28 Mart 2012 Çarşamba

*ignorance is bliss

Çok soru soruyorum, biliyorum, ne fena di mi? Bazen değil çokça sıkıyorum, onu da biliyorum.  Ama öğrenmek istiyorum, herşeyi bilmek istiyorum. Neden? Öyle işte, bir şekilde kendimi güvende hissetme mekanizması. Hoş herşeyi bilsem ne olacak, orası da ayrı mevzuu ama huyum kurusun işte, herşeyi ama herşeyi bilmek istiyorum.
Lisede gıcık olduğumuz kızlar derste ufacık kağıt parçalarıyla haberleşirler, sonra o kağıt parçalarını iyice küçültüp çöpe atarlardı. Bir gün yine böyle deli gibi mesajlaşıyorlar, okul çıkışı A. ile eve gitmeyip, sınıfın çöpünü karıştırıp, bütün o un ufak edilmiş kağıt parçalarını birleştirmiş, neler yazdıklarını okumuştuk. Okuduk da ne oldu? Hiç. Aralarındaki olayı öğrendik, ne zaman mesajlar uçuşsa, pis pis sırıttık. Bunun dışında boyum uzadı mı? Yooo. Ama rahatladım. Ben biliyim, tüm derdim bu. Bilmek istiyorum, herşey ne kadar kötü olursa olsun bilmek istiyorum. Ne yapıcam bilip ama di mi? Olsun, bilmek istiyorum. İyi sır saklarım ben.Herşeyi bilip, derin bir kör kuyu gibi hepsini içimde derinlere gömmek, böyle herşeyi bilip, hiçbirşeyi dışarı vermemek istiyorum.
Halbuki şapşal ben, "cahillik mutluluk!". Bırak dağınık kalsın herşey. Ne olacak herşeyi öğrenince? Etrafta olan biteni, ofisteki iki kişinin fısıldaşmasını, koridordaki kızın niye ağladığını ya da sınıftaki çocukların neye pis pis sırıttıklarını öğrenme, bırak, sana ne di mi?
Artık diyorum şu teknolojinin hergün yeni birşeyler ürettiği çağda, bir makina icat edilsin; herşeyi unutalım, geçmişi silelim, hatırlamak istediğimiz anılar ve kişiler kalsın, boşuna beyinde megabyte işgal edenler silinsin. Çok mu zor?


*ignorance is bliss: cahillik mutluluktur.

27 Mart 2012 Salı

küçük köpek

Son günlerde kendimi kocaman bir duvarı zıplayarak aşmaya çalışan dili dışarıda küçük bir köpek gibi hissediyorum.
Habire birşeyler için koşuşturmaca...Sonuç? Yok.
Öğrenciler için mesela habire birşeyler yapıyorsun, ders anlatıyorsun, ekstra materyal getiriyorsun, daha fazla örnek getiriyorsun. Sonuç? Sıfır.
Anlatıyorsun bak böyle giderse böyle olur diye hiiiç umurlarında bile değil.
Bense habire birşeyler göstermeye çalışıyorum.
Hadi geç yeni zaman veletlerini hayatın geri kalanında da oradan oraya koş dur, oraya buraya git gel, habire birşeyleri tırmala. Ne diye? Hiç.
Tırmaladığın kadar para kazanıyor musun? Yooo.
Tamam herşey para değil de, sevdiğin şeylerin ne kadarını yapabiliyorsun? Çok azını.
Azıcık durup dinlenmek, kendini dinlemek için zamanın, olanağın var mı? Nerdeeeee. Otur emekli olmayı bekle. Tabii hastalıklarınla uğraşmıyorsan.
Eeee ne demeye şu koca duvarın önünde zıp zıp zıplıyorum ki ben? Birisi duvarın tepesinden bir kemik atacak diye mi?

26 Mart 2012 Pazartesi

kurabiye mevzuu

Vallahi bir daha akademik camiaya adımımı atmam. Birisi gibi "daha da buralara gelmem" diyorum bütün kalbimle. Epey bir acı çekerek yazdım tezimi ama arkasındaki bürokratik işlemler, insanı yazmaktan daha çok bezdiriyor. Yok kapak böyle olacak yok tez onay formu yok kan testi yok sülalenin geçmişi falan filan. Bilumum gereksiz ıvır zıvır bu işte var. Hayır şimdi tez ile ilgili herşeyden o kadar uzaklaştım ki, habire bu tarz işleri erteliyorum, umarım daha sonra "geç teslim ettiniz!" diye bir yamuk yapmazlar. Hayır bu akademik ortamlar böyle, kimse ekstra birşey söylemiyor, senin işinle ilgili önceden bir hazırlık çalışması yapman ve arpacı kumrusu gibi oturup önceden soracağın tüm soruları vs. hazırlaman lazım. Öyle yaparsam ne olur, böyle yaparsam ne olur gibi bir sürü sorunu ve soruyu önceden hazırlaman gerek yoksa kimse birşey söylemez. Sonra da böle yüzüne uzaylı görmüş gibi bakıp; "nası yaneee! bunu da mı bilmoooorsunuz!" derler. 
Neyse bu sabah "hadi Karga kızım, erteleme ufaktan giriş şu işlere!" dedim, tez onay formunu jüri üyelerine imzalatmak için hazırladım. Formu önce danışmanıma imzalattım sonra da aramızda ufak bir kurabiye mevzuu geçen jüri üyesine gittim.
(Olay şudur: efenim tez sunumu yapılırken yiyecek birşeyler getirmek gerekiyormuş, ben sadece çikolata götürmüştüm, yok kurabiye de getirmem gerekiyormuş. Bana hiç yol yordam öğretilmemiş falan filan. Birkaç hafta önce bu konu ile ilgili kendisinden ufak çaplı azar işittim. Evet bildiğiniz azarladı beni. Ben de ertesi gün kendisine bir kutu kurabiye yapıp odasına bıraktım. Bu sefer daha da sinirlendi, "sanki ben sizden kurabiye istiyorum da bıdı bıdı" diye daha da azarladı.)
Bu sabah imza için gidince: "Karga hanım, size o kadar sinirliyim ki, sizi görünce bile sinirim tepeme çıkıyor!Bu kağıdınızı imzalamak istemiyorum" dedi. Hah dedim yaptık işi. "Ben içimden gelerek yaptım size o kurabiyeleri allah allah" dedim. (İyice battım, akademik bir insana allah allah diyorum). "Hayır efendim, içinizden falan gelmedi sanki sizden kurabiye istemişim konumuna soktunuz beni, hiçbirini yemedim lütfen kabınızı alın oradan!" diye de devam etti. "İyi" dedim ben de "alırım!". Daha fazla konuşmak istemiyorum çünkü konuştukça ağzımdan olmadık laflar çıkacak. "Allah allah" ile girişi yapmışım zaten. Bende öyle olur, bir başlarım gerisi gelir, abuk subuk konuşurum. Bir de kağıdı da imzalamayacak şimdi, "off Allahım ya !" dedim içimden "niye beni Merlin falan olarak yaratmadın?". İki abracadabra iki hokus pokus kendisini bir kuşa çevirirdim ya da ben yokoluverirdim oradan. Neyse o kadar lafa sonunda imzaladı kağıdı ama zaten sabahtan beri hafiften dönen başımı sinir ve üzüntüden daha da döndürdü.
Şimdi ofiste oturuyorum ama kafam dönüyor. Beynim resmen kafatasımın içinde lunaparktaki dönme dolaplar gibi dönüm dönüm dönüyor.
Yok yok ben bu akademik camianın kaprisi ile baş edemem.

23 Mart 2012 Cuma

bahar zamanı



bahar; yenilenme, yeniden doğma zamanı...arınma, eskileri süpürme, yenilere yer açma zamanı..., umut etme, içinin kıpır kıpır olması zamanı..., başına ne gelirse gelsin ayağa kalkacağını bilme, herşeye rağmen yaşama inadını ile dolu olma zamanı..., sabah pencereyi açtığında denizden gelen iyot kokusunu içine çekip, denize doğru gitme zamanı..., boğazın, parkların bahçelerin erguvanlarla kaplanması zamanı..., rengarenk çiçeklerle dolu çiçekçiden alınan bir buket nergis ile evi mis gibi kokutma zamanı..., kışın tekdüze sebze meyvasına karşı çeşit çeşit sebze meyve yeme zamanı..., parkta bahçede hadi hiçbiri olmadı balkonda yan gelip yatma, güneşlenme zamanı..., kendini dışarı atma, amaçsızca sokaklarda sürtme zamanı..., kat kat kazakları kenara atıp, ince gömlek, hırka, babet giyme zamanı..., ekoseli mini pilili etek giymiş beyaz soket çoraplı liseli kızların zamanı..., yaz geliyor formuma dikkat edeyim zamanı..., perdelerin yıkanıp, dipbucak temizliklerin yapıldığı, fiziken ve ruhen temizlenme zamanı..., kapı pencere açık, püfür püfür rüzgarın evin içine dolduğu günleri yaşamaya geçiş zamanı... ama en güzeli bahar aşk zamanı..., aşık değilsen bile aşık olabilme ihtimalini yaşama zamanı...

20 Mart 2012 Salı

bu yolun sonu yaz

Bazı işler ne zormuş. Hele benim gibi özünde tembellik hadi tembellik demeyeyim de üşengeçlik olan biri için bazı işleri yapmak gerçekten çok ama çok zor. Yapmam gerekiyor ama canım istemiyor, bilen bilir fena bir ruh halidir bu. Başka şey olsa kırk takla atan bedeniniz, o iş geldiğinde felç yemişe döner. Elinizi kolunuzu kaldırmak için vinç kiralamanız gerekir.
Yukarıdaki bir tomar lafı, diyete başladığımı söylemek için yazdım. Diyet dediysem de un ve şekeri hayatımdan kalıcı olarak çıkarmaya çalışıyorum, dünden beri. Başkaları için pek kolay olduğunu sandığım bu iş, benim gibi en büyük hayali, günün birinde Kahve Dünyasında girişte duran kocaman çikolata şelalesine ağzını dayamak olan biri için epey zor. Tatlıyı, çikolatayı, şekeri ve bilumum ıvır zıvırı pek seven, "Karnım acıktı, bir çikolata yiyeyim", "canım sıkıldı bir şeker atayım ağzıma" diye yaşayan biri olan ben, dünden beri bilumum şekerli şeyden uzak duruyorum. Sabah kahvaltıda, caaanım reçellere elimi sürmedim. İçim gitti, kahvaltı pek tatsız geldi. Ama el mecbur. Öğleden sonra ise Tombul kuşa derse giderken hep önünden geçtiğim pastanede profiteroller kol kola dans ediyor, rulo pastalar inanılmaz çekici gözüküyorlardı. almadım, onlara sessizce ve ağlamaklı çiko bakışları ata ata veda ettim. İki bilemedin, beş bilemedin yedi kilo verirsem, görüşürüz belki dedim.
Hadi ıvıra zıvıra veda ettik, şimdi bir de ne yiyelim, nelere dikkat edelim diye düşünmek, okumak araştırmak falan var. Hayatımda hiç rejim yapmamışım ve yapmak istemiyorum ya, nasıl zor geliyor şimdi bu iş. Ama bu işin sonu yaz, deniz, kum, güneş. Dayanmak lazım çekirge, acı yok!!!

19 Mart 2012 Pazartesi

tanıyor muyum acaba?

Nerden baksan en az on yıldır tanıyorum; belki daha da fazla. Önceleri sık görüşürken, şimdi nadiren görüşürüyoruz çünkü şehir dışına taşındı. Ararsam ya da onun kafasına taş falan düşer de ararsa konuşuyoruz. Ama ne olursa olsun araya ne kadar mesafe, iş güç girerse girsin ben onu çok sevdim, onun için endişelendim, onun için sevindim, onun için üzüldüm. Geçen gün aradı; "geldim, görüşelim" dedi. Herkesi ve herşeyi ayarladım, gittik onu görmeye gitmesine de, işler hiç de benim düşündüğüm gibi olmadı.
Bir ilgisizlik, bir dağınıklık, bir umursamazlık...yaw ben seni görmeye gelmişim, ev sahibine senin yüzünden emrivaki yapmışım, sevgiliyi peşimden sürüklemişim, sen niye bana böyle davranıyorsun. Hadi beni geç, ben eski arkadaşınım niye daha ilk kez gördüğün sevgilimi tersleye tersleye konuştun. Daha dakka bir çocuk seninle ilgili gayet akıllı mantıklı sorular sormaya çalışıyor sen niye onu tersliyorsun? Evet senin yaptığın şeylerle ilgili bazı şeyleri bilmiyor olabilir, neden onu hiçbirşey bilmiyor muamelesi yaptın ki? Ben seni hiç tanımamış mıyım? Yoksa sen böyleydin de ben mi görmedim? Ben, arkadaşım dostum dediklerimi hiç tanımamış mıyım acaba? Yoksa benim kimsem mi yok buralarda? Kırgınım kızgınım...

14 Mart 2012 Çarşamba

satır araları

Bu aralar satır aralarını okumaya çalışmaktan o kadar bunaldım ki.
Kim neyi neden demiş? Bunu derken aslında söylemek istediği neymiş?
Böyle söylemesini doğuran nedenler acaba neymiş? diye düşünmek ne kadar zormuş.
Acaba satır aralarını okumaya çalışmak mı yoksa satır arası okunacak kişi olmak mı kolay?
Velhasıl bu aralar satır aralarına taktım.

12 Mart 2012 Pazartesi

terliği ayağın ucunda sallamak

Ne zamandır elim gitmiyor buraya yazmaya. Herhangi bir terslik olduğundan falan değil sadece terliğimi ayağımın ucunda sallamakla meşgulum. Bu da ne demek derseniz; kargaca huzurun tanımı derim size.
Dilimi ısırayım bu aralar sürekli yan gel osmancılık oynuyorum. Ev, iş, koltuk, tv, yatak çokgeninde geçiyor hayatım. Ama hiiiiiçççççç şikayetim yok. Bu aralar içimdeki sesi dinliyor, sakin denizin üzerinde süzülen yelkenli misali günlerin geçip gitmesini izliyorum. Acele yok, plan yok, sinir yok, stres yok, koşturmaca yok, tilkilerin kuyruklarını bağlamaya çalışmak yok. Kısacası iyiyim hem de çok iyiyim.

1 Mart 2012 Perşembe

mart bir

Bugün takvimler martın birini gösterirken, bu sene kışın kışlığını göstermeye kararlı olduğu iyiden iyiye anlaşıldı. "Küresel ısınma var", "her yer çöl olacak", "365 gün yaz havası yaşanacak" felan gibi bilumum sözlerle felaket tellallığı yapanlara nah yaparcasına, tepemize "alın size kar" misali ara ara konfeti kabilinden kar tanelerini attırıveriliyor. İyi güzel yağsın yağmasına da, bu durum insan beyninde her sabah az biraz "acaba bugün kar yağdı mı? taksi mi yoksa araba mı?" gibi sorular eşliğinde ani stress topları oluşturmuyor değil. Mesela bu sabah uyanıp da pencereden dışarı bakınca gördüğüm karlı manzara karşısında uykulu pörtlek gözlerim bir anda açılıverdi. Kısa bir "bugün ne geysem?" düşünce silsilesinin ardından kendi kendime "taksi mi araba mı?" papatya falını oynadıktan sonra dedim ki "kızım karga, sen bugüne bugün ileri sürüş tekniklerini bilen bir kargasın, yürü be koçum, atla arabaya gidelim, hem bugün yarım gün" diyerek düştüm yollara da yolun yarısında tepemden aşağı boca edilen kar tanelerini ambalaj köpüğü kıvamından Uludağ karı seviyesine gelip çok kısa bir sürede her yeri doldurmaya başlayınca biraz yusuflamadım değil. Ama içimde yaşayan "yiğitliğe bok sürdürmem uleynn Kadir ağbi" sayesinde, çok şükür hedefe vardım.  Şimdi ofiste ben bu satırları attırırken hava yükselmiş, hayatın genel dengesizliği havaya da bulaşmış halde. Sanırım öğlene güneş açacak. Bir günde dört mevsimi yaşamak dedikleri bu mu acep?