*dün akşam yeni iş arkadaşları ile kaynaşma toplaşması vardı. ben A. ile (ya bazen "dünya küçük" lafını doğrulayacak o kadar garip şeyler oluyor ki hayretler içinde kalıyorum. sen buraya gel, istanbul'da birlikte çalıştığın kişinin aile dostunun kızı senin yeni iş arkadaşın olsun. nassı bir iş bu böyle? kassam bütün tanıdıklarımın birbirleri ile olan bağlantılarını gösteren bir tablo çıkarırım kesin. bir boş zamanımda uğraşayım. antin kuntin işler müdürü olmak bunu gerektirmez mi?) ortak tanıdığımız olduğu için doğal kaynaşık olduğumuzdan bütün günü beraber geçirip sonrasında toplaşma mekanına gittik; neyse Z. ile başlayan mekana oturmuşlar, gittik bulduk yeni colleague'lerimizi sonra garson kız geldi, gecenin ilerleyen saatlerinde masalarda dansöz oynayacağı için burada oturmayı isteyip istemediğimizi tekrar sorgulamamız gerektiğini belirtti. zaten yediğim trafik cezasının acısı hala sıcakken, bir de dansöz mansöz denilince, çığlık atarak kaçasım geldi. "te allahım" dedim "nereye düştüm ben böle? ne dansözü ne masası?".
*yan komşularım rus. gündüz sessiz sakin takılıyorlar ama akşam tanıdıkları bütün rusları yemeğe çağırıyorlar herhalde çünkü hemen hemen her akşam kalabalık güruhlar halinde yan balkonda toplaşıp, birbirleri ile sürekli bır bır bır konuşuyorlar yemek masasının etrafında. o kadar çok konuşuyorlar ki bu gidişle yakında rusçayı sökerim gibi geliyor. zahmetsiz rusça dersi negzel işte. bu akşam bir tanesi gitar çalıp, şarkı da söyledi. dansözden kaçarken detone rus'a yakalandım. allahın sopası yok.
*bugün teftişe çıktım. bakalım neler ne kadar değişmiş göreyim dedim. iki eski arkadaşımı da teftişe çıkmışken göreyim, üç beş laflayalım derken eve dönüşüm karanlığa kaldı. kestirme olur belki diye hiç bilmediğim bir yola daldım ama yolu hakkaten bilmiyormuşum, kayboldum. uçsuz bucaksız çayırların ortasında daracık çift şeritli köy yollarında alacakaranlıkta yol aldım. arabaya bir şey olsa ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu, kurda kuşa üç vakte kadar yem olmama ramak kaldı. evin yolunu gösteren sapağa gelince derin bir nefes aldım ama o kadar gerilmiş ve korkmuşum ki eve geldiğimde bütün kaslarım acıyordu. "kızım bu yaşta ne bu heyecan, macera merakı allasen, iyice delirdin artık sen!" derdi anneannem olsaydı.
*delirdim mi hakkaten acaba ya? şimdi bunu yazınca aklıma şu soru düştü: insan delirdiğinin farkında oluyor mudur yoksa olmuyor mudur? deli kime göre neye göre delidir? mesela canım ciğerim İ'cim bu hafta Fethiye'nin bir dağ köyünde üç köpeği, iki keçisi ve sayısız kedisi ile görece doğal bir hayat yaşamayı seçen lise arkadaşını görmeye gitti. bir haftadır canlı bağlantılar yaparak bana oradan haber akışı sağlıyor. İ'ciğimi bir kere de buradan tebrik etmek istiyorum çünkü bana göre doğal yaşam anlayışı ile "bundan daha pis nasıl olunabilir ki acaba?" diye beni düşüncelere gark edecek kadar pisliğin üst limitini aşmış arkadaşında bir hafta kalmayı başardı. benim kafamı kesseler "o pisliğin içine düştü pislendi" diye eğilip kafamı yerden almayacağım kadar pis bir ortamda oturuyor, yemek yiyor ve yatıyor. aklıma geldikçe fenalıklar basıyor bana. şimdi bana göre İ'ciğimin arkadaşı hafif hafif delirmiş. ancak bu kızcağızın tarafından baksak olaya belki de kendi evi dışında hiçbir yerde çıplak ayak yürüyemeyen, böyle bir şeye çok mecbur kalırsa parmaklarının ucunda yürüyen, cif ve dometossever ben delirmişimdir. hangimiz deli nerden bilicez? ya da delilik bambaşka bir şey mi ki?. yıllar önce evlatlık almak için başvurmuş, bekleme listesine girebilmek için gereken testleri yaptırmak zorunda olduğumdan Erenköy ruh ve sinir'de hatırı sayılır bir süre geçirmiştim. oradaki hastalar gayet aklı başında görünüyorlardı halbuki. işte deli kimdir kime denir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder