"Dün annemi aradım, babalar gününü kutladım. Bilerek de eşimin yanında yaptım, bana ne kadar babalık edemediğini anlasın" diye.
Bu cümle benim yıllardır karşı cinsle olan ilişkilerimde bir türlü bilemediğim, bulamadığım şeyi buldurdu.
Cümlenin sahibi ofisteki arkadaşım D. çok küçük yaşta babasını kaybetmiş. Şehit düşmüş babası Kıbrıs'ta. O bebekken. Annesi yıllarca ona hem analık hem babalık yapmış. Bundandır onun annesini arayıp babalar gününü kutlaması. Ama özellikle eşinin yanında bunu yapması ise eşinin onu bir türlü sahiplenmemesinden dolayı yaşadığı kırgınlıktan, kızgınlıktan, eşinin onu ne kadar yalnız, desteksiz bıraktığını göstermek istemesinden. Mesajı verebilmiş mi? Tabii ki hayır.
Hani o pek meşhur hanım dergileri vardır ya, Cosmo gibi Marie Claire gibi. Her ay oturur kadın erkek ilişkileri dosyaları hazırlarlar. Genelde hep aynı sorular sorulur; "karşı cinste sizi ne çeker? karşı cinste ne ararsınız?" Onlarda annem gibi yemek yapsın, evine sahip çıksın vs. vs. gibi cevaplar verirler. Kısacası erkekler kadınlardan hem bir anne gibi şefkatli olmalarını, hem mankenler gibi alımlı ve seksi olmalarını, hem bir sağır ve dilsiz hadi bilemedin üç maymun gibi davranmalarını, hem bir ahtapot misali herbir işi dört kolla halletmelerini ve onlara yapacak fazladan iş çıkarmamaları beklerler.
Peki ya kadınlar?
Genelleme yapmak istemesem de kendimin vardığı sonuçtan yola çıkarak kadınlar baba gibi erkekler istiyor onu anladım. Hani o küçükken bizimle oynayan, ağladığımızda yanımızda olan ve bize sarılıp herşeyin yoluna gireceğini söyleyen, yaptığımız şeylerle gerçekten gurur duyup mutlu olan, farkettirmeden arkamızda tuttuğu o görünmez ama orda olduğunu bildiğiniz desteği veren babalar gibi erkekler istiyoruz. Ne yaparsak yapalım yanımızda olacağını bildiğimiz, düştüğümüzde bizi tutacak ya da kalkmamız için elini verecek, hayatın kaçınılmaz sorumluluklarının yükünün altında ezilirken bir omuz verip kaldıracak, hep destek tam destek, kendinde kalmışken bizim de kendimizde kalmamıza izin veren, birlikte farklılıklarımızı koruyup bir bütün olabileceğimiz erkekleri istiyoruz.
Böyle baba erkekleri bulanlara diyecek sözüm yok, ne diyeyim Allahın sevgili kulları onlar. Ama biz, hem gerçek babalarını kaybetmiş hem de baba gibi erkeğini bulamamış kızlar, hep bir tarafımız eksik ama kuyruğu dik tutarak yaşamak zorundayız.
21 Haziran 2011 Salı
17 Haziran 2011 Cuma
karga stajda/ bölüm kaç unuttum valla
Benim kendi mezun olduğum branş dışında başka bir iş yapmışlığım yoktur. Daha doğrusu üç hafta öncesine kadar yoktu. Annemin gazıyla ve doğal olarak eğitim sistemimizin ve yaşın verdiği kafanın bir karış havada olması haliyle seçtiğim lisans programından mezun olup, bu meslekte geçirdiğim yıl sayısı bu sene itibariyle 13'ü bulduğunda geldiğim son nokta, herkes eğer imkanları el verirse kendi branşının dışında ama okurken ama daha sonra başka bir işte çalışsın. Niye mi? Bakış açınız değişir de ondan. Farklı kesimlerdeki insanları tanır, onların hayatlarına dokunur, kendi hayatınıza daha farklı bir şekilde yaklaşırsınız. Şu moda kelimeyi de soyleyeyim hadi tam olsun: farkındalığınız artar.
Bu staja başladığımdan beri mesleki anlamda çok şey öğrendim ama asıl bana tokat gibi çarpan kendi sıradan!!! bulduğumuz hayatların aslında başkaları için ne kadar da super, inanılmaz, ulaşılması imkansız hayatlar olduğu. Ha benim hayatımda ne mi var? Aslına bakarsanız normal standart bir insan hayatı; bir arabam, iki kedim, çok sevdiğim bir evim, bir işim vs. vs. Yani ne yalıda oturuyorum ne de her ay banka hesabımda "saç saç paraları paraları" şarkısını söyletecek kadar bir maaşım var. Ama şimdi staj yaptığım yerdeki çocuklara bakıyorum da benim artık neredeyse külüstür kategorisine girecek hale gelmiş düldül bile onlar için çok önemli birşey. İkide bir "tabii seni araban var!" diyip duruyorlar. Araba almak -belki şu an- onlar için bir hayal. Aslında değil arabam üniversite mezunu olmam bile onlar için yeteri kadar inanılmaz bir durum.
Demem o ki bizim için sıradan olan şeyler aslında onlar için ne kadar önemli. İşe gelmek için taaaa nerelerden kalkıp geldiklerini, iki araç değiştirmek zorunda kaldıklarını öğrenince, gecenin köründe otobüse yetişmek için ne kadar acele ettiklerini gördükçe hem kendi hayat şansıma şükrediyorum hem de onlar için birşey yapamadığımdan içim daralıyor. Üniversitedeki bir hocamın meşhur "Life isnot fair" sözü o zaman için ne kadar birşey ifade etmiyorsa şimdi bu sözü iliklerime kadar hissediyorum. Ve diyorum ki hayatın bu kadar adaletsizlik üzerine kurulmuş olması bile başlı başına ne büyük bir adaletsizlik. Ne haksızlık!!!
Bu staja başladığımdan beri mesleki anlamda çok şey öğrendim ama asıl bana tokat gibi çarpan kendi sıradan!!! bulduğumuz hayatların aslında başkaları için ne kadar da super, inanılmaz, ulaşılması imkansız hayatlar olduğu. Ha benim hayatımda ne mi var? Aslına bakarsanız normal standart bir insan hayatı; bir arabam, iki kedim, çok sevdiğim bir evim, bir işim vs. vs. Yani ne yalıda oturuyorum ne de her ay banka hesabımda "saç saç paraları paraları" şarkısını söyletecek kadar bir maaşım var. Ama şimdi staj yaptığım yerdeki çocuklara bakıyorum da benim artık neredeyse külüstür kategorisine girecek hale gelmiş düldül bile onlar için çok önemli birşey. İkide bir "tabii seni araban var!" diyip duruyorlar. Araba almak -belki şu an- onlar için bir hayal. Aslında değil arabam üniversite mezunu olmam bile onlar için yeteri kadar inanılmaz bir durum.
Demem o ki bizim için sıradan olan şeyler aslında onlar için ne kadar önemli. İşe gelmek için taaaa nerelerden kalkıp geldiklerini, iki araç değiştirmek zorunda kaldıklarını öğrenince, gecenin köründe otobüse yetişmek için ne kadar acele ettiklerini gördükçe hem kendi hayat şansıma şükrediyorum hem de onlar için birşey yapamadığımdan içim daralıyor. Üniversitedeki bir hocamın meşhur "Life isnot fair" sözü o zaman için ne kadar birşey ifade etmiyorsa şimdi bu sözü iliklerime kadar hissediyorum. Ve diyorum ki hayatın bu kadar adaletsizlik üzerine kurulmuş olması bile başlı başına ne büyük bir adaletsizlik. Ne haksızlık!!!
14 Haziran 2011 Salı
karga stajda / 3.hafta
Şu meşhuuuur stajımda üçüncü haftaya başladım dün. Aslında dün pazar günü restorandaki brunchı anlatacaktım ama araya RTE girdi (parazit gibi) yazı kaldı. Bu pazarı yazarım artık. Ne de olsa bu pazar babalar günü ve geçen haftaki brunch gözlemlerime babalar günü brunch'ı gözlemlerini de eklerim.
