bir ay oldu herhalde karantina günleri başlayalı...saymadım günleri ama başından beri zaman algım kaybolmasın, rutinim bozulmasın ve her geçen dakikanın kayıp olduğuna inandığımdan hemen hemen her gün erkenden kalkıyorum. geç kalkmak sinirimi bozuyor, gün geçiyor ve ben yaşayamadığım, verimli kullanamadığım saatlere üzülüp kendimi yiyiyorum. ne kadar zamanımız kaldığı belli değil ama yapacak çok iş var. en basitinden kuşların ötüşünü kaçırmak istemiyorum mesela. bu hafta sonu komik bir şekilde alınan sokağa çıkma yasağından dolayı iyice sessizleşen sokaklarda havanın da giderek bahara dönmesi ile duyulan tek ses kuşların cıvıltısıydı. türlü türlü öttüler canım minnaklar. aslında şu vakitler kuş olabilmek en iyi şey belki de, sevdiklerinin camına konup, iyiler mi görebilmek için.
böyle karantina da olunca kaçınılmaz olarak insan daha bir içine dönüyor. bugünler bana yıllardır evli olan orta yaşlı bir çiftin küçük bir sahil kasabasındaki tatilleri sırasında kendileri ve evliliklerindeki sorunlarla yüzleşmesi gibi bir şeyi anımsatıyor. hani önce her şey iyi başlar, iyi anılar, kahkalar vs sonra birden ufacık bir şeyden eteklerdeki taşlar dökülmeye ve gerçekler itiraf edilmeye başlar. sanki ben de kendimle tatile gitmişim de birbirimizle yüzleşiyoruz. kimi zaman başımızdan geçen şeyleri hatırlayıp iyi hissediyoruz kimi zaman ise acı gerçeklerle yüzleşiyoruz. tabii bu hesaplaşma esnasında eskiden zamansızlıktan ihmal ettiğimiz şeyleri de hatırlayıp, tekrar onlara da dönebiliyoruz. benim için bu mutfak oldu. uzun zamandır mutfak, girip ezbere, rutin bir şeyler yaptığım, yeni tatlar ya da tarifler denemenin içimden gelmediği kısacası durup da sadece uyduruk bir selam verdiğim eski bir dost gibiydi. bu anormal günlerde sanırım aramızı biraz düzelttik. mutfağı niye sevdiğimi ve gizli gizli hayalini kurduğum o minik fırını tekrar hatırladım. hani şu mini minnacık ama her sabah taze ekmeklerin yapıldığı, farklı farklı pastaların, brownilerin, poğaçaların piştiği, içerinin lezzetli kokusunun köşeden duyulduğu benim minik cennetim. yeri, dekorasyonu bile hazır kafamda. her sabah kahveye gelen müdavimlerle oturup parmağımızın ucunda terliklerimizi sallayarak havadan sudan, hayattan, çoluktan çocuktan, kitaplardan, filmlerden, güzel şaraplardan vs. den konuşuyoruz sonra onlar kendi işlerine ben de kendi işime dönüyorum. bazen ben içerde çalışırken dükkanın önünden geçenler camı tıklatıp el sallayıp geçiyorlar bazen biri iki saniye içeri girip "akşama meyhanedeyiz" diye program yapıyor. huzurlu, sakin bir hayatın uzantısı minik, huzurlu, sakin bir fırın. geçen instagramda yine böyle hayalleri, hayal etmeyi düşünürken şu söz çıktı karşıma: "istikrarlı hayal hakikattir". belki bugünler de hakikat içindir. unuttuğumuz hayallerimi hatırlamamız ve onları hakikate dönüştürmeye çalışmamız içindir.