Bu sene, yaza sadece tahammül ettiğime, bu mevsime o kadar da bayılmadığıma karar verdim. Her sene yaza bir şans daha verirdim ama yok yok benim mevsimim açık ara sarı sonbahar.
Hazır bayram seyran rehaveti kalkmış, kış programı başlamış özel ders vs. ile hafiften sahalara geri dönmüşken, bir yaz ve sonbahar karşılaştırması yapayım dedim. Kendi tarihime de not düşmüş olayım, bakalım yıllar içinde fikrim değişecek mi?
Şimdi Allah için yazın hiç mi güzel tarafları yok; olmaz mı yazı yaz yapan, sıcak kumlardan (pardon taşlardan demek lazım çünkü bizim orası silme taş. Önce şezlongunu veya üzerine yatacağın havluyu taşların üzerine serip, bir iki toto darbesiyle en rahat olacağın şekli bulmak için uğraşman hatta mümkünse o şeklin sen eve gidinceye kadar kalmasını sağlamak için bütün ağırlığını taşlara verecek şekilde iki seksen yatman lazım) serin sulara atladığın an. Bak bunu hiç bir şeye değişmem. O serin suyun bir anda cimil cimil sıcak deriyi soğutma hissi mükemmel bir şey.
Sonra bir de yazı eğlenceli kılan "sahil delişmenleri" var. Onları seyretmekten doğru dürüst kitap okuyamıyorum bazen. Bu abilerin en büyük "sahilde abla tavlama pozu", plajın gerisinden koşa koşa gelip şaaaap diye suya atlamak. Ama bu değme serbest atlama şampiyonlarını kıskandıracak kadar artistik suya girişin arkası, kol kıvırmadan atılan kulaçlar ve her kulaçla senkronize bir şekilde sağa ve sola merdaneli makina misali çevrilen, suya sokulmayan kafalar.
Yazın bir bu abilerin bir de altmış yaş ve üstü yaşlı amcaların hastasıyım. Köpeği olanlar bilir, sabah akşam tuvalet ihtiyaçları için çevre sokakları tavaf etmeniz gerekir ve yazın hava ısındığında bu hem sizin hem de köpeğiniz için tam bir işkence olur. Haliyle erken saatler, havanın henüz ısınmadığı altı buçuk yedi gibi saatler, yazın köpek dolaştırmak için en ideal saatlerdir. Biz de Köfte bey'le yazın bu saatlerde çıkıyoruz dışarı ve çıkışımızda altlarında şort mayo üstleri çıplak (sadece erken saatte değil, gün içerisinde de itina ile şortun üstüne bir şey giymiyor bu amcalar. hayır bir Sean Connery de değiller, şöyle göz banyosu yapalım ama vardır herhalde bunun da bir hikmeti) koca göbekli erken saatte denize giren amca gruplarıyla karşılaşıyoruz. Bunlar sahilde belli aralıklarla konuşlanıyorlar ve hepsi birbirini tanıyor. Sanırım "şort mayolu üstü çıplak koca göbekli amca" klanı falan var bizim yazlık bölgesinde. Benim favorim tavla turnuvası yapan grup. Belli bir ağaçları var, her sabah sektirmeden tavla turnuvası yapıyorlar altı buçukta. Seneye bir iki el tavla atmak için, bu gruba yanaşma planım var, bakalım kısmet.
Bunlar yazın sevimli tarafları ama en sevimsiz kısmı o renkli strafor çubuklar. Herkesin elinde ışın kılıcı sallar gibi salladığı pembe, sarı, yeşil ve mavi renkte olan ve genelde yüzme bilmeyenlerin tercih ettiği ama bence hiç de boğulmaları engelleyici olmayan o aptal çubuklar, bütün plajların gözdesi. Sahile gelen her ailenin baş eşyası, bir de hiç bir yere sığmıyor. Onu bir yere koyabilirse plaja gelen aile, kendi de yerleşebiliyor. Ona bir yer bulmadan deniz keyfi namümkün.
Ama sonbahar öyle mi! Denize, havaya ve insanın içine bir dinginlik çöküyor sonbahar gelince. Yazın o haldır huldur koşuşturmacasındansa sonbaharın sessiz sahillerini, yağdı yağacak havasını, yağan yağmurun ardından gelen toprak kokusunu, balkona düşen yağmur tanelerini ayağımda çorap, üstümde sweatshirt izlemeyi, dışarda hafif bir rüzgar eserken, serin denize girmek için kendi kendimi kandırma çabalarımı ve denizde donup, suyun dışına çıkınca da serin rüzgarı hissedip titreyerek sıcak duşun altında ısınmayı, bu sefer "altmış yaş ve üstü altlarında eşofman, üstleri yelekli, çoraplı ayaklarına terlik giyen amcalar" grubu ile karşılaşmayı hatta bazıları ile köpek, hava, su, börtü böcek muhabbeti yapmayı, koskoca sahilin nerdeyse bana ait olmasını tercih ederim.