25 Ocak 2018 Perşembe

annemin bohçası



Çok uzun yaşadım. Hatta bana sorarsanız haddinden fazla uzun yaşadığımı da söyleyebilirim, ama tabii bazen bazı şeyler sizin elinizde olamayabiliyor. İstesem uzun olduğunu düşündüğüm bu yaşam süremi kısaltabilir miydim? Pek tabii, ama kendimle ilgili size bir sürü sıfat sayabilirim, ancak "hayatıma son verecek kadar cesur" bu sıfatlardan biri değil ne yazık ki. Hem cesur değilim hem de hep önümdeki maçları merak ettim; hadi burada itiraf edeyim size. İşte bu "önümüzdeki maçlara olan merakım" beni ayakta tuttu. Bir de annem.
Annem benim tüm hayatımı şekillendiren insandır. Şimdi aklınızdan neler geçtiğini biliyorum; "klasik annesine övgüler düzen yaşlı yazar bozması konuşması olacak eyvah!" dediğinizi duyar gibiyim. Yok endişelenmeyin, annemin ne kadar harika bir insan olduğunu falan söyleyecek değilim. Aksine annem o akla gelen, koruyan, kollayan, yemek pişiren, saçını süpürge eden, fedakar annelerden değildi. Aklına estiği gibi, aklına estiği şekilde yaşardı çünkü anı toplayıcısıydı annem. Sanırım tek derdi de buydu. En basit şeyi bile etkileyici kılmasını bilir, o anın hayatınızdaki en unutulmaz, en harika, kendinizi en iyi hissettiğiniz ve özel hissettiğiniz an olmasını becerirdi. Bu konuda doğal bir yeteneği olduğunu söyleyebilirim. Okuldan çok üzgün geldiğim bir gün taze pişirdiği kurabiyelerle odama gelip, yaptığı o komik dansla beni kahkahalarla güldürmeyi başarmış ve odada birlikte yere uzanıp bir yandan boş boş tavanı seyrederken, bir yandan da dertleşip nasıl da hafiflediğimizi ve sonra odadan çıkarken masamın üstüne bıraktığı kendi elleriyle yaptığı o minik seramik kuşu hatırlıyorum. "Bugünün hatırası olsun; bakınca aslında bazı şeyleri ve kişileri olduğu gibi kabul etmenin ve her şeyi oluruna bırakmanın en iyi çözüm olduğunu hatırlarsın" demişti. Böyleydi işte annem...Yaşadığımız o küçük sahil kasabasında hafta sonu dağda ya da deniz kenarında yaptığımız o uzun yürüyüşlerde yanından hiç ayırmadığı o minik bez bohçanın içini o günü hatırlatması için çakıllarla, çiçeklerle ya da yine o bohçanın içinde bulunan minik deftere o gün ile ilgili hissettiklerini yazdığı iki satırla doldururdu. Evin içi annemin bohçasında getirdiği taşlar, kurumuş çiçekler ve anısı olan daha bir sürü ıvır zıvır ile doluydu. "Bugünü bir daha tekrar yaşama şansımız sadece bugün hissettiklerimizi ve yaşadıklarımızı bize hatırlatacak bu küçük şeyler ile olacak. Bu yüzden bunları iyi saklamamız lazım" derdi hep. Anı yaratmayı annemden öğrendim ve sonra büyüdükçe bu anıları kelimelere dökebilmeyi de kendim keşfettim. Şu an ne yaşadığım ev, ne bankadaki param, ne -her ne kadar memnuniyet verici olsa da- kazanmış olduğum ün benim asıl zenginliğim. Tek zenginliğim anılarım.
Anları yaratın, anılarınızı biriktirin. Geriye dönüp baktığınızda bohçanızı dolduran ve yanınızda götürebileceğiniz tek şey bu anılar oluyor. Gerisi sadece kocaman bir boşluk...


*hayatımın en boş senesini geçiriyorum. boş boş tavana bakmaktan sıkıldığım ve birazda yazmak için ellerim kaşındığından olsa gerek bizim üniversitenin "yaratıcı yazarlık" kursuna gitmeye başladım. bu da yazdığım ilk metin. sanırım bloguma da böylece tekrar geri döndüm. sık sık yazacağım gibi gibi...bakalım.