23 Şubat 2023 Perşembe

yhn 11 / yorgun


 haftalardır süren dondurucu soğuklar dünden beri burada bahar havasına döndü. pazar günü "cevap veren isa manastırı (antiphonidis)"na gittiğimizde yolda gördüğümüz yabani tavşan kulakları ve laleler baharın gelişini erkenden müjdelemişlerdi ama hava da böyle birden ısınınca baharın bütün ihtişamıyla beklenenden erken geleceğine iyice ikna oldum da bu bahar diğer baharlar gibi olmayacak sanırım. 

pazartesi günü hatay fayı da kırılınca ve o bölge yine şiddetli bir depremle sarsılınca burası da o kadar şiddetli olmasa da hissedilir şekilde sallandı. aslında sallanmış demem gerek çünkü ben hissetmedim. ıspanak pişirmekle meşguldüm. ben de mesele yemekse gerisi teferruat. üst katta ki african vatandaşların bağırıp çağırarak aşağıya paldır küldür indiklerini duydum ama "amaaaan yine gürültü yapıyor, şimdi ne oldu acaba" diye düşünüp hipnotize olmuş gibi ıspanaklarıma döndüm. iki dakika sonra üniversitedekilerden oluşan whatsapp grubumuza deli gibi mesajlar yağınca öğrendim deprem olduğunu (ıspanağı ocağın üstüne koymuştum). bütün sokak dışarıdaydı ve cadde arabasına atlayan -bence- ne yöne gittiğini bilmeden deli gibi araba kullanan panik halindeki insanlarla doluydu. dışarı çıksam mı çıkmasam mı; hadi çıktım diyelim bir kedi, bir köpek arabanın içinde ne kadar kalacaktık ki. dışarısı da soğuktu zaten. işin açıkcası ne yapacağımı bilemedim. böyle bir içim burkuldu; yaban ellerde tek başına, ne paniklesem sakinleştirecek ne de şöyle böyle yapalım diye fikir alışverişi yapacağın biri var. kendi göbeğini kendin keseceksin işte. ortalığın sakinleşmesini bekledim, indim arabayı evden uzak bir yere çektim. köpeği yürüyüşe çıkardım (bu biraz mahalle yanarken saç taramaya benzedi ama ne yapayım hayat devam ediyor bir şekilde). eve dönünce kendi minik deprem çantamı hazırladım. hayatımda ilk defa. o kadar yıl istanbul'da yaşadım bir deprem çantam olmadı ama kaderde bu adacığa gelince bir deprem çantası sahibi olmak varmış. deprem çantamın içine bir litre su, iki takım iç çamaşırı, bere, atkı, pantolon, çorap, kitap (ne yani enkaz altında kitap da mı okumayacağız), şekerli bir şeyler koydum da fener, düdük, power bank (yok, almak lazım en kısa zamanda), ilaç koymak aklıma gelmedi. 

bahar geldi geliyor ama dedim ya bu bahar biraz buruk. canım uzun bir aradan sonra geniş bir masanın etrafına doluşup çeşit çeşit yemekler yerken, konuşan gülüşen insanlarla bir arada olup, terliğimi ayak parmaklarımın ucunda sallarken aşktan, kuşlardan, denizden, buluttan, baharın ne de güzel geldiğinden, ne zaman denize gidileceğinden kısacası maruz kaldığımız şiddetten uzak, hayatta kalmış ve başına bir şey gelmemiş olmaktan yorgun ve mahçup gönüllerimizin ferah ve dingin olduğu zamanlarda olmak istiyor. oysa artık o hayallerdeki geniş masalar yok, birbirinin aynı saçma sapan franchise kahveci köşelerinde bir araya geliyoruz ve tek gündemimiz deprem, deprem çantası eksikleri için birbirine sipariş vermeler ya da deprem anında ne yapılması gerektiği ile ilgili taktikler. 

mümkün mü eskisi gibi olabilmek ya da eskisinden daha iyi bir hayatı kurabilmek? 


13 Şubat 2023 Pazartesi

ömür

 




"çok can bu dünyadaki yolculuğunu bitirdi geçtiğimiz birkaç gün içinde.

insanlar, hayvanlar ve ömürlerimize şahitlik eden nice bina yitip gitti...

geri kalanların hasarını gidermek de uzun bir yol istiyor. 

bu yolda bize çok şey düşüyor!

hani dedik ya yaşadığımızdan, yiyip içtiğimizden, uyuduğumuz uykudan utandık kaç gündür;

işte öyle bir yayalım ki kalan ömrümüzü,

hiç utanacak bir şeyimiz olmasın!

arkalarında bize büyük dersler bırakarak gitti sevdiklerimiz.

en önemlisi insanlığımızı hatırladık.

yaşıyor olmanın bir oyun değil, bir sorumluluk olduğu bir daha ve çok net bir şekilde gösterildi bize.

bunu yapmayanların yarattığı acıyı daha açık nasıl görürdük bilmiyorum...

yaptığımız işin, ettiğimiz lafın, taşıdığımız vasfın sorumluluğunu alıp, hakkını vermektir artık bize düşen. 

yoksa biz bu yıkıntının altından kalkamayız!

ömürlerimizi bir hediye gibi taşımanın,

ve her günü gidenlere bir borç gibi ödemenin zamanıdır!

güzel kalplerimizi elimize alalım ve hiç kimse bizi yolumuzdan çevirmesin."


**dün instagramda junogozlemci yazmış bu yazıyı. bana iyi geldi; burada dursun istedim. 

** resim Maryam Lamei'nin. 

12 Şubat 2023 Pazar

yhn 10 / kucak


 

** neredeyse bütün astrologlar 2023'ün çok zor bir yıl olacağını söylediklerinde ne yalan söyleyeyim pek aldırış etmemiştim. şahsen astroloji ile ilişkim "fala inanma falsız kalma" minvalinde seyretmekte. gerçekten dedikleri doğru mu yoksa dediklerinden etkilendiğimiz için mi başımıza gelenleri bilmişler gibi hissediyoruz bilmiyorum. bundan emin olmak için de oturup astroloji eğitimi almaya ne zamanım ne de naktim var. 

** ocak başı ile 2023 zorluğunu bizim aileden yana göstermeye başladı. 11 ocak akşamı master chef'in finalini seyretmek için karşı dairede oturan kızkardeşinden evine geçen anneannem, verilen reklam arasında her zaman ki gibi klasik uyku öncesi ritüellerini (tuvalete girilecek, dişler çıkacak fırçalanacak, ellere krem sürülecek, sıcak su torbası hazırlanacak, başucuna suyu konacak vs vs) tamamlayıp heyecanla televizyonun karşına geçmeye hazırlanıyormuş ki geceliğinin eteğini ıslattığını farketmiş. şeytanın da herhalde işi yokmuş o esnada ve anneannemin kulağına, "sıcak su torbasının üstüne otur da kurut eteğini, böylece master chef finalini kaçırmazsın" demiş olacak ki 93 yaşındaki anneannem sıcak su torbasının üstüne oturmaya çalışırken kayıp sandalyeden düşüyor, kafasını hemen yan tarafta bulunan çook eski dikiş makinasının kenarına çarpıyor, başı yarılıyor ve dahası femür kemiğini kırmak suretiyle oturma odasının ortasına seriliyor. artık panikten mi korkudan mı telefona ulaşabilmesine rağmen bir türlü annemi arayamıyor ancak iniltisine ya da bağırışlarına diyeyim üst kattaki komşular iniyor aşağıya, teyzemin kapısını çalıyor ve anneanneme ulaşıyorlar. sonrası hastane, ameliyat, çivi takılması vs vs bir sürü panik ve endişe verici süreçler yaşanıyor. 

** benim olan bitenden ertesi gün haberim oldu. ameliyat için gün ve saat beklerlerken kardeşim aradı, her zamanki soğukkanlılığı ile olan biteni anlattı. gitsem gidemem; okulda final sınavları vardı ve zaten bir hafta sonra ara tatil olduğu için biletimi almıştım gidecektim. bileti mi yakayım, sınavlarda görev almayıp işi mi yakayım? iki ucu tam boklu değnek. bir yanda anneanneye bir şey olursa gitmediğim ve onu son kez göremediğim için vicdan azabı diğer yanda her şeyi boşverip gitsem, geriye dönecek bir işim olur mu? olmazsa ne yaparım? gibi kafada deli sorular. neyse annemi aradım, "dur panik olma, şimdilik bir şey yok. gelmen gereken zamanda gelirsin" dedi de biraz rahatladım. ama tatilde gidince öğrendim ki bu olaydan kısa süre önce anneannem covid geçirdiği ve 93 yaşında olduğu için "ciğerlerinde problem var, ameliyat riskli, bir şey olursa sorumluluk almıyoruz" diye anneme kağıt imzalatmışlar. bir şey olsaydı annemdeki suçluluk hissine bak, bütün hayatı boyunca onunla yaşamak zorunda kalacaktı. velhasıl her şey yolunda gitti, ameliyat sorunsuz geçti, anneannemin femur kemiğinde nur topu gibi bir çivisi var artık. ancak yaşı gereği bir türlü toparlanıp hiç olmazsa desteksiz tuvalete gidip işlerini halledebilecek duruma gelemiyor. bir ay oldu ama hala annem olmadan ve "walker" dedikleri yarım daire şeklindeki yürüme aparatı olmadan ne kalkabiliyor ne de yürüyebiliyor. tek başına yatıp kalkamıyor dahası sağından soluna dönemiyor, öyle kalıp gibi yatıyor. ne olacak bilmem. annem de perişan oldu bütün bu süreçte ama ikisi de ısrarla bir yardımcı bulunmasına yanaşmıyor. 

** sonra 6 şubat felaketi geldi hepimizin başına. klasik hamasi kelimeler kullanmak istemiyorum. hislerimi en güzel Kavafis'in şu şiiri anlatıyor: 

"bir başka ülkeye, 

bir başka denize giderim," dedin,

"bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.

Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;

-bir ceset gibi- gömülü kalbim. 

Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?

Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam, 

kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,

boşuna bunca yılı tükettiğim bu ülkede."

Yeni bir ülke bulamazsın,

başka bie deniz bulamazsın.

Bu şehir arkandan gelecektir.

Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın.

Aynı mahallede kocayacaksın;

aynı evlerde kır düşecek saçlarına.

Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. 

Başka bir şey umma - 

Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.

Ömrünü nasıl tükettiysen burada, 

bu köşecikte,

öyle tükettin demektir

bütün yeryüzünü de."

Konstantinos Kavafis (1863-1933)

** ülkesinden uzakta yaşayan herkes arafta bence. ne yaşadığı ülkeye ne de terk ettiği ülkeye ait. arada derede, gitmekle kalmak arasında. aklı ülkesinde olanlarla meşgul, sevdikleri için, ait olduğu topraklar için endişelenmekten, vicdan muhasebesi yapmaktan kalpleri yorgun. hiçbirimize rahat yok şu hayatta. dilerim bize reva gördüklerinin bin beterini yaşamadan, karmanın kendilerine vereceği cezayı çekmeden yedi cihanda huzur bulamazlar. bunu dilemekten başka elimden bir şey gelmiyor. 

** bu satırları yazdıktan sonra gidip sarılabileceğim ve bana kucağını, kollarını açıp, sarıp sarmalayacak -ikimizde yalan olduğunu bilsek bile- her şeyin bir şekilde düzeleceğini söyleyecek biri olsa hiç fena olmazdı. dünyayı, hayatı, başımıza gelecekleri değiştiremezdik belki ama bir dakikalığına bile olsa birbirimizin kollarında, kucağında avunur, ne olursa olsun, başımıza ne gelirse gelsin, tüm kötülükleri, terslikleri, aksaklıkları halledebileceğimize, onlarla baş edebileceğimize ve "her şeyin eninde sonunda mutlu sonla biteceğine" (çok severim mutlu sonları ama hiç mutlu sonum olmadı) olan inancımız tazelenirdi. en azından yalnız olmadığıma inanırdım bir süreliğine. iyi hissederdim / dik işte fena mı. 

** fotodaki çizim gürbüz doğan ekşioğlu'na ait. 

10 Şubat 2023 Cuma

katılıp kalmak

 günlerdir twitter'ın, youtube'dan takip ettiğim haber kanallarının ve instagram'ın karşısında katıldım kaldım. çaresizlik, bir şey yapamamanın verdiği vicdan azabı kalbimi sıkıştırıyor. bu kadar acıyı nerelere nasıl sığdırıp, nasıl üstesinden geleceğiz. sadece o bölge ve o bölgedeki insanlar değil, hepimiz yıkıldık. depremi haber aldığımız ilk andan beri içtiğimiz su, yediğimiz yemek, uyuduğumuz uyku, içinde oturduğumuz ev boğazımıza diziliyor. aklımız hep oradakilerde, hep bir suçluluk hissi. bütün bunların üstesinden nasıl geleceğiz? nasıl geçecek bu hisler? 

bugün burada gazimağusa voleybol takımında olup depremde enkaz altında kalan o gencecik çocukların cenazesi vardı. sabahın erken saatlerinden beri şehirde garip bir ölüm sessizliği hüküm sürdü. sokaklardaki o klasik cuma kalabalığından eser yoktu ve bir çok işyeri "yasımız var, kapalıyız" yazıları asılarak, açılmamıştı. koca şehir bir oldu, yas tutuyor giden gençlerine. 

evet yasımız var...hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve bir çoğumuz için bazı şeyler bir daha açılmamak üzere kapandı. başımız sağolsun.