28 Aralık 2015 Pazartesi

pardon


Geçen haftanın magazin gündemine damgasını vuran Kainat Güzellik yarışmasındaki yanlış anons skandalı, yıllar yıllar önce artık neredeyse milattan önce denilebilecek bir zamanda ben yedinci sınıftayken başıma gelen benzer bir olayı hatırlattı (yok; okulun en güzel kızı falan seçilmedim ne yanlışlıkla ne doğrudan). Ben yedinci sınıftayken sık sık kompozisyon yarışmaları olurdu ve ben de habire bir şey yazar verir ama bir türlü bırak dereceye girmeyi aday adayı bile gösterilmezdim. En büyük isteğim yazdığım bir kompozisyonun aday adayı gösterilmesiydi. Gel zaman git zaman ben yazıyorum bir şey olmuyor derken bahar geldi çattı ve güzel bir bahar günü öğleden önceki son teneffüste Türkçe öğretmenim yazdığım kompozisyonun dereceye girdiğini ve öğlen teneffüsünde yemekten sonra yazımı temize çekmem gerektiğini söyledi. Hala dünmüş gibi hatırlıyorum; mutluluktan havalanmıştım neredeyse. koştura koştura değil uça uça yemeğe eve gittim ve yine uça uça döndüm. Türkçe öğretmenimi buldum ki yazımı alıp temize çekeceğim. Adam ne dese beğenirsiniz:"Canım kusura bakma çok pardon; ben sizin soyadlarınızı karıştırmışım, derece giren senin değil adaşının yazısı!" Veeee tabi ben o uçtuğum bulutların üstünden iki seksen yere kapaklandım son sürat. Ağlamamak için kendimi çok zor tuttuğumu hatırlıyorum bir de. Bu olaydan sonra daha da yazmadım zaten yani yazdım da kendime yazdım. Ama şimdi düşünüyorum da olur da bir gün bizim kapıcı Nevzat'ın hikayesini anlatıp (Nobel kazanıp bozacının hayatı yazılabiliyorsa) Nobel kazandığım zaman ödülümü beni bozum eden öğretmenime adamayı düşünüyorum. Şöyle ödülü sol elimle kaldırıp: "Bu ödülü benim yazdıklarımı dereceye sokmayan ve soyadımı karıştırıp yazarlık hevesimi kursağımda bırakan Türkçe öğretmenime adıyorum; anne sen kusura bakma!" diyeceğim.

2 yorum:

Sittirella dedi ki...

Oy kıyamam ben sanaaa :/
Yap be! İnsan öyle bi' rahatlıyor ki, hatırladıkça o acısını unutup huzurla gülümsüyor.
Derslerim hep süperdi. Ya okul birincisiyim ya okul ikincisi... Sürekli yarıştığım kişi de hep aynıydı; bana hayran çocuk :)
O dönem, birinci olmak için her dersimden 100 almam gerekiyordu, matematik hocası (hoca o evet) olacak yavşak herif, en yakın arkadaşının kızına -matematik sınavından en yüksek puanı ben aldım diyebilmesi için- 100 üzerinden 10, bana da 97 üzerinden 10 vermişti. Notuma itiraz ettiğimde de problemin altındaki açıklama kısmında, cümlenin ortasında virgül, sonunda nokta koymamamı göstermişti ki: KOYMUŞTUM! Sınav kurşunkalem ile olunca silmiş şerefsiz.
Ben matematikten o gün nasıl nefret ettiysem... yıllar yıllar sonra, liseden sonra gittiğim dersanedeki geometri öğretmenimin beni tekrar aşık ettiği ana dek rafa kaldırmıştım.
Yıllaaar yıllar sonra, memleketteki kitapçımda, çay-kahve sohbet ederken içeri girdi bu yavşak herif. Kitapçı arkadaşıma selam verip hal hatır sordu. Arkadaşımla sohbet ediyorduk deyip ismimi söyleyince hemen tanıdı beni. Ağzını olabildiğince yayarak, "Eee sen ne yaptın? Neci oldun? Nerede çalışıyorsun? Mesleğin ne bakayım?" dedi, küçümseyerek.
"Valla neci olayım hocam, şucu oldum, şu şirkette de şu işi yapıyorum" cevabını verdiğimde, o ağzının burnunun girdiği şekli, yüzünün aldığı rengi AS-LA unutamam :)))
Mesleğim, hesap-kitabın en alasını yapmayı gerektiriyor da ;)
Yap... yaz... ona ada!
Kapak olsun :)))

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Hay aksi!
Şu güzellik yarışması kazasının hatırlattığı travmaya bakar mısın?
Ah o öğretmen...