26 Mart 2013 Salı

hep mi bana yahu?

Olay 1:

Mekan asansör. Ben bindiğim zaman dolu olan asansör altıncı kata geldiği zaman boşalır ve gençten bir kızcağız biner. Önce sırtı bana dönük birkaç dakika durur, sonra hışımla bana döner ve altıdan yedinci kata çıkıncaya kadar geçen, iki dakikada şunları söyler:
"birşey danışabilir miyim? dedim "bana sonra danış" dedi. İnanabiliyor musunuz? Neymiş efendim, saat birdeki dersini hazırlıyormuş. Bu ne terbiyesizliktir?"
Ben ne olayı bilen, ne bunları söyleyen hocayı ne de bana bunları hışımla, bir çırpıda löngös diye anlatan kızı tanıyan biri olarak, uzun kirpiklerimi kırpıştırmak suretiyle "çattık deliye" diye anlamlandırılabilecek bir gülümsemeyle, "he he he oluyor tabi arada böyle şeyler" minvalinde birşeyleri geveledim ağzımda. Bu kızı daha da coşturdu ve ben asansörden inerken arkamdan şöyle bağırıyordu: "benim de arada canım birilerini öldürmek istiyor ama öldürmüyorum!!!"""

Olay 2:

Mekan metro çıkışından eve giden yol. Her zamanki gibi metrodan çıkmış eve doğru her zaman yürüdüğüm yolda yürümekteyken ve arkamdan birinin geldiğini hissederken, ani bir hareketle yolu değiştirmek istedim ve evin karşısındaki parktan geçerek eve ulaşmak istedim. Tam parktan çıktım, yolun evin olduğu tarafına geçecekken, arkamdan şu sesi duydum:
O ses: "Pardon, yukarda başka yol mu var?"
Ben: "Efendim!!!??? anlamadım."
O ses: "Yukardaki yol nerde?"
Ben: "Siz nereye gitmek istiyorsunuz?"
O ses: "Minibüs caddesine"
Ben: "Ha, o zaman bu yoldan aşağıya yürüyeceksiniz."
O ses: "Biliyorum da ben onu sormuyorum. Yukarıdaki yol nerde?"
Ben: "Beyefendi ne yolu? Parktan geldim ben buraya!"
O ses: "Haaaa demek ordan geldiniz. Demin önümdeydiniz, birden yok oldunuz, sonra önüme çıktınız. Ben de başka bir yol var sanmıştım. Tamam."
Ve adam tırıs tırıs gider. Ne bir "iyi akşamlar", ne bir "teşekkürler" demeden.

Yahu bütün deliler hep mi bana denk geliyor?

23 Mart 2013 Cumartesi

aplacım

Dün sabah ofiste telefonum çaldı. Numara açık seçik gözüküyor, merak bu ya açtım.
O ses: İyi günler, Karga hanımla mı görüşüyorum?
Karga: Evet, benim buyrun!
O ses: Hayırlı Cumalar, Karga aplacım!!! Şimdi aplacım, Allah nasip ederse, inşallah, 1 Nisan'da Kadıköy Halk Eğitim merkezinde aplacım....
Karga: ...........
O ses: Duyuyor musun aplacım, sesim geliyor mu?
Karga: Evet!
O ses: Tamam o zaman aplacım. Allah'ın izniyle, özürlü kardeşlerimizin oynayacağı bir oyun var. Bütün oyuncularımız özürlü kardeşlerimiz....Sesim geliyor mu, aplacım?
Karga: Ben böyle şeylerle ilgilenmiyorum!!!
O ses: Ama aplacım, özürlü kardeşlerimizin sorunlarına duyarsız mı ....
Karga: Ben onlara başka şekillerde yardım ediyorum merak etmeyin!!!
(Karga telefonu kapar, konuşma biter)