Bu hafta stajıma pastane devam edeceğim. Dün itibariyle gördüm ki mutfağın en ama en zor yeri pastane. Bir kere hata kaldırmıyor. Görselliğe kesinlikle önem vermeniz gerekiyor çünkü diğer yemeklerde müşteri zaten çok aç olduğundan önüne gelene dikkat etmiyor, hoop tabağa yumuluyor ama tatlı kısmında öyle değil. Karnı doymuş olan kişi(ler), keyif yapmak için tatlılarını söylerler ve aç olmadıklarından da önlerine gelen tabağa daha bir alıcı gözle bakarlar. Bundan dolayıdır ki tatlı tabaklarınızın afilli olması, müşteriye "vawwww!!!! Mamma Mia!!!" dedirtmesi gerekir. Bizim restorandaki pasta şefi de işinin ehli bir usta. Zaten tatlı hastası bir tip olarak ustanın hazırladığı tabaklara geldiğimden beri kesikler atıp, kaşla göz arasında tatlılardan götürmekteydim ama dün servis için tabakları hazırlamaya başlayınca, işin ne kadar zor olduğunu anladım. O krema torbasını kullanmak ne kadar zormuş öyle. İkiye bölüp kullanmazsan ve elini çabuk tutmazsan bütün krema bir tatlının üstüne dökülebilir. Zira dün akşam ben ikiye bölmeden kullanırım sandığım krema torbasındaki tüm kremayı dört profiterol topunu üzerine boşaltmak üzereyken şef koştu geldi ve krema torbasını ve dolayısıyla servise çıkacak tatlıyı benden kurtarabildi. Hele bir de sosları kalem denilen birşeyle incecik çizmek var ki o en büyük bela. Ben daha önce böyle birşey yapmadığım için ve henüz elim kırılmadığından dün o çizgileri çizemedim. Anlayacağımız dün akşam restoranda bana pek bir güldüler. Ama olsun zaten ben de kendime çok güldüm. "La daha biraz önce elime aldım elime bunu, yapacağız elbet" diyerek onları püskürttüm. Bu akşam programda soğanlı, zeytinli ve kepekli ekmek yapmak var. Bak bunları becerebilirim. Yani sanırım...
Bu hafta stajıma pastane devam edeceğim. Dün itibariyle gördüm ki mutfağın en ama en zor yeri pastane. Bir kere hata kaldırmıyor. Görselliğe kesinlikle önem vermeniz gerekiyor çünkü diğer yemeklerde müşteri zaten çok aç olduğundan önüne gelene dikkat etmiyor, hoop tabağa yumuluyor ama tatlı kısmında öyle değil. Karnı doymuş olan kişi(ler), keyif yapmak için tatlılarını söylerler ve aç olmadıklarından da önlerine gelen tabağa daha bir alıcı gözle bakarlar. Bundan dolayıdır ki tatlı tabaklarınızın afilli olması, müşteriye "vawwww!!!! Mamma Mia!!!" dedirtmesi gerekir. Bizim restorandaki pasta şefi de işinin ehli bir usta. Zaten tatlı hastası bir tip olarak ustanın hazırladığı tabaklara geldiğimden beri kesikler atıp, kaşla göz arasında tatlılardan götürmekteydim ama dün servis için tabakları hazırlamaya başlayınca, işin ne kadar zor olduğunu anladım. O krema torbasını kullanmak ne kadar zormuş öyle. İkiye bölüp kullanmazsan ve elini çabuk tutmazsan bütün krema bir tatlının üstüne dökülebilir. Zira dün akşam ben ikiye bölmeden kullanırım sandığım krema torbasındaki tüm kremayı dört profiterol topunu üzerine boşaltmak üzereyken şef koştu geldi ve krema torbasını ve dolayısıyla servise çıkacak tatlıyı benden kurtarabildi. Hele bir de sosları kalem denilen birşeyle incecik çizmek var ki o en büyük bela. Ben daha önce böyle birşey yapmadığım için ve henüz elim kırılmadığından dün o çizgileri çizemedim. Anlayacağımız dün akşam restoranda bana pek bir güldüler. Ama olsun zaten ben de kendime çok güldüm. "La daha biraz önce elime aldım elime bunu, yapacağız elbet" diyerek onları püskürttüm. Bu akşam programda soğanlı, zeytinli ve kepekli ekmek yapmak var. Bak bunları becerebilirim. Yani sanırım...
Etiketler:
karga mutfakta,
karga stajda
13 Haziran 2011 Pazartesi
2023
Eeeee aziz Türk milleti bunu da yaptın işte! Demek herşeyden memnunmuşsun. Kabadayı bir üsluptan, giderek polis devletine dönüşen bir ülkede yaşamaktan, doğanın tarihin cahilcesine katledilmesinden, özgürlük diye sunulanın aslında büyük bir kandırmaca olduğundan, "özgürlük, adalet, eşitlik" diyenlerin terörist, rejim düşmanı diye adlandırılmasından, "istikrar, refah, hizmet" gibi kelimelerin sadece onlara yakın olan kesime, yandaşlarına yaramasından, bizim gibi onun aksini düşünenlere bir faydasının olmamasından, başa geçtiğinden beri özellikle de düşük gelirli kesimin hayat standardında bir değişiklik olmamasından, azınlık hakları diye birşeyin giderek azınlık düşmanlığına dönmesinden mutluymuşsun demek. % 50 oy ne demek yahu! Hiç mi vicdanın sızlamadı ey halkım? Ne düşündün de oy verdin bir anlayabilsem! Zaten geminden kurtulmuş at gibi dörtnala fütursuzca giden bu adama ne demeye "daha da hızlan biz senin arkandayız, bizi de götür istediğin yere" dedin. Onun İsraile ya da Amerikaya falan "hop dedik" dermiş gibi gözükürken aslında arka kapıdan "yaw kardeş pardon, biliyorsunuz böyle yapmam lazım" diyip her bişeyleri (telekom, limanlar, sahiller gibi şeyleri) satmasına razıymışsın demek. Eh gözün aydın artık Türkiye, istediğin oldu. İsrailin arka bahçesi, Kürdistan'nın kapı komşusu, Amerika'nın yeni eyaleti oldun, artık seni 2023'te zirve yapacak güzel, refah dolu günler bekliyor. Sen bu cahil uykunda uyurken / uyutulurken cumhuriyet diye birşey kalmayacak çok yakında ama sanırım sen hiçbir zaman bunun farkında olamayacaksın.
2023 Cumhuriyet'in sonu, Badem bıyıklar İmparatorluğunun kuruluş yılı olacak.
2023 Cumhuriyet'in sonu, Badem bıyıklar İmparatorluğunun kuruluş yılı olacak.
9 Haziran 2011 Perşembe
fillerin dümdüz ettiği
Lafta sabah altıbuçukta kalkıp spora gidip iki haftadır gitmediğim spora dönüş yapıp, kendimi ciddi bir programa sokacaktım. Ama sabah gözümü açtığımda bütün vücudum üzerinden bir fil sürüsü geçmiş gibiydi. Hani çizgi filmler de olur ya, kahramanın üzerinden filler geçer, kağıt gibi dümdüz olur kahraman hah işte sabah o kıvamdaydım ben. Kedi kızım ve oğlum dört gözle kalkmamı bekledikleri ve yatağın yanında nöbet tuttuklarından bir gayret kalktım. Hep böyle hissedecek miyim acep yoksa mutfak hamlığından kurtulacak mıyım? Zaman gösterecek....Şimdilik fillerin dümdüz ettiği çizgi film kahramanı kıvamında ve havadan sudan şeyler yazarak takılıyorum. Belki akşam eve dönünce kendimi bilgisayar karşısında oturacak kadar iyi hissedersem daha ilginç şeyler yazarım.
5 Haziran 2011 Pazar
karga stajda / bir haftanın ardından
-Abla memleket nere?
-Senin asıl işin ne?
-Yaş kaç?
-Çoluk çocuk?
-Abi ne iş yapıyor?
-AAaa karga hanım bana da ingilizce öğretir misiniz?
-Abla sen niye bu kadar geç evlendin?
