Yaz başından beri sabırsızlıkla beklediğim tatil geldi de geçti bile. Bir hafta hem çok uzun hem de oldukça kısa bir zaman. Sanki hiç gitmemişim gibi ama eve dönünce önümde uçuşan tozlar ve bomboş dolap ne kadar uzun bir zamandır ortalarda olmadığımın göstergesi. Neyse girişi bu kadar deriiiin ve içli tutmak kafi. Gelelim Rodos, Santorini ve Mykonos'tan oluşan gezimizin detaylarına.
Ayın onbirinde saat 4'te Kamil Koç'un Marmaris'e giden otobüsüne binmemizle başladı yolculuğumuz. Binmesi iyiydi de, onüç saat süren yolculuk ve arkamızda bütün gece horlayan amca yüzünden telef olmuş bir halde, gayet bitkin ve uykusuz indik Marmaris'e. Saat sabahın beş buçuğu olduğu ve Rodos feribotu da 8:30'da kalkacak olduğundan, yapılacak tek şey Marmaris otogarında oturup birşeyler yemek ya da kestirmekti. Biz birinciyi seçip, kaşarlı tostlarımızı garip bir çay eşliğinde kemirip, o saatte (herhalde başka izlenecek birşey olmadığından, çay bahçesinin sahibi, o kanalı açmıştı)
"Bez Bebek" dizisinin bir bölümünü izledik. Sabahın köründe o ibiş gibi Şoker adlı kuklayı görmek kalan tüm uykumu aldı götürdü, g
özümü kırpmadım.
Saat 7'ye kadar bu şekilde takıldık sonra bir taksiye atlayıp Aksaz'a feribota binmeye gittik. "Allah allah" dedim "Ya 8:30 feribotu için bu kadar erken gitmeye ne gerek varki ?" diye sordum durdum. Ama doğrusunun bu olduğunu 7:30 itibarı ile ortalığı bir anda dolduran bilumum yabancı pek de güzel açıkladı.
Tam vaktinde kalktı feribot ve onun hareket etmesiyle, sevgiliyle ben derin bir uykuya daldık. Ağzımız açık uyuduk büyük ihtimalle.
( Kimseler yokken bu hanfendi ile sabah güneşinin keyfini çıkardık. )
Bir saat sonra işte Rodos !!!
Feribottan in, pasaport kontrolüne gir, çık, bavulu bir yere bırak vs. saat 10'u buldu. E Santorini feribotu saat 17'de kalkacaktı. Yani bize adanın önemli yerlerini görebilmek için şööle 6-7 saatlik bir zaman kalıyordu. Ama gözlerimizi doyurmadan önce midelerimizi doyurduk.
( Ömrü hayatımda hiç bu kadar çok kola içmemiştim)
Sonra eski şehrin Orta Çağ'dan kalma mahallesinde dolaşmaya başladık. Dükkanlar her ne kadar günümüzü yansıtsa da eskinin izlerini görmek mümkündü.
Böyle ilginç anlara da tanık olduk :))))
Rodos eski ile yeninin içiçe olduğu bir ada. Ege'deki Yunan adalarının en büyüğü ve en düzenlisi. Herşey yerli yerine oturmuş. Gezdiğimiz eski mahalle ve Rodos Şövalyelerinin sarayının etrafındaki dükkanların esnafı, bizim esnafa oldukça benziyor. Sürekli müşteriyi kendilerine çekmeye çalışıyorlar. Her dükkan birbirinin aynı hediyelik eşya, göz boncuğu, kupa, bardak altı vs. ile dolu. Türkiye'de Eminönün'de ya da Kapalıçarşı'da satılan birçok şeyi burada bulabilmek mümkün. Türklerle Yunanlılar'ın herşeyleri ortak. İnsanları bile birbirine benziyor. Birçok insan bizim Yunan olduğumuzu düşünüp konuşmaya "Kalimera !!!(merhaba)" diye başladı.
Saat 17'den önce feribotumuza binmiştik bile. 7 saatlik sürecek ve bizi Santorini'ye götürecek olan koca feribotta kendimize güzel bir yer bulup, biraz daha az ızdıraplı geçecek bir geceye daha hazırlandık.
Arkası yarın...Santorini'de yapılması gereken on şey nedir?, nerde yenilir? nerde kalınır?
Bekleyin, çok yakında....
2 yorum:
Efendiimmm,
Hoşgelmişler, sefalar getirmişler.
Yolculuğun başlangıcı yorucu olmuş biraz, ama sonrası güzel gelmiş anladığım.
:))
Bence RODOS için otobüsteki amcanın horultusu bile çekilir, ne iyi yapmışsınız, darısı başıma:))
Yorum Gönder