Malum sınav zamanı. Dönem bitti. Koskoca ondört haftayı devirdik gitti. Kışın ara tatil sonrası çalışma takvimini elime aldığımda ufak çaplı bir kalp spazmı geçirmiş, "hadi leyn, bu dönem nasıl geçer?" diye pek bir karalar bağlamıştım. Takvime çarpılar ata ata bir dönemin daha sonuna geldik. Bir grup öğrenci daha bölümlerine gidecek, bir grubu bizimle birkaç dönem daha okuyacak. Buncağızların İngilizceyle arası bozuk ve sanırım hiçbir zamanda iyi olamayacak ama hayat adil değil ne yazık ki. Meslek edinmek için seçtikleri yol ise ne yazık ki tamamen İngilizce bilgisine dayalı. Neyse asıl mesele bu değil.
Bu sabah sınavları bitirmiş ofise dönerken, daha önce hazırlıkta okuttuğum öğrencilerime rastladım. MEZUN OLUYORLARDI!!! Gözlerim yerlerinden fırladı. Yaw daha dün bunlar, ben sınıfa girdiğimde örgü örmüyorlar mıydı. Evet, bunlar garip bir gruptu. Erkek öğrenciler, Kadıköy-Bostancı minibüs hattını işletiyormuşlar da arta kalan zamanlarında okula değil meslek edinmeye, bayan öğretmenleri nasıl sözle sinir ederize gelmiş bir grup minibüs şöförü kılıklı, elleri tespihli, sıranın üstüne vurup "Bitse de gitsek" diye tempo tutan beylerdi. Kızları ise "özgür kız" ayaklarında, ağızlarında koca koca sakızlar, her ay saç modelini ve rengini değiştiren ve evet bir sabah sınıfa girdiğimde ellerinde örgülerle onları görünce "yaw ben hala uyuyorum ve bu da bir rüya galiba" diye düşünmeme yol açan azıcık kendilerini şaşırmış hanım!!!kızlardı. Ben daha dün gibi bunları hatırlarken, ne zaman dört sene geçti de mezun oldu bunlar. Demek bu okulda tam beş seneyi bitirmişler ve mezuniyet hakkı kazanmışlardı. Ölee bakakaldım onlara. Asıl şaşırdığım bu şuursuzların nasıl mezun olduğu değil, o kadar yılın hangi ara geçip gittiğiydi. Ben daha birçok şeyi dün olmuş gibi düşünür ve büyümeyi reddederken, bir zamanlar benim öğrencim olmuş olanlar çoktaaan mezun oluyorlar, evleniyorlar, çoluk çocuğa karışıyorlar.
Bütün bu olan bitene inanamıyorum. Ben daha büyümedim. Benim içim hala onaltı hadi bilemedin yirmialtı. Takvimler ya da matematik hesaplamalar aksini söylese de ben hala nerde ne muzurluk var onun peşindeyim. Hala sırtıma çantamı atıp dere tepe dümdüz yürüyebileceğimi ve hiç yorulmayacağımı düşünüyorum. Hala giyim kuşamım bile kırk yaşına yaklaşmışlar gibi değil. (Var öyle arkadaşlarım kırkına geliyor ama görsen en az elli dersin. Elleri kolları altın bilezikli, popo göbek yerinde, gülerken hepsi ayrı oynuyor, çocukları boylarına yaklaşmış, yanyana yürürken nerdeyse beni de kızları sanacaklar (vallahi abartmıyorum), konuşmarı falan öyle büyük büyük.) Belki de ben hala büyümediğimden, yılların nasıl geçip gittiğini anlamıyorum. Zaman içimde durmuş ama gerçekte akıp gidiyor. Ve ben zamanın bu hızına karşı ne yapacağımı bilemiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder