim ama bu sefer yüksek sesle söyleyebiliyorum: korkuyorum. 

umarım cesaretim ve inadım korkumu yine yenebilir. 

14 Eylül 2022 Çarşamba

halay vs mantık


favori deyimiyle eski Türkiye'de kuaförlerde çeşit çeşit kadın dergileri olurdu; Harpers Bazaar, Cosmopolitan, Vogue...böylece saçlar fönletilir, boyatılır ya da kestirilirken bir yandan kuaförün bitmek bilmeyen anıları, dedikoduları dinlenir bir yandan da güncel moda akımlarını, ünlülerle yapılan çekimleri ya da kısa diyet reçetelerini hızlıca gözden geçirip update olma şansınız olurdu. heyhat yeni Türkiye'de kuaförler var ama dergisiz. zaten son moda akımları öğrenebilmek için instagram yeter de artar bile. işte bu eski zaman dergilerinde illa her ay ünlü ya da sosyetik bir kişi ile kısa röportajlar olurdu. "en sevdiğiniz şehir?", "en sevdiğiniz pasta kreması", "en sevdiğiniz ayakkabı çekeceği" gibi alakalı alakasız şeyleri sordukları ve söz konusu kişilerinde orijinal ve ne kadar seçkin olduklarını göstermek için abuk subuk cevapları, hiç duymadığımız markaları sıraladıkları bir bölümdü bu röportajlar. ancak illa "hayattaki mottonuz nedir?" diye sormayı ihmal etmezlerdi. uzun bir süre düşündüm ben hayattaki mottom nedir diye bu röportajlar yüzünden. hani olur da günün birinde sokakta falan sorarlarsa -dergiye çıkacak yeterlilikde ünlü ya da seçkin olmadığımdan- pat diye yapıştırayım mottomu soruyu sorana diye hazırlandım ve sonunda şunda karar kıldım: "mantık sizi a noktasından b noktasına götürürken, halay her yere götürür." bu kıvamda da takıldım açıkcası. tabiri caizse kapı gıcırtısından aldım gazı, antin kuntin bir sürü işe daldım, düzenler kurdum düzenler bozdum. 

amma velakin artık bu motto'yu değiştirmenin vakti geldi. bir süredir kendimi biraz Alice Harikalar Diyarında'nın Alice'i biraz da Matrix'in Neo'su gibi hissediyorum. kırmızı ya da mavi haplardan birini tercih edeceğim / etmek zorundayım ama "hangi yoldan gideyim?", "hangisi doğrusu?" diye sorduğumda tavşan: "nereye gideceğini bilmiyorsan hangi yoldan gittiğinin bir önemi yok" demesin çünkü halaydan yoruldum biraz. tamam eğlendik, güldük de artık mantığımızı kullanıp şaşmadan a'dan b'ye gidelim, adımlarımız romantik bir slow dans kıvamında temkinli, rahat ama zamanında atılmış olsun. bilemiyorum Altan, nasıl olcak bu işler. 

böyle karanlık bir ormanda el yordamı ile gidip, derin derin nefesler almaya çalışıp, "may the force be with me" be canım diye diye kasacağıma bir koşu master Yoda'ya gideydim de doğru yolu bana en azından ima etseydi. o da olmadığına göre anlayacağınız ünlü düşünür ve viskolog Johnny Walker'ın dediği gibi "keep walking" de karar kılmış olacağım da sanki biraz arka fonda bir süre Nilüfer'den "demek yine bana hüsran, bana yine hasret var, yine bana esmer günler düştü" dinleyeceğiz. 

11 Eylül 2022 Pazar

ikigai



bilmem küçükken başınıza geldi mi...hani canınız deli gibi dondurma çeker... söz verilir istediğiniz kadar dondurma yiyeceksinizdir ama önce yemeğinizi bitirmeniz gerekir. o çok beklenen dondurmayı yiyebilmek için bütün lokmalar çiğnenmekten sakız olur, boğazdan zar zor geçer, o yemek bir türlü bitmek bilmez. sonunda aslında çok normal boyutlarda olan, sabırsızlığınızdan dev gibi bir şeymiş gibi gelen o tabak biter ve siz koştura koştura dondurmacıya gider, en sevdiğiniz dondurma çeşitlerini külaha koydurtmaya başlarsınız...böğürtlenli, vişneli, sakızlı, çikolatalı...koskocaman bir dondurma olur. mutluluktan ağlayasınız gelir ve nasıl da tadını çıkara çıkara yiyeceğinizi düşünürsünüz. tam iki üç ısırık alırsınız dondurmanızdan, pat diye o koskocaman dondurma yere düşer. dehşet içinde baka kalırsınız kaldırımın üstünde yayılmış dondurmaya. ağlamakla ağlamamak arası, inanmakla inanmamak arası, o çok istediğiniz ve sabırsızlıkla "olsa keşke" diye beklediğiniz bir şeye kavuşmuşken elde olmayan nedenlerle bir anda o çok istediğiniz şeyi kaybedersiniz. 

bu hafta sonu en sevdiğim dondurmaya kavuştum, tam doyasıya tadını çıkaracakken elimden kaydı, gitti. şimdi sadece anısı var. 






4 Eylül 2022 Pazar

baba

dünden beri çoklukla seni düşünüyorum. bugün tam 13 sene oldu sen gideli. "şimdi hayatta olsa ne yapardım acaba?" diye soruyorum kendi kendime. herhalde koluna girer, seni deniz kenarında bir meyhaneye götürür, bir büyük Beylerbeyi Göbek (kendime torpil geçiyorum, en sevdiğim rakıyı söylüyorum, kusura bakmazsın sen bilirim) söylerdim sonra da gözlerinin içine bakıp, derdim ki: 

"anlat baba ya, içinden ne geçiyorsa anlat. ben seni hiç dinlemedim. o kadar kendi sesimle meşguldüm ki zamanında, başka seslere hele hele senin anlatacaklarına, anlatmak istediklerine, anlatamadıklarına, hayallerine, hayal kırıklıklarına, sıkıntılarına sağır kaldım. o kadar kendi gürültümü önemsedim ki diğer her şey benim için gereksizdi, fazlalıktı. artık anlatmıyorum daha çok dinliyorum baba. geçiyorum insanların karşısına dinliyorum. anlatıyorlar bana hayallerini, hedeflerini, bozgunlarını, gönül kırgınlıklarını, hırslarını, keyiflerini, mutluluklarını, mutsuzluklarını, ben dinliyorum. o kadar hoşlarına gidiyor ki bir dinleyen olması, kendilerinden geçiyorlar anlatırken. biri de demiyor "ya sen? sen ne haldesin?". hoş sorsalar da o kadar hunharca, acımadan kırdılar ki beni zamanında, kimselere bir şeyler anlatasım gelmiyor. "valla ne olsun, aynı işte" diyorum. bir de "şey" diyorum sürekli. konuştuklarım kulağıma çarpınca bu aralar, hep "şey, şey" demem takılıyor, sinir oluyorum kendime. muhtemelen dinlediklerimin içinde kaybolduğumdan, bir an toparlanıp, yüzeye çıkamıyorum ondan "şey"liyorum sürekli. ama sen bakma bana baba, durma anlat anlatabildiğin kadar, söz ben de anlatacağım bu sefer. neler neler anlatacağım bir bilsen. yaşarken sana hiç anlatmadığım kadar çok anlatacağım. bu aralar bir filmin fragmanında şöyle söylendiğini işittim: "babalar hep yarım kalır". öyle galiba. sen hep yarımdın yaşarken de, ölünce ben yarım kaldım. o yüzden bence eksik bu söz; "babalar hep yarım kalırsa, çocuklar da hep yarım kalır" demeleri lazım. sana yarımlığımı anlatırım, sonra biraz denizi seyreder yine devam ederiz anlatmalara doymamaya."

varsa denildiği gibi başka başka parallel evrenler, şimdi senin 72 yaşında sapasağlam, keyifli ve mutlu olduğun, deniz kenarında rakılarımızı yudumladığımız ve seni çok sevdiğimizi hepimizin bildiği bir hayatı yaşıyoruzdur umarım.