27 Aralık 2012 Perşembe

yılın en güzel zamanları bunlar

Geçen gün sosyal sorumluluk projesi kapsamında halkımla iç içe olabilmek, akıllı ve bilgili yeni nesiller yetiştirilmesine yardımcı olmak için gönüllü olarak çalıştığım okuldaki sınıfta otururken, telefonum acı acı çaldı. Baktım arayan Elizabeth nine. Ne zamandır konuşmuyorduk, heyecanla açtım telefonu.
"Ay büyükanneannecim, how are you ne var yu? ne zamandır konuşmuyorduk, iyi misin hoş musun?" dedim.
"İyiyim cicim ama seni çok miss you" dedi. "Ay sorma, ben de miss you" dedim. "Nasıl gidiyor hazırlıklar? Bu sene bekliyoruz, bak Charles dayın, Camilla yengen organik hindi siparişi verdi. Oxford bozkırlarında yetişiyormuş bu hindiler, çok leziz oluyormuş, sakın kaçırma. Biliyorsun Kate biraz bulantılı bir hamilelik geçiriyor, bu sene onlar yanımda olamayacak, Herry desen oniki olmadan o parti senin bu parti benim dolaşmaya gider, sen gel, beraber onikiye gireriz, sonra sen de Herry'nin partisine gidersin. Kate'in annesigil çok güzel Christmas pudding yaparmış, bu sene yılbaşı yemeğinde onun puddingini kaşıklayacağız. Camilla, kaynıgilleri pek seviyor, sen de gel, kaynaş onlarla, uzak kalıyorsun bizden" diye başladı aklınca planlar yapmaya. Her sene olduğu gibi bu sene de İngiltere'de büyükannem ve Charles dayımla yeni yıla girmek isterdim ama artık yaş kemale erdi, günü birlik İngiltere yoruyor. 31'i akşamı özel uçağıma atlayıp, teee İngilterelere git, çılgın bir yılbaşı partisinin ardından ertesi gün ayılınca eve geri dön, çok zor geliyor artık. Büyükanneme, bu sene beni affetmesini, Boğaz'a bakan yalımda vereceğim bir parti ile yeni yıla girmeyi planladığımı, yeni taşındığım sarayımdaki bu ilk yılbaşının benim için önemli olduğunu söyledim. Biraz sesi bozuldu ama olsun. Çok alıştı canım, her sene her sene İngiltere sıktı biraz. Aslında Carla'cım da çağırıyor ama Sarkozy'nin eski şaşası yok, şimdi teee Fransa'lara gidip, çapsız Sarkozy ile sıkıcı bir yılbaşı geçirmek istemedim. Neyse bu sene kafama göre bir yılbaşı geçirmek için, bütün hazırlıklar çoktaaaaan başladı. Parti için davetiyeleri, uşaklarım yalılara dağıtmaya devam ediyor. Sarayın temizlik ve yemek işlerinden sorumlu bayanlarının bir kısmı gelen hediyeleri açıp, tasnif etmek diğerleri ise gelen hediyelere karşılık hediye göndermek için sarayın bir odasına kapanmış haldeler. O kadar çok hediye akıyor ki saraya, sağolsun sevenlerim boş durmamış, elemanlarımın bir kısmını bu işle görevlendirdim. Aralık başında İtalya'daki Versace moda evinin sahibesi Donatella arayıp, "Bu seneki yılbaşı gece elbisen benden, valla kırılırım" dedi ama ben çoktan Tom Ford'a istediğim sırtı açık siyah dantel gece elbisesini diktirtmeye başlamıştım. "Valla Donatella, mi kia mo, mono peti! Belki gelecek sene" dedim, politik bir şekilde işi halletmek, bana gönül koymasını engellemek için "Gel, 50 metrelik çam ağacımı süsle, anlaşalım" dedim. Bayıla bayıla geldi ay başında, ağacı süsledi, ben de ona Dolmabahçe'de bir kahvaltı ettirttim, ülkesine gönderdim. Artık nasıl haber yayılıyorsa, sarayımda vereceğim partinin haberi İngiltere'den Amerika'ya dört bir kıtaya yayılmış. Geçen sabah jakuzide kahvaltı ederken, zırt telefon, baktım arayan Amerika'dan Martha Stewart. "Ooooo, honey bunny! What's up? How is it going, darling?" dedim. "Vallahi, I'm crazy şeri!" dedi. "Noyırdır?" dedim. "Çok önemli bir davet veriyorsun ve ben organizasyonunu, masa süslemelerini falan yapamıyorum ha! No comment vallahi! Yüce Jesus Christ adına çok sorry ben!" dedi. Gerçekten utandım çünkü geçen sene "ha, gülüm bu sene değil seneye yaparsın parti organizasyonunu" diyerek başımdan attığımı unutmuştum. Artık bu sene ona birşey yaptırmak lazımdı, partinin masa düzenlemesini ona verdim, ben bu satırları yazarken balo salonunda gerekli düzenlemeleri yapıyorlar. Gönlü olsun garibin. Dün de Jamie Oliver aradı. O da yemek servisini ve Christmas hindisini hazırlamak istiyor ama üzgünüm o ne zaman hijyenik yemek yapmaya başlar o zaman ona sipariş veririm. İki sene önce pilavdan çıkan saç aklıma geldikçe hala midem bulanıyor. Bu sene partinin yemek işlerini İspanya'dan Ferran Adria ve ekibine verdim. Daha önce İtalyanları denemiş memnun kalmıştım ama bu sene değişiklik yapıp İspanyollarda karar kıldım. Ama tatlılar tabii ki Pierre Herme'den. Ay yazarken yoruldum valla. Daha yapılacak ne kadar çok iş var. Şunun şurasında bugünü saymazsak üç gün kaldı yeni yıla. Yılın en sevdiğim zamanları bugünler ama çok yoruluyor insan. Neyse artık bilgisayar başından kalkayım da bakayım Martha neler yapıyor.

