bugünlerde annelerinin rahmine düşüp dokuz ay sonra doğacak bebelerin oluşturacağı nesile ad arayışına başlamışlar; Quaranteens ve Coronials çekişecek gibi duruyormuş. ben baştan tercihimi Coronials'dan yana kullanıyorum. böyle ağzı dolduran bir tarafı var. eğer bu dönemde çocuk yapabilecek olsaydım; şöyle "gıcık ergen" safhasına geldiğinde, benim velede kızdığımda ağız dolusu "sen coronials'sın ne anlarsın?" ya da "sen buraya baksana bir coronial, annenim ben senin gidilmeyecek diyorsam gidilmeyecek, taam mı?" ya da "a benim coronial kızım/oğlum üşütmüş mü? ben şimdi tavuk suyuna bir çorba yaparım, bir şeyi kalmaz...kuzum kuzum, kınalı coronial kuzum" derdim belki. der miydim acaba? bilmem ama bildiğim iki şey var; birincisi hayatın kendisi genelde ama bugünlerde özellikle karma karışıkken ve ben daha kendimle baş edemezken bir çocuğum olsun istemezdim. kendime mi yanayım yoksa ona mı yanayım. ancak sanırım insan psikolojisi (benimki hariç) böyle büyük kriz anlarında çok farklı işliyor çünkü yapılan bir araştırmaya göre insanlar en çok savaş zamanlarında çocuk yapıyorlarmış, bunun nedeni de ölüme bir nevi başkaldırmak, hayatı kutsamakmış. doğrudur...haklılardır...çocuk yapmak için geçerli olabilecek en mantıklı ve benim şimdiye kadar duyduğum en iyi gerekçe.
bildiğim ikinci şey ise anasını satayım benim jenerasyon ne biçim jenerasyon ya allah aşkına....dünya değişecek zamanı benim dönemime getirmiş. mesela ben ilkokuldayken evlerde telefon yoktu sonra evlere telefon geldi, renkli televizyon giderek yaygınlaştı, bir savaşı naklen televizyondan maç izler gibi izledik, 11 eylül oldu gözümüzün önünde milyonlarca insan öldü, ben üniversiteden mezun olurken bilgisayar diye bir şey çıktı daha dosya açamazken online ders vermeye başlıyoruz, cep telefonu diye bir şey icat edildi dünya avucumuzun içinde uzaklar yakın oldu ve bu kadar şey yetmemiş gibi bu virüs ile daha başka neler değişecek bakalım. bu kadar özeti bile insanda illallah ettiren bir dolu şey toplasan otuz otuz beş sene içinde oldu. önümüzdeki otuz otuz beş seneyi düşünemiyorum (bak şimdi aklıma geldi; onca yenilik, icat, aşı, ilaç vs bulundu şu selülitin çaresine bakan olmadı).
neyse büüüüttnnnn bunları aslında yarın hayatımda ilk defa online ders verecek olmanın dayanılmaz bilinmezliğinin yarattığı karın ağrısını unutmak için yazdım. stresten başım ağrıyor. kötü bir şey biliyorum ama tam bir old school olarak hala kağıt, kalem, silgi, defter gibi kırtasiye malzemesi almaktan ve bunları kullanmaktan, böyle sanal ortam vs gibi teknik ruhsuzluklara oldum olası uzak, karşılıklı konuşmanın, mimiklerin jestlerin, beden dilinin, kelimelerin, dokunmanın güzelliğine bayılan biri olarak, bağlantının iyi mi kötü mü olacağını bilmeden, sürekli konuşurken gözümün takılacağı bir video görüntüsü varken neyi nasıl anlatacağım bilmiyorum. kendimi mesleğe ilk başladığım zamanlarda bilgisayar öğrenmeye çalışan yaşı bizden hayli büyük sınıf öğretmenleri gibi hissediyorum. burunlarının üstüne inmiş gözlüklerinin üstünden ekrana umutsuz bakışlarla bakar ve birbirlerini dürtüp "Emine'ciğim dosyayı öyle açmıyorduk galiba şu oynayan şeyi bu resmin üstüne getirip elinin altındaki kumandanın sağına iki kere basacaksın galiba şekerim" diyerek gevrek kahkahalar atarlardı. bizim de onlardan farkımız yok. bu hafta hele de programlarımızın vs her şeyimizin belli olduğu cuma'dan beri tam bir kriz havası hakim malum whatsupp gruplarında. o ona mesaj atıyor bu bunu anlamadım diyor. herkes kendi içinde sinir krizi geçiriyor. bir şeyleri eksik yapıyor olabilmenin paranoyaklığı hüküm sürmekte. yarın dünyaya gözlerini tablet ekranlarına bakarak açmış, sanal bir havuzda japon balığı beslerken anneleri tarafından mamaları yedirilmiş öğrencilerime online ders anlatacağım. olası bir terslik anında da "evinizin Steve Jobs'u" olarak duruma müdahale edeceğim.
bence daha çok kurt kocayınca köpeğin maskarası olur minvalinde bir durum olacak ya bakalım fingers crossed.
1 yorum:
Selam Komşum,
Nasıl geçti, ilk online ders günü?
Yorum Gönder