Eğer bir yerde staj yapıyorsanız sanırım size sorulacak sorular üç aşağı beş yukarı böyle olur. Yurdum erkekleri en az kadınları kadar meraklı ve sanırım benim staj yaptığım yerdeki beyler de az biraz dedikoducu. Aralarında kura çekip sırayla biri bir soruyu soruyor ve verdikleri çay molalarında da benim cevabım diğerleriyle paylaşılıyor. Bir haftanın sonunda staj yerimdeki kıdemli şeflerle giderek artan samimiyet oranında bana sorulan sorular sırasıyla yukardaki gibiydi. Dönüp dolaşıp laf arasında genelden özele doğru yengeç yengeç yaklaşıp vurdular son soruyu. Ama yaşımı hiiç göstermediğimi söyleyerek benden on puanı kaptılar. Aslında en çok merak ettikleri ve bir türlü anlayamadıkları benim niye temiz ve saygın ve tatili bol mesaisi az bir işte çalışırken onların ki gibi stres diz boyu, yağ, koku, kir, gürültü dolu, çok çalışılan, az tatil yapılan bir işe soyunmam. Dönüp dolaşıp laf arasında habire bu soruyu sokuşturup duruyorlar. Kafaları yatmadı benim orada olma nedenime. Yemek yapıp mutlu olmak istediğime bir türlü inanamıyorlar. Ve sanırım kendi aralarında benim ne kadar dayanacağıma dair bir iddiaya bile girdiler.
Neyse stajda bir haftayı bitirdim. Şimdilik asayiş berkemal ve kalamar tavada artık oldukça yol aldım. Bu hafta beş çeşit risottoyu, tereyağlı karidesi, karides güveci ve dakkada on köfteyi yapabilecek kadar hızlanmayı hedefliyorum. Haaa bu arada çarşamba günü gelecek Vedat Milor ve yabancı konukları için büyük şefin verdiği yemekte büyük şefin tercümanı olursam ortalığı batırmamayı da becermek istiyorum. Protokolden hiiiiç ama hiiiiç anlamayan ben umarım dangalakça birşey yapmam. Bana şans dileyin.
-Senin asıl işin ne?
-Yaş kaç?
-Çoluk çocuk?
-Abi ne iş yapıyor?
-AAaa karga hanım bana da ingilizce öğretir misiniz?
-Abla sen niye bu kadar geç evlendin?
Eğer bir yerde staj yapıyorsanız sanırım size sorulacak sorular üç aşağı beş yukarı böyle olur. Yurdum erkekleri en az kadınları kadar meraklı ve sanırım benim staj yaptığım yerdeki beyler de az biraz dedikoducu. Aralarında kura çekip sırayla biri bir soruyu soruyor ve verdikleri çay molalarında da benim cevabım diğerleriyle paylaşılıyor. Bir haftanın sonunda staj yerimdeki kıdemli şeflerle giderek artan samimiyet oranında bana sorulan sorular sırasıyla yukardaki gibiydi. Dönüp dolaşıp laf arasında genelden özele doğru yengeç yengeç yaklaşıp vurdular son soruyu. Ama yaşımı hiiç göstermediğimi söyleyerek benden on puanı kaptılar. Aslında en çok merak ettikleri ve bir türlü anlayamadıkları benim niye temiz ve saygın ve tatili bol mesaisi az bir işte çalışırken onların ki gibi stres diz boyu, yağ, koku, kir, gürültü dolu, çok çalışılan, az tatil yapılan bir işe soyunmam. Dönüp dolaşıp laf arasında habire bu soruyu sokuşturup duruyorlar. Kafaları yatmadı benim orada olma nedenime. Yemek yapıp mutlu olmak istediğime bir türlü inanamıyorlar. Ve sanırım kendi aralarında benim ne kadar dayanacağıma dair bir iddiaya bile girdiler.
Neyse stajda bir haftayı bitirdim. Şimdilik asayiş berkemal ve kalamar tavada artık oldukça yol aldım. Bu hafta beş çeşit risottoyu, tereyağlı karidesi, karides güveci ve dakkada on köfteyi yapabilecek kadar hızlanmayı hedefliyorum. Haaa bu arada çarşamba günü gelecek Vedat Milor ve yabancı konukları için büyük şefin verdiği yemekte büyük şefin tercümanı olursam ortalığı batırmamayı da becermek istiyorum. Protokolden hiiiiç ama hiiiiç anlamayan ben umarım dangalakça birşey yapmam. Bana şans dileyin.
Etiketler:
hayat mamak meseleleri,
karga stajda
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)