artık ayağımı nasıl sürüdüysem Güneydoğu Anadolu bölgesine özellikle de Antep ve çevresine üçüncü ziyaretimi gerçekleştirdim geçen hafta sonu. gönül farklı bir yerlere mesela İtalya'nın herhangi bir yerine ya da Peru'ya falan ayağımı sürümüş ve oralara üçüncü beşinci kez gidebilmiş olmayı isterdi ama kısmetimizde Antep varmış. işin komik tarafı habire yemek yapan ve yiyen biri olmadığım gibi olabildiğince az et yemeğe çalışan hatta ve hatta veganlığa geçiş yapmaya çalışan biri olarak Antep ve Urfa'ya habire gitmek kaderin muhtemel anlamsız şakalarından biri. zira turlar kebap ve lahmacun yeme isteği ile yanıp tutuşan yurdum insanları ile dolu. kebap ve lahmacun dışı alternatifleri değerlendirmek için bu sefer yeterli vakit yoktu. hadi ilk gün sabah kahvaltısında yediklerimizle biraz bu açığı telafi ettik diyelim.
daha önce bir kaç kere gelince, alışkanlığın verdiği bir boş vermişlik oluyor. ben bu sefer boş sepet gibi dolaştım diğerlerinin yanında. yanımdakiler kendilerini o dükkan senin bu dükkan benim diyerek oradan oraya atarlarken, ben yan kulvarlardan olaya müdahil olmadan yol almayı seçtim.
Antep turu nihayet sona erdiğinde, alacaklılar "alınacaklar listesindekilerin" yanına attıkları tik sayısını tamamladığında, klasik Tahmis kahvesinde kahve ve baklava olayına girildi. Antep'e gelip "cevizli baklavanız var mı?" diye sorarak literatüre geçmiş, üstelik kahvenin sahibinin işletme okumuş işletmeci oğlunun -bu isteğimle- kalbine indirmiş (gözlerini kocaman açıp, "Antep'te cevizli baklava???" diye sordu) olabilirim; şansımı denedim napayım. herkes fıstıklı baklava sevmeyebilir.
Antep'teki ışık hızı turdan sonraki durağımız yerli Como gölü Halfeti'deydi. Başka ülkede olsa akıllıca bir reklam kampanyası ile dünya çapında olabilecek kadar değişik bir atmosferi olan göl turu maceramız, yüzer bir restoranda akşam yemeği molası vermemiz, ellerimizi yıkamak için tuvalete giderken rehberimizin ıslak zeminde kayıp düşerken refleks olarak ellerini açması ile telefonunu göle düşürmesi ve benim başını çektiğim "telefon arama seferberliğinin" başlaması ile "tam teşekküllü maceralı" göl turuna döndü. olaylı gece, göl manzaralı inşaatı devam eden otelimize intikal etmemiz, odamızı bulmamızla kapanış yapacaktı. ancak oda kapısını açıp normalde kartonpiyerin arkasında takılı olan kornişin ve haliyle ona asılı olan perdelerin camı kapatmış olmalarını beklerken, bizim odanın perdeleri ve kornişleri halı üzerinde takılmayı tercih etmişler ve grup olarak tavandan tabana dikey geçiş yapmış halde bizi karşıladılar. biran bunun halfeti otellerine özgü bir perde asma biçimi olduğunu düşünsem de allahtan çabuk toparladım. neyse bu enteresan karşılama, perdeleri ve kornişi sistemin çarklarında olmaları gereken yerlere monte etmek için odamıza teşrif eden iki otel çalışanına mini bir "suriyeli mültecilerden memnuniyet anketi" yapabilmeme olanak tanıdı.
ikinci günün en büyük eğlencesi Urfa'daki sıra gecesi oldu. kendi kendime "nasıl yapsam da yan çizsem gruptan ayrılsam da şu sıra gecesine gitmesem" diye bütün gün kafamda türlü türlü planlar yaptığım sıra gecesinden bırak kaçmayı, gecenin sonunda urfalı hemşerilerimle halayda mendil bile salladım. ama asıl olay çifköftecinin alana girişinde yaşandı. büyük tezahürat, alkış, ıslık eşliğinde içeri girince çiğköfteci, dedim ki "millet ittifakının adı açıklanmayan adayı herhalde bu abimiz". inanılmaz bir forsla girdi, alnının teriyle çiğköftesini yoğurdu ve misafirlerine ikram etti. acı ile aramız bozuk olduğu için bu turda kendisini pas geçtik. velhasıl şunu da öğrendik ve kayıtlara geçirdik ki, sıra gecesi anlatılmaz yaşanır ve ot kafası, rakı kafası gibi sıra gecesi kafası da vardır; adamı çarpar, nasıl çarptığını anlamazsın.
sıra gecesinin çılgın kalabalığından uzaklaşıp, urfa'nın karanlık, tenha sokaklarında, kız başımıza taytlarımız ile "nargileci keke"yi ararken allahtan herhangi bir milletvekili ile karşılaşmadık yoksa ertesi gün herhangi bir kanalda, hakkımızda "sıra gecesine gitmişşllleeerrrr, hem de tayt giyiyorlarmış. bu bir suçtur. kanunen yasaktır" diye konuşulabilir, hatta ve hatta kendimizi hastaglerde görebilir, change. org da kampanyamız bile açılabilirdi. neyse nargileciye gidişimize bir tek urfa'nın sessiz, gecenin karanlığına terkedilmiş sokakları şahitti. ama nargile çok keyifliydi. olur da bir daha gidersem malum ayağımızı sürüdük -habire pekiştiriyoruz bu durumu-yine keke'ye gider göbeklitepe'yi tüttürürüm.