24 Aralık 2012 Pazartesi

kibrinde boğul

Yöneten olmak akıl, sağduyu, adalet, soğukkanlılık gibi birçok meziyetin yanında adil, hoşgörülü ve açık fikirli olmayı barındırır bence. Bu yüzden iyi bir yönetici olmak her babayiğidin harcı değildir. Ömrü hayatımda hem ülkeyi yönetenler hem de iş yerindekiler olmak üzere pek çok yönetici gördüm. kimisi az önce yazdığım tanıma yakındı kimisinin uzaktan yakından değil iyi bir yönetici olmak yönetme vasfı ile ilgisi yoktu. Ama hiçbirisi şu anda bizi yöneten sizkimolduğunubiliyorsunuz kadar cahil, hoyrat, adaletsiz, kendini bilmez, sorumsuz, dönek, yalancı, "ben dedim ben yaptım oldum"cu olmadı. Almış olduğu seçim sonuçları ile her geçen yıl daha da hoyratlaşan sizkimolduğunubiliyorsunuz, artık iyice gemi azıya aldı. Kafasına estiği gibi sistem değiştiren, yeşil alanlara bol bol cami vs. kondurmayı marifet sanıp, tarihe, yapmış olduğu güzel hizmetler yerine hilkat garibesi beton yapılarla geçmeyi büyüklük sanan zat-ı muhterem, son olarak demokrasilerin gerektirdiği şekilde kendisini protesto eden ODTÜ'lü öğrencilere ve üniversitenin akademik kadrosuna çattı. Kendi herşeyi bildiği gibi üniversitede hoca olmayı ve nasıl öğrenci yetiştirilip, bilimsel çalışmalar yapılacağını bildiği için, bu konuda da üniversite çalışanlarını ve öğrencileri eleştirdi, hızını alamayıp öğrencileri savcılığa sevk ettirdi vs. vs. Neyse sabah gazeteden öğrendiğim kadarıyla öğrenciler tutuklanmamış, serbest bırakılmış ama bu ne biçim bir hoşgörüsüzlüktür, ne kendini bilmezliktir. İnsan sırf bu sizkimolduğunubiliyorsunuz'un şuursuz hallerinden tiksinip, anarşist olası geliyor. Korkarım onun kibrinin ve bu kibrin sonuçlarından biz yanacağız. Bu ülkede yaşamak zorunda olan bir vatandaş ve hele de bir kadın olunca, geleceğimden oldukça endişeliyim. Ve açık konuşmak gerekirse artık bu ülkede yaşamaktan, anlamsızlıklara anlam yüklemeye çalışmaktan ve en önemlisi de güzel günlere dair inanç beslemeye çalışmaktan yoruldum. Eski bir ODTÜ'li olan ben, sizkimolduğunubiliyorsunuz'a ve onun yandaşlarının inandıklarına, yapmış oldukları eylemlere beddua etmeye bile tenezzül etmeyi gereksiz görüyorum. Ama diliyorum, sen sizkimolduğunubiliyorsunuz, umarım kibrinde boğulur, beraberindekileri de girdabında sürükler gidersin ve yine umarım bizim de ömrümüz fena eder de devrin döndüğünü, senin sorduğun gibi senden de hesap sroulduğunu görürüz.

21 Aralık 2012 Cuma

ben uyurken

Her sene olduğu gibi bu sene de yılbaşı kutlaması yapalım demişler pastane işi börekleri kapmışlar gelmişler öyle kapı gıcırtısında oynama meraklısı bölüm çalışanları. Dışarıda aniden karar değiştirip yağmaya başlayan karı falan umursamadan ikibinonüçü karşılamaya heveslenmişler. Görsen sanırsın lise öğrencileri sınıfta parti veriyor. İçime fenalıklar geliyor. Yapmacık samimiyet selinden kurtulmak istiyorum, "dur azıcık daha takılalım, birazdan gideriz" diyorlar. Şansıma pirinçli ve börülceli salatalar yapılmış. Fena değil, insanın boğazından geçiyor. Normal şartlar altında ciddi ciddi koridorlarda akademik adımlar atanların en ufak bir gitar tıngırtısında salsadan rumbaya bilemedin tangodan göbek dansına savrulmalarını salonun bir köşesinde dikilerek yeni gözlüklerimin arkasından garip garip bakarak seyedeiyorum. Bir yandan da dışarıda şaka gibi başlayan karın tutmasını seyrederken araba ile kaymadan eve nasıl dönebileceğimin hesaplarını yapıyorum. Sabır katsayımdaki inanılmaz gelişmenin sonucu olarak yeni yılı karşılama uyuzluk partisinden kaçıp, arabama atlayıp kaymadan çarpmadan çarpılmadan eve varıyorum. Her zamanki karşılama komitesi beni esneyerek karşılıyor kapının arkasında. Öpüşüp koklaşıyoruz. Mama su olaylarımızı hallettikten sonra bana bir ağırlık çöküyor, yatağımın içinde yumuşacık yorganıma ve yastığıma sarılarak uyuya kalıyorum. Uyuyorum uyanamıyorum. Arada gözümü açıp kalkmaya çalışıyorum ama sanki yüzyıllardır uyumamışım, öyle ağır bir uyku. Sonunda o ağır uykudan sıyrılıp uyanmayı başarıyorum. Ayılıyorum ve anlıyorum. Meğer ben yıllardır uyumaktaymışım, kendim olduğum sandım kişi meğer rüyalarımda gördüğüm biriymiş. Meğer ben çalıştığım yerde çalışmaz, yaptığım işi yapmazmışım. Meğer yaşadığımı sandığım hayat sadece bir rüyaymış. Ben uyurken beklenen kıyamet olmuş; herkes rüyalarına gömülmüş. Yaşadıklarını sandıkları hayat, meğer sadece bir rüyadan ibaretmiş. Aslında 21 Aralık'ta ne olacak diye konuşup durur,  korkunç doğa olayları, patlamalar çatlamalar beklerken, ben uyurken, hepimiz uyurken kıyamet oluvermiş de haberimiz olmamış, olamaz mı?
Neden olmasın? Olabilir!!!

14 Aralık 2012 Cuma

yine



Her pazar aynı şey oluyor son zamanlarda. Saati altıya kuruyorum, kalkar yürüyüşe çıkar, kahvaltı eder öyle işe giderim diyorum ama pazartesi sabahı alarm çalınca saati, önce 6:15'e sonra 6:30'a en sonunda da 6:45'e kuruyorum. Her kalkışımda 'Of Allahım, bu hafta nasıl geçecek yaeee!!' diye söylenerek kalkıyorum. Ne pozitif bir kalkış di mi??? Sonra böğrüme koskoca bir taşı basıp ardından yüzümü yıkamak için tuvalete giderken çalışmanın erdemleri ile ilgili özlü sözleri hatırlamaya çalışıyorum, hiçbir özlü söz bulamazsam ben kendim yaratıyorum; 'Çalışmak mutluluktur!' gibi mesela ya da hiçbirşey işe yaramazsa kazık kadar olmuş ama akılları ve ruhları beşinci sınıf bebelerinden farksız olan öğrencilerimin komikliklerini düşünüp kendimi motive etmeye çalışıyorum. Her sabah ama her sabah aklıma hep aynı şeyler geliyor. Kendimi hallice motive edip yollara düşüyorum. Ama işin komik tarafı şu ki nasıl geçer dediğim her hafta su gibi geçip gidiyor. Bir bakıyorum cuma gelmiş şimdi olduğu gibi bilgisayarımda vakit geçiriyorum.
Yaaa işte böyle ömür haftaların geçip geçmeyeceği üzerine kurulu. Aslında hiç dert etmemeli, gün yirmidört saat, ha sabah oldu ha akşam oldu derken bir bakıyorsun bitti gün. Şimdi önümüzdeki haftanın nasıl geçeceğini dert etmeden yılbaşı hazırlıklarına konsantre olmalı. Malum zaman yine yeniden 'yılbaşında çılgınca eğlenme zamanı!!!!'

