9 Mart 2010 Salı

and the oscar goes to...


Her sene belli olaylar, kutlu gün ve haftalar var dört gözle beklenen... Mevsimler gibi bu önemli, kutlu gün ve haftaların gelmesi bekleniyor. Günler gelip geçiyor arkasından tozu, çeri çöpü kalıyor. Mesela yeni yıl; teeee iki ay öncesinden (utanmasalar yazdan başlayacaklar) başlıyorlar "yeni yılda ne giyilir, ne içilir, nasıl güzel olunur?" diye yazı dizileri hazırlamaya. Bizim gibi "pttgiller"den olanları da alıyor hafiften bir kaşıntı; "ya bizde bir yamukluk mu var acep?, evde pinekleyip duracağımıza çıksak mı dışarı?" diye düşüne düşüne giriyoruz yeni yıla. O kadar gümbürtünün ardından bir ocak sabahı ne saçımız pembe, ne boyumuz daha uzun yani değişen hiçbirşey yok, sadece matematiksel hesaba göre bir yaş daha yaşlandığımız ve tabii ağır bir baş ağrısı var geriye kalan.

Yeni yıl yazısı gibi oldu ama sadede geliyorum. Yani demem o ki, teeeee Ocak sonunda başlayan "Oscar lotoların" sonucu dün akşam / bu sabaha karşı belli oldu. İlk defa bir kadın yönetmen Oscar amcayı evine götürdü. Kendi kendime yaptığım Oscar tahmini tuttu (Akademi bu sağı solu belli olmaz, Avatar'ı pompalar, ödülleri o süpürecek dersin ama hiç iddiası olmayan başka bir film ödüle boğulur, aynı postmodern roman gibi sağ gösterip sol vurur bunlar dedim mi demedim mi? Dedim ama kendi kendime). Önümüzdeki günlerin planı belli oldu, Oscarlı filmler izlenecek tekrardan. Daha farklı bakılacak filmlere, oyunculara...

Eskiden,lisedeyken sabahın köründe kalkar töreni izlerdim, şimdi popomda pirelerin uçuşmasını bu törenin ihtişamına ve heyecanına tercih eder oldum. Al sana yaşlanmaya bir işaret daha, sen daha kırışıklık kremi kullanmıyorum diye gerin dur. Artık ödül alanları internetten, töreni de gece tekrarından izliyorum. Bu sene beni en çok etkileyen en iyi müzik ödüllerinin açıklanmasından önce yapılan dans gösterileriydi. Adamlar yemiş yutmuş, dans etmediler, uçtular, kıvrıldılar. Bizde "Yetenek Siz misiniz acep?" yarışmasına utanmadan katılıp, bizim gözümüzü bozan sözde dans yeteneklerine "ahanda dans etmek budur"u gösterdiler, tabii seyrettilerse.

Sonuç olarak, Hollywood dağda yazılı bir yazıdan ibaret birşey değildir. Günün birinde benim gibi oralara gider ve bir peri masalı, sihirli bir yer göreceğinizi sanıp ama aslında Dolapdere'den hallice bir yerle karşılaşır, ünlülerin el izlerinin her gün milyonlarca turist tarafından ayaklar altında ezildiğini görüp, bütün filmlerin aslında koskoca bir alana yapılmış hayalet bir kasabanın filmin dönemine göre dekorcular, kostümcüler, set işçileri, ışıkçılar vs. tarafından hazırlandığını, aslında o yerlerin hiç varolmadığını görürseniz, üzülmeyin, Hollywood bu işte. Bir pazarlama mabedi, hayal diyarı ve bu adamlar bu işi iyi yapıyor. Kim ne derse desin, ister bir kandırmaca, ister pazarlama isterse kitleleri uyutma aracı olsun, ben böyle bir sihri yarattıkları ve sinemayı var ettikleri için onlara şapka çıkarıyorum ve onların hayal dünyalarında kaybolmaya devam ediyorum.

Hiç yorum yok: