Herşey bir sene önce sıcak bir yaz günü okuldaki S.'nin "Allah seneye Eylül'de U2 geliyormuş" feryadı ile başladı. Aylarca biletlerin satışa çıkmasını bekledik. Sonunda biletlerimize kavuştuk ve konser zamanı için geri sayıma başladık. Konser günü yaklaştıkça bir yandan sevinçten yerimizde duramaz olduk bir yandan da "Ulan o olimpiyat stadına nasıl gidicez? hadi gittik diyelim oradan nasıl çıkıcaz?" sorularına haritalar üzerinde saatlerce çalışarak cevaplar bulmaya çalıştık. Zira bir kısım İstanbullu için olimpiyat stadı demek "orda bir köy var uzakta gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür" kıvamında bir yer. Gitmesi zor çıkması daha bir zor bir yer. Sonuçta yapılan etüdler ve alınan gerilla eğitiminden sonra A,B,C planlarının uygulanmasına karar verildi. Okuldan S&S ile Söğütlüçeşme metrobüs durağında buluşmak için sözleşildi. Sevgilim süslenip püslenmekten bir türlü hızlı hareket edemediği için evden çıkışımız ve S&S ile buluşmamız azıcık rötarlı gerçekleşti. Burada ben biraz araya reklam alıp bu şehr-i İstanbul'a metrobüs kazığında emeği geçenlerin nazik popolarını tekmelemek istiyorum. Zira "yüzyılın taşıma aracı" diye lanse edilip İstanbul trafiğinin -şeritlerini azaltmak suretiyle- içine eden zihniyet bütün İstanbul halkını kandırmış. METROBÜS BİLDİĞİN İŞKENCE!!!!! Eğer ilk duraktan bindiyseniz sorun yok, ara duraklarda binerseniz hamile inersiniz o kadar sıkışık, balık istifi bir durum. Bunların yanında IETT'lerde in cin çift kale maçta.
(hain şoförün otobüsü)
Neyse uzun süreli bir metrobüs çilesinden sonra Yenibosna'ya geldik ve bu konser için konulmuş belediye otobüslerine bindik. 15 dakika süreceği söylenen bu yol için bizden 6'şar lira istediler, söylene söylene paraları bayıldık ve asıl macera burada başladı. Şimdi sorarım size hanginiz 15 dakika süreceği söylenen yolu 1 saat 15 dakikada aldınız? Dün biz -İETT otobüsünün içindeki yirmi otuz kişi- yolu bilmeyen otobüs şoförünün gazabına uğrayıp bu şerefe!!! nail olduk. Yenibosna'nın bütün arka sokaklarını, Starcity diye bir alışveriş merkezinin önünü, Başakşehir diye bir yerin içini siz diyin iki, ben diyeyim dört kez turladık. Bir şekilde doğru yolu buluruz herhalde diye sabredip sesini çıkarmayan yolcular, ufukta gördükleri olimpiyat stadına bir türlü ulaşmayı beceremeyince dayanamayıp "hışştt hooop şoför nörüyoon!!!" şeklinde hönkürdediler. Otobüs içinde minnak bir ayaklanma çıktı, şoförün iyice eli ayağına dolandı, "ya allah dalıyorum kafama esen herhangi bir yola ne olursa olsun!" düşüncesi ile bodoslama kafasına göre gitmeye başladı. Ben bir ara ömrümün kalan yarısını uzayda yörüngeden çıkmış uydular misali başıboş ne yaptığımızı bilmeden Yenibosna ara sokaklarında dolanıp duracağımızı, "bir otobüs dolusu yolcu olimpiyat stadına gitmek için yola çıktı ve bir daha kendilerinden haber alınamadı" haberleri ile bir şehir efsanesine döneceğimizi düşünüp "acaba kanal d ile canlı bağlantı yapsam helikopterle gelip çekim yaparlar mı?" ihtimalini bile gözden geçirdim. Sonunda allah, kendini bilmeden direksiyon sallayan şoföre de bize de acıdı doğru yolu bulduk ve stada ulaştık. 