7 Aralık 2012 Cuma

21 Aralık





"Hocam, makarna stokladınız mı?"
"Yooooo"
"Bulgur stoklayın hocam!"
"Niye? Uzun süreli Karatay diyeti mi yapıcam?"
"Hayııırrrr hocam, 21 Aralık yaklaşıyor! O gün üç gün sürecek karanlık olacakmış, elektrikler kesilebilirmiş, soğuk suda şişen ve yenilebilir hale gelen bir tek bulgur. Makarna soğuk suda şişmiyoooo!"
"Yaaawww bırak, boş işler bunlar!"
"Aaaaa!!!! Hocam öyle demeyin, annem beni eve çağırıyor. 'Gel buraya o gün, eğer birşey olursa hep beraber olalım!' dioo hocam. Valla siz de birşeyler yapın bence."
"Ne yapayım? Ne olacaksa olur! Uğraşamam valla!"
"Ayyy hocaaam! Çok soğukkanlısınız!"
"Valla o gün gelir de dünyanın sonu olursa, size çok üzüleceğim. Bu genç yaşınızda boşu boşuna çalışıyorsunuz. Ödev vs. kasıp duruyorsunuz."

Ya işte böyle! Her yeri olduğu gibi bizim sınıfları da 21 Aralık Marduk heyecanı sardı. Oradan buradan duyulan, kulaktan dolma bilgilerle herkes birbirini panikletmeye çalışıyor. Ne yalan söyleyeyim, yukarıdaki konuşmadan sonra eve gidip makarna stoğuna baktım. Allahtan makarna stoğu sağlam ama bulgurda problem var. Ne olur ne olmaz diye atalım kenara bir iki paket. Eğer bu görüşleri ve iki haftadır cnbce'de yayınlanmaya başlayan Revolution dizisini dikkate alacak olursak, en kısa zamanda kılıç kalkan dersine başlamalı ve Tae bo, Aikido gibi kurslara gidip ileri dövüş teknikleri öğrenmeli. Zira elektrik falan gidecek olursa millet birbirini kıracak ve eli kılıç tutanlarla iyi karateciler hayatta kalacak. Hoş bana sorulacak olursa hem ülkede hem de dünyada giderek artmaya başlayan cinnet hali, abuk subuk iş yapma, baştan savma ruhu, ırkçılık, ayrımcılık, ötekileştirme, tolere etme eksikliği belki herşeye sıfırdan başladığımızda son bulur ve insanlık kendine bir çeki düzen verir.

3 Aralık 2012 Pazartesi

zorunluluks

Geçen hafta olduğu gibi tatildi. Her tatil gibi çabucak geçti. Bu duruma alıştım artık ne tatil bekliyorum ne de bitecek diye günleri sayıyorum. Saya saya tatiller, günler hayat bitiyor.
Tatil bitti ama ben deli gibi yorgunum. Yok öyle deli gibi dolaşmaktan falan değil. Aksine tatilde hiçbirşey yapmadım; genelde hep evdeydim, evde işlendim. İşlenmekten de değil yorgunluğum; ben zorunluluklardan yoruldum.
Yatmak zorunda olmaktan, uyumak zorunda olmaktan, giyinmek zorunda olmaktan, yemek zorunda olmaktan, çalışmak zorunda olmaktan, kart ödemek zorunda olmaktan, okumak zorunda olmaktan, kilo almamak zorunda olmaktan, düşünmek zorunda olmaktan kısacası insan dair ne varsa onlara zorunda olmaktan yoruldum. Zaten zorunda olduğum zorunluluklardan ya da saçma sapan nedenlerle kendime koyduğum zorunluluklardan çok sıkıldım. Etrafıma baktığımda hemen herkes halinden memnun gibi. Memnun olmasalarda pek bi tevekküllüler, gidip geliyorlar. Her gün gözümü açtığımda kendimi gün sayarken buluyorum. 'bilmem neye kaç gün kaldı?', 'bilmem neye dört hafta kaldı!'. Böyle böyle yiyorum günlerimi. zorunluluklarımın içinde boğularak.
Neyse Aralık ayının ilk yazısı post tatil travmasından doğan pek bir depresif yazı oldu. Daha neşeli yazılara inşallah!