Tepeden tırnağa sinirden kıpkırmızı kesildim. Ben kızınca, genelde ne diyeceğimi bilemem. Nutkum tutulur, aklımdan bir sürü şey geçer söylemek için ama söyleyemem. Şimdi bu olayda da o kadar sinirlendim ki birden içimdeki Recep İvedik'i çıkarıp 'hohohoyyytttt, noluyo layyynnnn????" diyesim geldi ama ne diyeceğimi bilemedim. Eğer konuşabilseydim şunları söylerdim herhalde o sese;
* Bir kere kardeşim ben senin nerden aplan oluyorum? Bu ne biçim usluptur?
* Siz benim telefonumu izinsiz kimden aldınız? Adım ve soyadımla beni arayacak kadar bilgiyi hangi kendini bilmez, densiz size verdi?
*Birilerine yardım yapmak ya da yapmamak benim tasarrufumdur, kimin hangi derdine seyirci kalıp kalmayacağım benim bileceğim iştir, kimseye bu konuda hesap vermem, lafını ettirmem. Yardım ederim etmem size ne?
* Ayrıca bu telefon ile bilet satma işi ne kadar güvenlidir. Ben bilet almak istesem, gider Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nin gişesinden, paramı bastırır alırım. Ne yani siz beni aradınız ve bana aplacım dediniz diye ben kırk lira olan biletlerinizi telefonda mi alacağım. O kadar salak mıyım da ben, size kredi kartımın numarasını vereceğim?
* Hem ben nerden bileceğim sizin özürlüler için çalıştığınızı, var mı bir kimlik belgeniz, numaranız? Adını bilmem yüzünü bilmem, o parayı cebine atmayacağını nerden bileyim?
*Ama en önemlisi sen benim telefonumu nerden buldun da, beni adım soyadımla hitap edip arıyorsun ve sonrasında yılışık bir samimiyetle konuşmayı aplacım seviyesine getiriyorsun? Sen kimsin be adam?

demek isterdim. Hatta yazarken o kadar hiddetlendim ki yine bugün o telefon numarasını arayıp, ağzıma geleni söyleyesim geldi. Yahu bu ne terbiyesizliktir. İnsanı zorla kötü yapıyorlar. Ben bu tip işlerin güvenirliliğine güvensem, ilgilenirim, gider bilet alırım zaten. Bir takım yardımların çeşitli kuruluşlar için yapılmakta olduğunu biliyorum ama açıkcası bu işlerin güvenirliliği ile ilgili çok derin kuşkularım var. En son Van'a yana yakıla gönderdiğimiz yardımların depolarda çürüdüğü haberinden sonra beni öldürsen bu tarz yardımları yapmam. Ben kendi elimle götürdüğüm, güvendiğim kişilere şahsi yardımlarımı yapıyorum, bu da bana yeter.
Şimdi kafamdaki asıl mesele benim cep telefonumu alenen satan ya da dağıtan kişileri ve sürekli cebime hiç gitmediğim restoranlardan, mağazalardan, dil okullarından (İngilizce öğreten birine, 'çok uygun koşullarda ingilizce' diye kampanya smsleri geliyor. İronik!!! Onlara da 'isterseniz ben size öğreteyim' diye mesaj atasım geliyor.), otellerden, tur şirketlerinden vs. vs. den gelen mesajları atanları şikayet edip, bu mesajları engelleyemez miyim? Bir de bu aplacım mı şikayet edebileceğim biri yok mu? Bu bir nevi tacize girmez mi? Nedir ne değildir? Biri beni bilgilendirsin, aplanız size kurban olsun!!!

19 Mart 2013 Salı

anadolu'nun metro ile imtihanı

Açıldığından beri haftanın iki günü Kozyatağı-Kadıköy metrosunun yürüyen merdivenlerini aşındırıyorum. İngilizce öğrenmeye çalışan, bu sırada da beni ara ara deli eden minik guşum sayesinde halkımızın metro ile imtihanını gözlemleyebiliyorum. İlk söyleyebileceğim şey, Anadolu yakasının Avrupa yakasına oranla hala ve inatla içerdekiler inmeden içeri girmemeleri gerektiğini öğrenememiş olmaları. Metro durup kapılarını açtığında dışardakiler içerdekilere sadece iki saniye süre tanıyor. Bu sürede içerden çıktın çıktın yoksa dışardakiler öyle bir hücum ediyor ki, bir daha dışarı çıkma şansını elde edebilmek için, biraz gelenleri ittirip kaktırmak gerekiyor. Geçenlerde Kadıköy'den dönerken her zamankinden daha az metro sırası vardı. Ha bu arada şunu da söyleyeyim, "yaşlılara yer verdin yer vermedin" stresine girmemek için dönüşte her zaman vagonun arkasında cam kenarına yakın yerde sırtımı kapalı kapıya ya da vagonun duvarına dayayarak ayakta gitmeyi tercih ediyorum. Ne me lazım, şimdi bana yaşlı gelmeyen biri belki de yaşlıdır. Ayakta kaldığı ve ben oturduğum, ona yer vermediğim için tepemde dikilip bana kötü kötü bakışlar atan kişilerin, stresini çekmektense peşin peşin ayakta dikilmeyi tercih ediyorum. Zaten yolum on onbeş dakka birşey. Neyse ne diyordum, ha, metro geldi kapılar açıldı, içerdekiler çıktı biz de binmek için hamle yaptığımız sırada arkamda kalmak üzere olan kız, ortaya söylüyormuş gibi yapıp beni kastederek, "ama sıra vardı!!" demesin mi. Hiçbirşey demedim çünkü bir) ortada sıra diye birşey yoktu. benden sadece iki saniye önce oradaydılar, hatta yürüyen merdiven de önümdeydiler. iki) sıra olsa bile benim kızın sırası ile işim olmazdı çünkü benim hedefim koltuk değil kenardaki girintiydi. üç) ben sıralara önem veriririm ve orada bir sıra olsaydı, o küçük hanımdan daha hassas bir şekilde sıraya dikkat ederdim.
Baktı benden bir tık yok içieri girmek için hamle yapıyorum, bu sefer minik hanım kızımız ani bir atakla beni ittirip, içeri attı kendini. Bu arada da kılkuyruk erkek arkadaşını çekiştirip, "hadi hadi gel!!" yapmaktaydı. Sonunda zafer kazanmış bir edayla oturdular koltuğa. Böyle minicik şeylerle ego tatmin edenlere hayret etmekten başka birşey yapmayı gereksiz buluyorum.
Tabii metro nispeten ucuz, hızlı, rahat ve sürekli işleyen bir sistem olduğu için, halkım onu da en kısa sürede balık istifine döndürmeyi başarmış. Akşamları yedi ile sekiz arasında Ünalan durağına gelmeden kendinizi kuytuda bir alanda güvene almanız gerekir yoksa tostun arasındaki kaşar kıvamında, ezik büzük ve o kadar insanın yarattığı sıcakta erir halde yola devam edersiniz.
Gözlemlerimdeki son nokta ise bu hattı kullanan erkeklerin oldukça bakımsız oluşu. Ne kadar çok at hırsızı tipli adam var bizim memlekette yahu!!! Hele o ellerin pisliği. Kardeşim kadınların bakımlı olmasını bekliyorsunuz ama siz de kendinize bir çeki düzen verin artık. Ayakkabılarınızı boyatın, elerinize krem sürün (ne onlar öyle çatlak çatlak, tırnakların arasında kirler vs. vs.), üstünüzü başınızı bir ütületin, yıkayın. Ne kadar tipsiz varsa bizim hatta.
Sonuçta, halkımın yeni olan şeylere uyum sağlaması ve onunla bütünleşip, vahşi büyük şehir kanunlarını bu yeni ortama/ ortamlara uygulama hızı inanılmaz. Keşke herşeyde böyle olabilselerdi.

18 Mart 2013 Pazartesi

kısa kısa

Ofiste yazmazsam bir daha bilgisayarın başına oturup yazamıyorum. En iyisi çıkmadan bir şeyler çiziktireyim kısa kısa...
*Annemin ayağındaki olay yine hortladı. Olay diyorum çünkü ne olduğu belli değil. Bugünkü doktor, topuk dikeni diye gittiği doktorun iğne yaparken enfeksiyon kaptırdığını, daha önce şişen ve iltihaplanan ayağın hiçbir şekilde tedavi edilmemiş olduğunu söylemiş. Ayağında toplamaya başlayan iltihap yine yarılmış vs. vs. Olan antibiyotiği de içmişti umarım bu son olur. Canım fena sıkkın bu olaya.

*Bugün babamın doğum günü. Yaşasaydı altmışüçüne basacaktı. Hala düşündükçe inanamıyorum. Beynim uyuşuyor. Ölümü kavrayamıyorum ben. Doğum günün kutlu olsun babacım!! Keşke seninle konuşabilseydim.

* Ondört mondört derken dönemi yarıladık. Bu hafta yedinci hafta. Artık sona doğru gidiş başladı. Zaten zaman da -başka şey olsa yanımda olmaz- benden yana, pek bir hızlı geçiyor. Mart'ın sonu olmuş bile. Yine harala gürele geçiyor günler, sabah aynada yüzüme dikkatlice baktım da yanaklarım aşağıya sarkmaya başlamış bile. Hala pek bir kırışıklık yok ama saçlarım ve yüzüm bana ihanet ediyor, alçaklar.

*Bu aralar böyle yuvarlanıp gidiyorum. Hiçbirşey yapmak istemiyor canım. Sadece ve sadece uyumak istiyorum. Deliksiz uzun huzur uykuları ve uyandığımda da herşey hallolmuş olsun.

*Ha bir de deli gibi yemek yemek istiyorum. Tonlarca yemek, tatlı, abur cubur yiyeyim. Yiyeyim yiyeyim daha da doymayayım.

*Neyse karga kaçar. Bu da böyle dandik bir post oldu.

5 Mart 2013 Salı

temizlikçi

Bahar yavaştan yüzünü göstermeye başladı bile. Sabah okula giderken kullandığım yan yolu çevreleyen erik ağaçları beyaz çiçeklerini açmış bile. Hava hala dengesiz, sağ gösterip sol vuruyor ama artık tamam, bundan sonra kar da soğuk da gelmez. Bahar böyle kendini kapının aralığından gösterirken, doğanın yeniden doğuşuna, her gün başka birinin aramızdan ayrılması ile eksilerek giriyoruz. Doğa uyanıyor, içimizde birşeyler kıpırdanıyor ama bir yandan da yavaş yavaş eksiliyoruz.
2013'ün çocukluğumu ve gençliğimi temizlemeye geldiğinin ne zamandır farkındaydım. Sanki geçmişime ait ne kadar bilindik kişi varsa hepsini yavaş yavaş temizlerken bana da yaklaşmakta olan kırk yaşımı yani kısmi yaşlılığımı gözüme sokmaya çalışıyor gibi bir havası var bu senenin.
Evet Müslüm baba'cı değildim, uzağından yakınından bile geçmezdim kendisinin ama son dönemlerinde farklı sanatçılara ait eserleri kendi yorumu ile söyleyince, kendisine olan sempatim artmış ve insanların ne kadar farklı yüzleri olabileceğini ve bunları bilmeden onları yok saymanın ne kadar yanlış olacağını anlamıştım. Şimdi onun ve ondan öncekilerin gidişiyle içimde birşeyler eksildi. Eskiye ait hiçbirşey kalmıyor artık ve bu beni inanılmaz ürkütüyor. Hala aynaya baktığımda görmediğim kırışıklılarım sayesinde kendimi genç sanırken, böyle kimi ani kimi beklenen vedalar benim de artık küçük olmadığımı hatırlatıyor ve bu durum benim hiç hoşuma gitmiyor.
Bugünlerde baharın içimde başlattığı kıpırtılar eskisinden çok farklı. Artık daha bir dinginim ama bir o kadar da üzgün. Hepsi temizlikçi 2013'ün suçu.