sadece bir bakıp kapatacaktım ama olmadı...neredeyse iki haftadır sabah, öğle ve akşam yemeklerindeki rutin ekonomi ve siyaset yorumcularını izlediğim (valla yıllar önce siyasetle ve ekonomi ile ilgileneceksin hatta işi parti üyesi olmaya kadar vardırıp, aktif siyasete nasıl başlarım? diye düşüneceğimi biri bana söyleseydi, üç numaralı clark bakışımı atıp, hadi len derdim muhtemelen ama hayat böyle bir şey işte; yapmam dediklerini bir bir yaptırıyor insana) videolara şu şerbetli dizi de eklendi. ne yazık ki izlemekten kendimi alıkoyamıyorum. biraz önce izlediğim son bölümde nursema ile umut birbirlerine kavuşunca ve hasretle sarılınca oturdum bir güzel ağladım. geçen haftaki bölümde nursema ortalığı bir güzel dağıtınca sanki ben dağıtmışım gibi içimin yağları bir güzel erimişti de bütün hafta kendi kendime gevrek gevrek gülmüştüm.
yine son zamanlarda milletin pek bir ayılıp bayıldığı ama benim dünya ahret biladerim olabilecek tatlıtuğ kardeşimizin (sarışın hele de mavi gözlüyse maalesef bende gideri yok; ancak kanka oluruz) son dizisinin (yok o dizi sarmadı nedense beni; ilk bölümü bile bitiremedim) bir yerinde aile şöyle tanımlandı; "iyi niyetle en büyük kötülüklerin yapıldığı yer." sonuna kadar katıldığım bir tanımlama.
annemle ne zaman didişsek ki 35 yaşımdan sonra neredeyse bir arada olduğumuz zamanların yüzde 80'nini bulan bir süreden bahsediyorum; bana her zaman söylediği şey; "senin iyiliğin için". şerbetli dizide de nursema'nın iyiliğini isteyen annesi ve babası anlamadan dinlemeden, kendi tutucu normlarının gerektirdiği şekilde apar topar onu bir ruh hastası ile evlendirdiler. kaç yaşında olursak olalım bütün bu bizim iyiliğimizi isteyen ebeyvnlerin anlamadığı tek bir şey var; biz bizim iyiliğimizi istemenizi istemiyoruz ki; biz sadece ve sadece bizi dinlemenizi ve düştüğümüzde sizin elinizi tutarak kalkabileceğimizi, sizin nerede ve ne şekilde olursak olalım bizim için bir yerlerden koşup gelebileceğinizi bilmeyi istiyoruz çünkü bence sakince seni dinleyip, yargılamadan, hödö hödö demeden, "zaten sen hep böylesin", "daha önce yaptın da ne oldu" diye eski defterlerin açılmadığı, nefesinizi boşa harcadığınızı ve sesinizin karşı tarafa ulaşmadan görünmez bir duvara çarpıp, karşınızdakinin ne anlattığınızı bırakın anlamayı duymayı bile reddetmediği bir yer aile ve aile olabilmek.
şimdi salonda karanlıkta bana ait olmayan gep geniş koltukta sol omzumda melek misali yayılmış yatan kedim olduğu halde son bölümünü izlediğim şerbetli dizinin bana hissettirdiklerini bir nevi kayıt altına alırken bir yandan da belki de beceremediğim ve sürekli aradığım şeyin hem ben büyürken var ama yok olan babamın kırk yaşımdan sonra farkına vardığım eksikliğinden hem de bir türlü ve hala aile olmayı ne kadar da beceremeyişimizden kaynaklandığı gerçeğinin sertliğinden üşüyorumdur.
üşüyorum ve babamı çok özledim.
2 yorum:
Haydi bakalım! Sen de şerbet seyrediyormuşsun. En son benim gurbet kuşları sardırmış ona. Ben de mi baksam nedir? Gerçi biz de rakip kanalda Ömer seyrediyoruz, sayılır mı acaba? ;)
Bu arada yeni taşınman hayırlı uğurlu olsun komşucuğum. <3
canım Ekmekçikız, ben de ilk başta burun kıvırmıştım ama bir şekilde kendine bağımlı yapıyor o dizi. keyifle izleyip, pembe hanım'a sinir olmalık bir dizi. kahvaltı ederken özellikle iyi gidiyor. :))
Yorum Gönder