Küçük bir şadırvanda şakırdayan su.
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinden gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarilerin en ilahisi.
Ahmet Hamdi Tanpınar
Ahmet Hamdi'nin "Bursa'da Zaman" şiiri böyle başlar. Bursa'nın tarihi ve turistik yerlerinde gezdirir okuyucusunu. Benim bu hafta sonu Bursa'da geçirdiğim zaman turistik bir geziden daha çok bir keşif gezisine yönelikti. Öncelikli amaç sevgilinin çalıştığı ve yaşadığı yerleri teftiş etmekti. Bu yüzden Bursa'nın asıl görülmesi gereken yerleri bir sonraki geziye bırakıldı, bu demektir ki bir iki Bursa yazısı daha yazılacak.
Gezimiz cumartesi sabahı 7:00 Pendik-Yalova feribotu ile başladı. Bu yolu tercih etmek daha mantıklı çünkü doğrudan Yalova'nın içine iniliyor ve daha az araba kullanılıyor. Daha önce Yalova-Bursa arasında araba kullanmamıştım, rampalı yollarda biraz tırstım. Allahtan sabah erken saatti de yollarda fazla araba yoktu. Biraz daha uzun yol pratiği yapmalı. Bir kenara yazalım.
Uzun yıllar Bursa'nın kenarından köşesinden geçerek seyahat etmiş olmama rağmen daha önce hiç Bursa'nın içine girmemiş, nasıl bir şehir olduğuna dikkat etmemiştim. Bursa'nın bende bıraktığı ilk izlenim arada derede kalmış bir şehir olması oldu. Ne büyükşehir denilebilir ne de kasaba, biraz karman çorman gibi geldi bana ve ilk defa bir yerde yolumu, yönümü bilemedim. Mesela İstanbul'da insan yönünü denize göre belirleyebilir. Denize doğru gidersen gideceğin yolu bir şekilde bulabilirsin ya da Ankara'da Kızılay'a inersen yine gideceğin yolu bulursun. Ama Bursa'da nereye gideceğimi bilemedim. Her yol sanki şehirlerarası yol, hepsi kalabalık.
Karmaşık Bursa'da ilk yaptığım sevgilinin, teftiş mekanları ile ilgili olarak geçer not vermem için bana ısmarladığı haftasonu terapisi babında kese ve masaj keyfi oldu. Yine pamuk gibi bir cildim oldu, mayıştım. Utanmasam "siz keyfinize bakın ben şurda azıcık kestireceğim" diyecektim masaj odasında. Daha sonra e Bursa'ya kadar gelinmiş bir iskender attırmadan dönmek olmaz diye koşa koşa Uludağ iskendercisine gittik. Eski otobüs terminalinin hemen yanında olan bu yer, oldukça salaş bir restorandı ama hiç önemli değil, şimdiye kadar yediğim en lezzetli iskenderi yedim burda. Bir rivayete göre de İstanbul'dan insanlar akın akın buraya iskender yemeye geliyorlarmış. İlk açıldığında nasılsa öyle kalmış restoran. İçersi doluysa dışarda yiyorsunuz yemeğinizi. Yanında Uludağ gazozla pek güzel gitti bir buçuk iskender.
Akşama kadar sevgili çalıştı ben de yapmam gereken bir iki işi hallettim. Akşam Arap Şükrü'ye gittik. Arap Şükrü, çakma Nevizade diyeyim. Nasıl Nevizade'de sokağın her iki yanında masalar vardır, millet yer içer, bir de çalgıcılar vardır. Burda da aynısı yapılmış. Sokakla aynı isimdeki Arap Şükrü restoranı, lezzetli mezeleri ve balıkları ile bu sokağın en iyi ve de en eski restoranlarından biriymiş. Biz gittiğimizde millet çoktan çakır keyif olmuştu. Biz yavaştan mezelere gömülürken, karşı masada bulunan bir kovboy (Bursa'da bir yerde bir kovboy kasabası var herhalde. Zira bu arkadaş boynunda fuları, kırmızı kareli gömleği, yeleği, kafataslı kemeri, çizmeleri ve belindeki tabancası ile tam bir kovboydu), niye bilmiyorum ama bende Bursaspor yöneticisi fikri uyandıran ( bu arada Bursa, şampiyonluğa fena halde kilitlenmiş. Şehrin her yerinde Bursaspor bayrağı var. Bu kadar fanatik bir şehir görmemiştim.) kısa boylu tıknaz, patates burunlu amca, öndeki dişlerinden özellikle bir tanesi oldukça belirgin olan sakallı abi ve içlerinde en halim selim olan başka bir abi, darbukatör ve arkadaşlarının kıvrak ezgilerine dayanamayarak kendilerini ortaya attılar ve sokağın geçişe kapanmasına aldırmadan Zeybek-roman karışımı bir dans figürü eşliğinde, sanki yerde bozuk para arıyorlarmış gibi dans etmeye başladılar. Bir ara o kadar sevgi kelebeğine dönüştüler ki kovboy ve yönetici amca sarmaşdolaş oldu. Onlar oturdu, birkaç masa ileride oturan, onlarında akademisyen olduklarını tahmin ettiğim abiler kendilerini müziğin kıvrak ritimlerine bıraktılar. Kısacası Bursa ile edindiğim ikinci izlenim, Bursalı abiler kapı gıcırtısına oynuyorlar.
1 yorum:
Bursaya kasaba benzetmesi yapmışsınız.. Çok güldüm.
İskender i de uludağ gazozu ile yemişsiniz buna da oturma organım gülüyor..
iskender ve pideli köfte şıra ile yenir mirim. aklınızda olsun.. bir dahaki sefer lütfen şıra isteyin.. ama fabrikasyomn değil.. hand made :))
Ha bi de arap şükrü sokağına çakma nevizade demişsiniz... Nevizade çakma arap şükrü sokağı olmasın sakın :)
selametle....
Yorum Gönder