Kadınla adam restorandan içeri girerler. Yazın geldiğini müjdeleyen sıcak ama insanı bunaltmayan limonata gibi bir havanın hüküm sürdüğü güzel bir akşamda şööle Boğaza nazır, leziz balıklar yiyerek birbirleriyle keyifli zaman geçirmektir niyetleri. Son derece nazik bir garson yanlarına yaklaşır siparişlerini sorar:
Kalamar tava
Karides güveç
Gelincik Böreği
Levrek Buğulama
Deniz ürünlü risotto
Tatlı tabağı
Garson teşekkür eder ve siparişleri mutfağa göndermek üzere pos makinasına yaklaşır. O sırada mutfakta gelen yirmi kişilik grubun beşamel soslanacak krepleri hazırlanmış fırına konulmak üzeredir. Bir kenarda ise yine aynı grubun soğuk meze tabakları servis edilmek üzere hazırlanmış, banketin üzerinde beklemektedir. Yıllarını mutfağa vermiş ağır, oturaklı ama konuşunca içindeki çocuğu hemen dışarı salıveren büyük şef (mutfak diliyle executive şef) banketin dışında ordusuna doğru zamanda saldırı emrini vermeye hazırlanan bir komutan edasıyla misafirlerin yerleşmelerini, içecek servislerinin yapılmasını bekler. Zaman gelince emri verir:"Grubun soğukları gitsin. Servis!!!". O andan sonra mutfakta herşey birbirine girer. Sürekli zili öten pos makinasından siparişler yağmur gibi yağmaya başlar. "Yıldıııız iki duble kalamar tava, iki tereyağında karides, levrek buğulama. Pastacı grubun profiterollerini hazırla."
30 metrekarelik mutfakta bir koşturmaca başlar. "Krepler hazır, domatesler nerde, kalamarlar çıktı mı? Ablacım bak kalamarı atınca çok sallamıcan tamam mı? Sonra unu dökülüyor birşeye benzemiyor. Tabakları silin. Tatlı tabakları hazırlansın. Servis!!!!"
Banketin dışında durup, mutfakta olan biten herşeyi sanki kontrol etmiyormuş gibi gözüküp aslında tüm olan bitene hakim olan büyük şef, bir kartal edasıyla giden tabakları kontrol eder. "Veysi, masa 17'nin fenerini servis ettin mi? Risottoyu unutmayın ha! Kim bakıyor kuzu kola? Düğün menüsünü tadacaklara hazırlandı mı pilaki. Hadi bakiyim."
Saat altı ile on buçuk arası mutfaklarda hava işte böyleyken, dışarda oturanların hiçbirşeyden haberleri olmadan, havadan sudan, başlayan ilişkilerinden, ilişkilerinin gidişatından, ilişkilerinin bitişinden, borsadan, pazardan, manavdan, mağazalardaki indirimlerden, Mine hanımın yeni bluzundan, Ayşe'nin geçen gün kaçan çorabından, "ah benim iki yaşındaki kızda da aynı şey şekerim, illa tutturuyor birşeyi. Yapmayınca da avazı çıktığı kadar bağırıyor. İki yaş sendromu diyorlar. Seninki nasıl?"dan, Fener'in şampiyonluğundan, Aziz Yıldırım'ın büyüklüğünden, havanında bir türlü ısınamamasından ve daha pek çok şeyden konuşurlar da konuşurlar. Halbuki tüm bu misafirler bilseler restoranın kalbi mutfakta neler neler olmakta, o koca harlı ocakların başında ne terler atılmakta ve görseler bir anda ortalığı kaplayan stresin elle tutulacak kadar somut birşey haline geldiğini tabaklarında yemek bırakırlar mı hiç?
2 yorum:
Ben hiç bırakmam tabağımda, yemeyeceğim şeyi hiç söylemem.
Kolay gelsin!
Çok güzel geçsin!
:))
bırakmazlar sanırım:) benim de çok sevdiğim arkadaşım mutfak hayatında yer aldığından beri, restoranda gelen tabak hakkında düşünür oldum. kim bilir ne telaşla çıktı, ne emek harcandı diye.. zor bir iş değil ama sevince işini sanırım zor kelimesi de ortadan kalkıyor. stajınız umarım gönlünüze göre geçer.
Yorum Gönder