Beni arada deli dürter, olmadık işler yaparım. Bilirim o delinin dürttüğü işi yaparsam ya başım belaya girecektir ya da o işten bana bir hayır gelmez ama illa yaparım. (Maksat deliye ayıp olmasın, yazık boşuna dürtmüş olmasın beni garip.) Neyse bugün de deli beni yine dürttü. Saat dört gibi lapa lapa yağacağı belli olan kara rağmen kalkıp velete ders vermeye gittim. Kapşonunu başıma geçirdiğimde beni Yıldız Savaşlarındaki Darth Vader'dan ayırt edilemeyecek hale getiren siyah uzun puf puf kaz tüyü paltomu pardon zırhımı geçirdim sırtıma düştüm yollara. Valla sokağa çıkınca yüzüme çarpan kardan değil de içimdeki Çalıkuşu'nu kıskandıracak öğretme azminden gözlerim yaşardı.
Sonunda veletin evine vardım, dersimizi yaptık, bitti. (Ders demeyelim de benim "hadi İ., yaz şunu da İ., valla bak içime fenalık geldi, yap da bitsin şu alıştırma" diye devam eden annevari monoluğum ve onun karşımda yaptığı şebeklikler bitti diyelim) Ben geçtim dönüş yoluna. Amaaaa dönüş ki ne dönüş. Veletin evinden çıktım kaldırıma adımımı attım, oooo bir baktım eğer artistik patinaj şampiyonasında derecen yoksa kaldırımda yürümen mümkün değil. Ya popo üstü stil takılacaksın ya da grokoromen emekleme! Ortası yok. Geri dönsem dönemem, veletin evinde mi kalıcam. Çaresiz "yürü karga" dedim, "yılmak yok yola devam. Aç sensörleri, al rüzgarı sırtına, mümkün olduğunca hızlı eve marş marş". Kendi kendime verdiğim bu gazla, başladım geyşa yürüyüşüne. Bu geyşa yürüyüşü benim, karlı havalarda kaymamak üzere kendi kendime geliştirdiğim bir stil. Umarım ileride artistik patinaj şampiyonalarında yer alan bir stil olur. Ayaklarınızı çok açmadan piti piti diye de adlandırabileceğimiz bir şekilde, minik minik ama hızlı adımlarla yol alıyorsunuz. Kaymalara karşı bire bir, tecrübeyle sabit. Geyşa stili ile geldim boğanın ordaki durağa. Oooo ortalık cam gibi. Her zaman vızır vızır arabayla dolu olan yolda, cinlerin çift kale maç yapmasına az kalmış. Otobüsler kaymamak için nazlana nazlana geliyorlar, bu arada biz de durakta bekleyen garibanlar olarak gittikçe buzdan heykellere dönüşmeye başlıyoruz. Yollar o kadar kötü buzlanmış ki, gelen otobüsü yakalamak için koşmak mümkün değil. Herkes bir balerin edası ile parmak uçlarında iki elleri yanda hızla ilerleyip otobüse yetişmeye çalışıyor. Durakta beklerken kayan yolda yavaş yavaş ilerleyen otobüslere bakıp, "aaaa şimdi biz yolun kenarında dikiliyoruz, ya şimdi bir otobüs kaysa gelse bize burda çarpsa, bir de eğitim şehidi olacağım. Aslında fena değil ha, fiyakam olur, okulda ölenlerin adına ağaç dikiyorlar, benim için de dikerler, kısa yoldan bir dikili ağacım da olur fena olmaz ha!" muhasebesini de yaptım, hemen birilerinin arkasına geçtim. Hayır otobüs çarparsa önce onlara çarpsın ki ben kendimi kurtarayım. İşte felaket zamanlarının ruh hali böyle birşey azizim, çıkarcılık had safhada.
Gelen otobüs sayısı az ve içleri öyle dolu ki, tek başına bindiğinde iki kişi inme ihtimalin çok fazla. Benim evin oraya giden iki tane otobüse sırf çok dolular diye binmedim. Binmedim de iyi mi oldu, yarım saat sırf kendi kendimle inatlaştığım için durakta o soğukta bekledim. Başka bir otobüs gelmeseydi, sanırım sol elimi ve ayak parmaklarımı kaybedebilirdim. Bindim otobüse ama bu seferde benim güvenli bölge dolu (otobüslerde güvenli bölge: ortadaki kapının hemen karşısında yer alan, kısmen içerlek alan. Kenarlarda tutacak ince demirler olduğu için kimseyle muhatap olmadan güvenli bir şekilde yolculuk yapma alanı. Otobüsün içinde sallanan plastik tutacaklara tutunup, şoförün her fren yapışında maymun gibi ordan oraya savrulmanın yaşanmadığı minik mutluluk alanı). Kaldım mı plastik tutacaklara. Sol elimde, başka gün alsam olmaz sanki, yeni aldığım kitapların poşeti, sağ elimle plastik tutacağı tutuyorum. Bir yandan da zaten yamula yamula giden otobüsün içinde savrulmamaya çalışmak için kendimi sıkıyorum. Bütün bunların üstüne bir de burnum akmaya başlamaz mı? Selpak teee çantanın dibinde. Ellerimi bıraksam yandaki amcaya kafadan giricem bırakmasam sümüğüm Avni gibi burnumdan aşağıya inecek tüm karizma yerle bir olacak. Bu sefer jimnastikteki becerilerimi sergileyip çantadan selpağımı çıkardım. O işi de hallettim.
Sonunda bir otobüs dolusu ağzı kokan (diş macunu reklamları boşuna yapılıyor) insanla olan yolculuğum sona erdi. Durakta inebilmeyi başarınca eve doğru geyşa stili deparımı attım. Yolda vızır vızır kayan arabaları izlemek pek bir eğlenceli ve aynı zamanda da öğretici oldu. Karda, araba ile yapılmaması gereken on kusurlu hareketi de öğrenmiş oldum sayelerinde.
Deli dürttü yollara çıktım ama itiraf ediyorum, dönüşte tırstım. Kadıköy'de kalacakmışım, eve dönemeyecekmişim gibi geldi bir an. Bir daha ki seferimde yanıma işaret fişeği almayı düşünüyorum. Ne olur ne olmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder