Normalinde ne olur? Yaz gelince deniz, kum, güneş tatili yapılır di mi? Ama Satürn'nün etkisindeki Terazi burcu Kargası yapsa yapsa yazın muson tatili yapar. Satürn yine yaptı yapacağını önceki hafta ortalığı kavuran güneş ışınları, mola vermek için benim tatile gittiğim o değerli altı günü buldular ve yerlerini musonları aratmayan yağmurlara bıraktılar. Yirmi senedir gittiğim "anne pansiyonun" mekanı Altınoluk'ta sadece bir kere böyle yağmur yağdığını görmüştüm ama bu sene tam beş gün tepemizden aşağıya kovayla su boşalttı yüce yalebbi ( bu bir satürn + şakacı yalebbi ortak prodüksiyonu). Tabii bu yağan yağmurlar bana gittikçe genişleyen şabrel ve buna ek olarak iki iskele dubasını andıran bacaklar/baldırlar olarak geri döndü. Annem zaten hiç çıkmadığı mutfağına yağmurlar ve yeni damat faktörlerinden dolayı daha bir gömüldü, gömüldükçe döktürdü, benim içimdeki kötü, tembel uyuşuk ses coştu "ye bebeeem nasılsa denizde yüzer ortayı bulursun" diye bas bas bağırdı, ben önüme geleni hüplettim. Hatta bir seferinde güzelim kızarmış Manyas peynirini "çok tuzlu" bulan sevgili, tabağındaki iri peynir parçasını geri iade ederken ben havada kapıp, "ziyan olmasın" bahanesi ile mideye yollayınca, herkes iştahıma "maşallahı" çekti (maşallah da şimdi gel de bana sor, işten çık koş basık spor salonuna).
Bütün bu ye iç yan gel yat Osmanlık tatilinde, yaptığımız tek aktivite iki gün yüzmek dışında akşamları çarşıya yürümek oldu. Ama bu yürüyüşler bırak fiziksel faydayı ruhumu da zedeledi. Zira on onbeş sene öncesine kadar bakir, şirin bir Ege sahil kasabası iken bir anda "buralarda oksijen pek fazla, Alplerden sonra dünya ikincisi" gibi inanılmaz bir kampanya ile İstanbul'a pazarlanan bu yer şimdi tam bir kitsch mekan olmuş.
"Belediyeler nasıl beldelerini mahvederler?" konulu bir tez çalışması yapılacaksa eğer buna en iyi örnek olarak burası verilir. Nasıl cahil ve aptal belediye başkanları tarafından parsel parsel satılan zeytinlikler, biçimsiz çirkin, ruhsuz yazlıklara dönüştürülür, belediye nasıl tonla parayı alır ve hiç hizmet sunmaz veya sahiller bütün halkın iken nasıl bir gecede nerden geldiği belli olmayan kişilerce çay bahçesine, gözlemeciye dönüştürülür ve yirmi senedir elinizi kolunuzu sallaya sallaya oturup güneşlendiğiniz sahilde yabancı konumuna düşürülürsünüz bunları hepsi tekmili birden burada.
Eskiden ben yeni yetme gençken şimdi 80'lerden kalma iğrenç bir diskoya dönüştürülmüş Antik Bar diye bir mekana gitmeye can atardık. Bahçesinde yaşlı zeytin ağaçlarının olduğu taştan duvarları olan çok hoş, o zamanlar için havalı bir mekandı. Öğleden sonra güneş batarken bahçesine masalar konur hafiften içkiler yudumlanırdı. Şimdi oranın esamesi bile okunmuyor. Karşına açılmış türkü bar ile yarışırcasına orasına burasına çirkin pimapenler koymuşlar, gecekonduya benzemiş.
Ama tüm bunların ötesinde beni en çok sinirlendiren, bütün bu anlamsızlığa kişiliksizliğe tüy diken ise çarşının ortasına açılmış olan koskocaman Mado oldu. Görünce ağzım açık kaldı. Üstüne iki beden büyük gömlek giymiş kadın gibi sırıtıyordu çarşının ortasında. Yirmi yıldır dişleriyle tırnaklarıyla ayakta kalmaya çalışan belde dondurmacılarına yapılacak en büyük kötülüktür bu. Gerçi benim dondurmacıya sorunca "olsun ya, bize birşey olmaz, onun müşterisi ayrı bizimki ayrı" diyerek mütevazı davrandı ya da bana karşı kuyruğu dik tutmaya çalıştı orasını bilemem. Bir dahaki gidişimde durumu görücez.
Sonuç; bizim oralar hızla dibe vurmakta hatta vurmuş da ağlayanı yok. Alaçatı, Bozcaada bunca yıl değişmeden ama bir şekilde modernliği de içinde eriterek bugünün en fazla yerli yabancı turist çeken yerleri iken bizim Altınoluk'un olan tüm potansiyeli cahil belediye başkanlarının buldozerlerinin altında yok olmuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder