30 Nisan 2024 Salı

bazen

 "insan kendinin ne olduğunu bir türlü bilemeyebilir mi?" evet sorunun kendisi bir tuhaf ve anlaşılmaz cevabı nasıl verilsin ki????? doğrusu kafamda soruyu tam oluşturamadım, yazdım içimden geldiği gibi. peki şöyle yapalım...ben kafamdakileri yazayım siz soruyu ona göre oluşturun. 


durum şu...şubat'tan beri yaptıklarımı düşününce diyorum ki ben bunları nasıl yapabiliyorum. üstün zekalı falan hiç değilim ama neyim ben? benim yaptıklarımı herkes yapabilir tabii (ne mi yaptım?: şubat sonuna doğru danışmanım üniversiteden ayrılacağını söyleyince iki üç haftada tezimi toparlayıp sundum ve master maceramı tamamladım sonra 2015'te başladığım ama taşınmalar vs yüzünden bu seneye kadar ara verdiğim koşu macerama aralık ayında sıkı bir antreman programı ile geri döndüm ve 21 Nisan'da Long Beach'de yapılan maratonda 10K'ı 56 dakikada koşarak yaş kategorisinde 3. oldum. insanlık için küçük ama benim için inanılmaz bir şey bu.) ama tüm bu olan bitenleri düşününce kimbilir ilkokul, ortaokul, lise vs zamanlarında bu aklım olsaydı neler neler yapardım diyor ister istemez. beni küçük yaşlarda koşuya yönlendirselerdi ya da başka bir spor dalına ilgim olup olmadığına bakılsaydı ailem tarafından; hadi ailem bilemedi, okuldaki hocalar bir el atsaydı da ben 45 yaşımdan sonra koşmalara başlamasaydım ya da akademik bir kafam olduğunu birileri anlasaydı ve beni buna teşvik etselerdi ne olurdu acaba? neyse demem o ki insanların içinde kimbilir ne cevherler var ve bunları farketmeden bu dünyadan geçip gidiyorlar. keşke eğitim sistemi, ülke şartları daha iyi olsa ya da aileler bilinçli olsalar bu konularda veya insanlar hayatın koşturmacası içinde kaybolmayıp kendilerine yönelebilseler ve yeteneklerini farkedebilseler. işte kafamda böyle deli saçması sorular, yorumlar dönüp duruyor. bazen kendime biraz hayret etmekle birlikte çok gülüyorum. 



9 Nisan 2024 Salı

yhn 15 / update

 



*üç senedir zihnim master dersleri ve tez ile meşgul olduğundan şubat itibarı ile bu meşguliyet sona erince kendime gelemedim. mart ayını otomatik pilotta geçirdim desem yalan olmaz. sürekli kafamda bir ses "yapman gereken bir şey yok mu? sen hayırdır niye burada oturuyorsun?" diye habire beni dürtüp duran ses bir türlü susmadı. bu bayram tatili iyi geldi; gerçekten boş boş durup, tavana bakıp sadece kendimi update edip; dönüşte bitmesine 26 gün kalmış olan dönemi kazasız belasız tamamlamayı hedefliyorum.

*baharın gelişi ile bizim orada doğa resmen delirdi. o kıbrıs mimozaları meğer tüm kıbrıs'ı kuşatıyormuş. her yer sarı sarı top top çiçekli ağaçlarla dolu. bir de -herhalde geçen sene kafam taşınma telaşı vs. ile çok meşgul olduğundan farketmediğim- erguvanlar her yerde. bay nohut'u gezdirdiğim ilkokulun bahçesinde meğer koskocaman bir erguvan ağacı varmış (bknz: yukarıdaki fotoğraf)

* nohut bey'i sabah 05:30 gibi gezdirmeye çıkarıyorum. bütün şehri restoran kapatmak misali sadece kendim için kapatmışım gibi, kuş seslerini, nohut bey'in pati seslerini dinleyerek, portakal, limon ağaçları kokularını içime çekip, deli gibi açmış erguvanlara, badem ağaçlarına, erik ağaçlarına baka baka yürüyüp;  "teşekkürler tanrım ellerine sağlık, dünya pek güzel olmuş" diye diye dolaşmak bahar sabahı rutinim oldu mart ortasından beri. bayram tatilinden dönünce jakaranda'lar da açmış olacak; muhteşem bir bahar ve yaz bizi bekliyor kesin bilgi. 

* daha önce oldukça amatör bir şekilde başladığım koşu macerama; aralık itibarı ile oldukça ciddi; haftada altı antreman yapmak suretiyle geri döndüm. murakami gibi hem koşucu hem de roman yazarı olamam ama şu ömrü hayatımda koşabildiğim kadar tam marathon, bir yarım triathlon bir de tam triathlon yapıp bir kere de open water'da yüzersem çok harika olacak. istedikten sonra her şey mümkün değil mi ama öncelikle haftaya long beach iskele marathonunda iyi bir derece yapabileyim (kendi çapımda tabii; yoksa kürsü falan hedeflemiyorum). 

*bütün dünya 8 nisan güneş tutulması'nın sonuçlarına kilitlendi. bakalım altı ay içinde neler olacak, neler göreceğiz. biraz heyecan biraz da gergin bekliyorum bu sonuçları.

 


*yarın anneannemsiz ilk bayram. kalabalık bayramlarımızdan geriye bir şey kalmadı. annem, ben ve kardeşim, kaç gündür birbirimize bakıp "e napıyoruz şimdi bu bayram?" diye durup durup soruyoruz. alışmamız gereken yeni bir hayat var önümüzde. zaman bunun için değil mi zaten; dayanma gücü veren, sabrı öğreten zaman. 

1 Nisan 2024 Pazartesi

bahar

 dün geceden beri içimde kuşlar uçuyor, kalbim pır pır...böyle kıpkırmızı bir seçim tablosunu da görmek varmış kaderde. umarım ele geçen bu güzel fırsatı harcamazlar. 

dün gece nisan bir şakası değilmiş...bahar gerçekten gelmiş. 

12 Mart 2024 Salı

emek

 



Geçen hafta bir mail aldım. Geçen sene benim anlaşmalı olduğum bir eğitim şirketinden grup olarak İngilizce dersi alan ama dersleri pek sallamayan yok iş temposu, yok ruhi bıkkınlıklar vs nedenleri ile derslere düzenli gelmeyen eski bir öğrencim atmış maili. "ben bu ingilizce'yi öğrenemedim. sizden özel ders almak istiyorum; lütfen bana ders ücret bilgisini ve günleri yazar mısınız" diyor. ne cevap yazacağımı bir süre düşündüm çünkü özel ders ücretleri en son duyduğumda 800 ila 1.500tl arasında uçmuş bir fiyattaydı. bu rakamları istemek için ağzımı açsam dilim dönmez, bir türlü telaffuz edemem ben utancımdan ama millet çatır çatır bu meblağları istemekteymiş. haftada iki ders alması gerektiği de düşünülürse, nereye varır bunun sonu diye düşünüp, böyle fiyatları istemeye utanıyorum. "hadi" dedim "nasılsa online dersler, 500tl bence uçuk ders ücretlerinin yanında oldukça makul bir rakam" diye düşünüp, bu fiyatı ve günleri yazarak maili cevapladım. ertesi gün karşı taraf elini arttırdı:  "grup yaparsak fiyatınız ne kadar olur." bu şu demek bence: "aaaa hayatta ingilizce öğrenmek için 500tl vermem; yanıma iki kişi daha bulayım ki ücreti bölüşelim." "taksimiyim ben ya. taksimetreyi açtırıp, en uzak mesafeye gidip, ücreti bölüşeceksiniz. sana kaça dediysem onlara da o kadar olur kardeşim. ne bu ya...gündeliklerini dolar kurunun artışına bağlamış gündelikçiler kadar forsum yok mu benim. bir sene içinde neredeyse her ay arttırdıkları gündelik temizlik fiyatları 2 bin tl'ye ulaşmışken ve kimse kendilerine 'hadi len ordan, bal döküp de yalıyor musun? ne demek gündelik temizlik ücreti 2 bin tl demedikleri için kapanın elinde kalan temizlikçi kadar forsum yok mu benim de ders ücreti pazarlığı yapıyorsun a akılsız öğrenci. emeğimin değeri bu kadar mı yok; ben sana nefes tüketeceğim ya...yok size indirim mindirim" diye yazmak istedim ama tabii yazamadım. grup dersi yapıp, ders ücretini üçe bölüp saatini neredeyse 200tl'ye falan getirmeyi hesapladığını düşündüğüm eski öğrencime şu maili attım: "benim size yazmış olduğum fiyat sizin için özel fiyattı. grup olursa size 500tl, diğerlerine ise 750tl olur" no indirim yes bindirim; sorry but not sorry. 

28 Şubat 2024 Çarşamba

koptu valla

 



evvvveeetttt sonunda dananın kuyruğu koptu valla. tahmin ettiğimden çok daha hızlı, çok daha rahat, çok daha kolay hani su gibi aktı gitti derler ya öyle aktı gitti bütün tez savunmam. böylece bir klişe daha test edilip onaylanmış oldu; "bir şeyin olacağı varsa olur, çok da şey etmemek lazım". bundan sonra emekli, iki masterlı, kedili köpekli, dalmalı, koşmalı, terliğimizi ayağımızın ucunda sallayarak şezlongumuzda yayıldığımız güneşli günlerle hayatımıza kaldığımız yerden devam edip yeni maceralara atılmak için uygun rüzgarı bekleyeceğiz.  

19 Şubat 2024 Pazartesi

daha da

 büyük güne saatler kaldı....çok gerginim çünkü sunumda şahane saçmalayabilirim çünkü birinci masterımın sunumunda jüri üyelerinden birini tezimi kendisine önceden göndermeme rağmen, okumadığı ve düzeltmem gereken, yanlış olduğunu düşündüğü yerleri bana önceden bildirmediği için -bence haksız ve gereksiz- bir mini sinir krizi eşliğinde; "böyle şeyleri nasıl yazabildiniz, yanlış bunlar" diye avaz avaz bağırıp, beni bir güzel demoralize edecek kadar delirtmeyi, diğerini de "vay efendim, tez sunumuna niye börek çörek getirmediniz?" diye başlayan ve "eğer akademik camiada çalışmalarınıza devam etmeyecekseniz, tezinizi kabul ederim" şeklinde devam eden bir tehditle sonuçlanan bir dizi saçmalamayı söyleyebilecek kadar şuursuzlaştırmayı başarabilmiş ve "daha da akademinin bırak kapısını, kenarından köşesinden önünden arkasından dolananı eşşek tepsin" diyerek kendimi bu ortamlardan uzak tutup güllük gülistanlık bir hayat sürerken, üç yıl önce -herhalde pandeminin olacağı malum oldu- (genelde aptallara malum olur; bakınız şekil 1A) canım sıkılmasın diye kendime ikinci bir tez meşgalesi yaratmıştım. bakalım bu maceranın sonu çarşamba günü nasıl sonuçlanacak. kimi neden ne şekilde delirtebileceğim. azzzzz sooonnnnrraaaa. 

3 Şubat 2024 Cumartesi

dana ve kuyruğu

 



dananın kuyruğunun kopacağı aya girdik en sonunda. ne mi olacak? iyice sündürdüğüm tezimi cebren ve hile ile sunacağım bu ayın 21'inde. üç kişilik jürinin karşısına çıkıp zaten okudukları tezi bir de sözel anlatacağım yani anlatabileceğimi umuyorum. düşüncesi bile kalbimi çarptırıyor. muppet show'da balkondan gösterileri izleyen ve hiçbir şeyi beğenmeyen yaşlılardan statler'in (resimde soldaki bıyıklı) hemen hemen aynısı olan tez danışmanım, lütfedip şubat sonunda üniversiteden ayrılacağını söylediği için o gitmeden tezi bitireyim diye güzelim ara tatilimi bilgisayar başında, "bitse de kurtulsam" kıvamında gına getirdiğim tezimi toparlamakla geçirdim. biraz önce de son bölüm olan "conclusion" bölümüne noktayı koydum. yarın danışmanımın görüşlerine sunucağım. dilerim ki daha da kendimi böyle sancılı ve aslında yapmamla yapmamam arasında -artık- bir farkın olmadığı işlere bulaştırmam. zira kendimi böyle işlere bulaştırmak gibi bir yeteneğim var. tahtaya vurup, totomu kaşıyorum. 21 şubat günü saatler 12'yi gösterdiğinde kazasız belasız ben bu işten yırtarsam, bütün günlerimi ve gecelerimi dizilere, kitaplara, filmlere, makyaj videolarına (evet yaşım 47'ye gelince makyaj yapmayı öğrenmeye heveslendim) ve yemek tariflerine vermek gibi harika planlarım var. umarım 21 şubat'ta, "adddrrriiiiaaaannn" diye bağıran rocky misali ben de "geeeeçççççttiiiimmmm uulllleeyyyynnnnn" diye bağırabilirim. 

25 Ocak 2024 Perşembe

matematik

 




bugün sabah saatlerinden beri kasvetli bir hava hüküm sürmekte. eli kulağında beklediğimiz yağmur, tam nohut'la günün son ihtiyaç molasına çıkacağımız saatte yağmaya başladı. mecbur çıktık yağmurluklarımızı üstümüze çekip. ıslak ve sessiz sokaklarda dolanırken havanın kokusundan mı yoksa sokakların o terkedilmiş mekanlara has hüznünden midir nedir çocukluğuma dair en net hatırladığım anım aklıma düştü. 

mevsimlerden kış olduğunu çok net hatırlıyorum çünkü hava erkenden kararmıştı. annem, 80'lerde anne olan her kadın gibi güne gitmişti ve ben kardeşimle evde yalnızdım. hava karanlık ve yağmurluydu, kardeşimle paylaştığımız odanın ışıklarını açmadan pencerenin önünde annemin gelişini sabırsızlıkla beklediğimi hatırlıyorum. sabırsızlanışım ertesi gün matematik sınavımın olmasından. ilkokula başladığım günden itibaren, benim "matematiği yapamadığım" bir şehir efsanesi kıvamında, aile meclislerinin ana konularının arasında verilen reklam gibi bütün çocukluğum boyunca konuşuldu durdu. hatta yine çok net hatırladığım başka bir çocukluk anım ise yazları anneannemde kaldığım günlerde o mutfakta yemek pişirirken beni ocağın yanına oturtup, "neşeli matematik" kitabından (oyun oynayan mutlu mutlu çocukların çizildiği bir kapağı vardı; problemleri değil ama kapağı hatırlıyorum) problemler, alıştırmalar çözdürmesi. bir şekilde o problemlerin içinden çıkmadığımı da hatırlıyorum. neyse o gün annem bir türlü gelmek bilmedi. herkesin annesi babası işten evlerine döndü, karanlık ve yağmurdan ıslanmış sokağımız evlerine dönenlerin arabalarının farları ile aydınlandı ama annem görünmedi. odanın penceresinin önündeki koltukta otururken ve evin sessizliğinde daha da net bir şekilde duyuyan kalorifer kazanının tak takları (giriş katında ve kazan dairesinin üstündeydi bizim lojman dairemiz), sanki kalbimin atışını seslendiriyordu. o gün kendimi o kadar yalnız ve çaresiz hissettim ki her kış mevsimi geldiğinde yağmurlu, kasvetli ve sessiz öğleden sonralar bana bu anıyı hatırlatıp durur. annemi ne kadar bekledim, o ne zaman geldi, biz matematik çalıştık mı, ertesi gün sınavım nasıl geçti hiç hatırlamıyorum. oraya dair kayıtlı hiç bir şey yok; sadece o bekleme anı ve yaşadığım sıkıntı çok berrak. 

şimdiki aklım olsa; aile eşrafının bana matematik mobbingi yapmasına hiç izin vermezdim. hep diyorum ya ah ben o havuzu bir dolduran bir de boşaltan muslukların tesisatını anlayabilseydim ve A noktasından B noktasına giden iki arabanın birbirini yakalayabileceği otoyolu bilseydim havuz ve yol problemlerini çözer; bu yaşıma kadar bu problemleri çözemediğim noktada takılı kalmaz ve her şey çok başka olabilirdi.  

15 Ocak 2024 Pazartesi

rod


 gider ayak bana yamuk yapan 2023 ve akabinde 2024'ün ilk günlerinde bir şekilde umutkar olduğum bir olayın hiç beklemediğim bir şekilde hayalkırıklığı ile sonuçlanmasından dolayı sıkkın olan canım, her aynanın karşısına geçişte oldukça uzayan saçlarıma bakıp bakıp gıcık olma katsayısını arttırınca soluğu kuaförde aldım. burada bir parantez açıp belirtmek isterim ki biz kadınların canı böyle sıkkınken üç yerden (ki o yerler: fırın, pastane ve kuaför) uzak durmamız gerekir. sıkkın canımızın avaz avaz bağırıp, kendini oradan oraya atmasını görmezden gelmemiz, onu bir süre kendi haline bırakmamız ve dediğim bu üç yerden uzak durmamız gerekir çünkü o sıkkın canla bu yerlere girmemizin sonucu bizi hiç mutlu etmediği gibi mutsuzluk garantidir. 

neyse ben böyle sıkkın bıkkın huysuz bir ruh hali içindeyken gittim kuaföre, saçlarımı gösterip dedim "kes şunları allah aşkına". bir de modelle gittim, o modelle nasıl gözükeceğimi düşünüp düşünüp kendimi de gaza getirmiştim zaten günlerdir. gözüm hiçbir şey görmüyor ama ne zaman kuaför makası eline aldı dedim "dur...alıştıra alıştıra gidelim...sen çok katlı ama biraz uzun bırak.. öyle hemen kısalmasın saçlar" dedi "tamam...bu modeli de rahat kullanırsın". kuaförler, bankalar ve sigortacılar dünyanın en büyük yalancıları. size kanması güzel yalanlar söylüyorlar. kesti, üstüne bir de fön çekti. aynaya baktım var bir terslik ama sıkkın canım gözlerimi dağladı; saçlar kısaldı ya önemli olan o. saçlarımın hepsini kazıtmış olsam umrumda değil. eve döndüm, geçtim aynanın karşısına ama yok; içimdeki o hep haklı çıkan ses, kenardan fısıldıyor: "iyi bok yedin kestirdin de...olmadı bu saçlar. modelde iş yok ve kullanması çok zor bir model bu. rod steward'a döndün de haberin yok". haklı valla dedim belki bir ihtimal düzeltirim diye duşa girdim ki fönsüz doğal halini göreyim. yıkadım çıktım kuruttum daha da beter rod steward oldum. can sıkıntım daha da coştu, başladı "açaydım ellerimi de kesme diyeydim" diye dövünmeye. 

ertesi gün sabah erkenden soluğu dükkanda aldım; "ne olur beni normal görünecek bir hale getir. ben bu ensemdeki alakasız uzun saçları istemiyorum. hafif küt gibi bir şey yap da biraz toparlansın." neyse ikiletmedi kuaför ve ensemdeki o uzunları alıp biraz şekillendirdi. çok istediğim gibi bir şey olmadı ama bir süre idare eder beni. iki aya kadar toplanacak kıvama gelecek bir şey olur diye ümit ediyorum. 

bu olaydan sonra oturup düşününce içimde bir yerlerde sevimsiz bir hissin kumun altında kurbanını bekleyen vatoz gibi beklediğini farkettim. ne zaman bir şeyler yolunda gitse, aslında bozulmasına gerek olmasa bu his harekete geçiyor ve türlü türlü bahaneler uydurup; varolan, yolunda giden şeylerin bozulmasını sağlıyor. ben de bilerek ya da bilmeyerek bu hissin gelip geçmesini beklemeden o ne derse yapıyorum. mesela gayet yolunda olan hayatımı bozup kıbrıs'a taşınmam, orada tam her şeyi yoluna koymuşken bir daha istanbul'a dönmem, saçlarım gayet düzgün ve öyle çok kötü bir halleri yokken kestirmem ve daha bir ton şey bu his yüzünden bozduğum şeyler. bazısından hiç pişman değilim ama bazısından çok pişmanım (mesela gitti güzelim saçlar). bundan sonra bu vatoz kılıklı hisse pek kulak asma niyetinde değilim. yolunda giden şeyleri yolunda tutmaya, eksiklerin de vakti saati gelince tamamlanacağına, bir şekilde tamamlanmayan bir şey olursa da onların da öyle yarım kalması gerekliliğine kendini inandırıp, sakinleştireceğime kendi kendime söz veriyorum. 

3 Ocak 2024 Çarşamba

otobüs


 

Hani bazı filmler vardır ya; bütün film boyunca türlü badireler atlatan esas oğlanla kızın filmin sonuna doğru kavuşmasını beklersiniz. o kadar akla hayale gelmeyen şeyler olur ki kendinizi tutamaz; "e ama artık yönetmen birleştir şu çocikleri" diye bağırasınız gelir ekran karşısından. nitekim filmin bitimine son yirmi dakka kala birleşir oğlanla kız ve hepimizin yüreğine su serpilir. gerçek hayatta kendi bulamadığımız mutluluğu onların bulması ile mesut kocaman gülerek ekrana bakar iç geçiririz. taa ki kızımıza karşıdan karşıya geçerken otobüs çarpana kadar. kıza otobüs çarpar, mezarlık görüntüsü girer ve film biter. herşey son on dakkada olur biter. biz sanki o otobüs bize çarpmış gibi şok içinde; "nasssııı yaaaa!!!" diye içimizden haykırırken çoktan filmin son jeneriği akmaya başlamıştır bile. 

işte böyle bir seneydi benim için 2023. genel hatları ile oldukça keyifli geçen sene, bitimine son bir hafta kala bende otobüs çarpmış etkisi yaratarak tarihe karıştı. önce "ölüm, ölü, ölmüş" kelimelerinin hiçbirini kırk yıl düşünsem uzun bir süre ona yakıştıramayacağım bir arkadaşım aniden ölüverdi. onunlayken kendinizi dünyanın en önemli, en harika, en eğlenceli insanı gibi hissederdiniz. ne söyleseniz güler, "amaaannn be canııımmm" der, dertler dert olmaktan, tasalar tasa olmaktan çıkardı. keyifli bir yol arkadaşıydı da. onunla yaptığımız güneydoğu anadolu seyahatinde hiçbir şeye uyuzluk yapmadı. iyi ki de gitmişiz o seyahate. aklımda ne seyahatler, ona anlatacak ne hikayeler vardı. hepsi kaldı içimde. 

arkadaşımı gömdükten bir gün sonra anneannemin haberi geldi. beklenen bir kayıptı aslında. düşüp kalçasını kırdıktan sonra çok minik bir ameliyat olmasına rağmen bir senedir kendini toparlayamadı, yemekten içmekten kesildi ve gittikçe eridi gitti. 93 yıla hem bir sürü şey sığdırdı hem de hiçbir şey sığdırmadı. benim küçüklüğüm, çocukluğum, yazları yanında geçirdiğim, şubat tatillerinde sobalı odada akşam onun (o zaman bana öyle gelen) koskocaman yatağında yan yana yatarken sobanın çıtırtıları eşliğinde bana kısık sesle hikayeler anlatan anneanne gibi anneannemdi. şimdi beni "akıllı ol emi tontonum" diye sevecek kimse kalmadı ve ben kendimi hiç bu sene olduğu kadar büyümüş hissetmedim çünkü büyümek demek sevdiklerini kaybetmek demekmiş. ben bu sene çok sevdiğimi kaybettim.