6'şar liraların karlığını da tepe tepe aldık. Ama eziyet bitmedi. Şimdiki aşamada biletimizde yazan girişi bulmamız gerekiyordu. Bunun içinde stad etrafında minnak bir tavaf gerçekleştirip, stadın nerdeyse tüm çevresini yürüyerek katedince edim ki "konserine de stadına da!". Girişi bulduk bulmasına da herkes burda! Giriş kapısını değil görmek ulaşmak bile mümkün değil. Millet yapışmış birbirine mitoz bölünmeye uğramadan önceki amip şeklinde hareket ediyor. Bir ara herkesin koluna "numaralar yazmışlar numarası olmayanları almıyorlar!" şeklinde bir dedikodu dalgasına kendini kaptıran sevgili "durun ben bir koşu öğreneyim neymiş bu numara işi" diye dellense de "Dur ayrılma yamacımdan! Sürüden ayrılanı kurt kapar. Dağ başı burası zaten, sonra Müge Anlı'ya çıkıp 'en son olimpiyat stadında numero alcem diye getti sonra göremedim gayri hayatımın minnak odununu' şeklinde ağlatcen mi beni" diye çemkirince kaldı zaten bir süre sonra da içeri girebildik.
Amaniiin bir görseniz ne kocaman stad öle. Ama bildiğin uğultulu tepeler. Stadı inşa eden ülkemin güzide mimar ve mühendisleri rüzgarın geldiği yönü hesaplamayıp tribünleri esen tarafı engelleyecek şekilde değil de aksi yöne koydukları için yel stadın bir köşesinden girip öbür köşesinden çıkmaktaydı. Yanıma aldığın bilumum ceket, hırka, yağmurluk ve çorap az geldi. Utanmasam stadın bir köşeciğinde ateş yakıp sucuk kızartacaktım. Bizim biletimiz stadın içi olduğu için konser başlamadan açlığımızı ve susuzluğumuzu giderdik tam rahat ve sahneyi görebileceğimiz bir yere sotelenecekken yağmur tepemize indi. Açıkta kaçacak yer yok sıçana dönmek üzereyiz. Sevgilinin şahin bakışları tribünlere çıkan aralık bir kapıyı görünce tribünlere sızdık. Kendimize rahat ve kuru bir yer bulduk.
Saat 10 gibi Bono abi önderliğinde U2 arz-ı endam etti ve muhteşem şarkıları ile kulaklarımızın pasını alırken bütün yorgunluğumuzu da alıp götürdüler. Biz tribünden diğer seyirciler saha içinden hep bir ağızdan Bono'ya eşlik ettik ( In the name of Love'da Nehir düştü aklıma, belki cennete kadar gitmiştir Bono'nun sesi dedim). Konserin her dakikası ve o inanılmaz sahne gerçekten görülmeye değerdi. Ama beni en çok seyircilerin ellerini havaya kaldırıp hep birlikte aynı anda tempo tuttukları anki görüntü etkiledi. Bütün eller ve kollar aynı anda hareket ediyor, sağa sola sallanıyor. Herkesin aynı şekilde aynı ruh halini paylaşmasının görüntüsüydü o! Bono şarkılarını söylerken bir ara "şimdi Zufu'yu sahneye davet ediyorum!" diyince herkes birbirine "kim ola Zufu?" diye sorup durdu. Meğer Zülfü Livaneli'ymiş. 50 bin kişi Bono'yu "yiğidim aslanım burda yatıyor"u söyleyerek şaşırttı.
Artık vakit dönüş vakti ve yeni bir işkence zamanıydı. U2'nün ikinci bisi başlarken sahayı terkettik çünkü eğer çıkışı bekleseydik sabaha karşı belki evde olabilirdik. Yine uzun bir otobüs, metrobüs eziyetinden sonra 00:17'de başlayan dönüş yolculuğu bitip yatağıma girebildiğimde saat 3'ü gösteriyordu.
Valla U2 360 derece turunu dünya çapında atarken biz de kendi çapımızda 360 derece İstanbul turu attık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder