11 Mart 2011 Cuma

msa güncesi 2


Bir ayı ardımızda bıraktık. Yavaş yavaş sona geliyoruz ama eminim hiçbirimiz bu iş biterken "keşke hiç bitmeseydi!" diyeceğiz çünkü hem artık bilgimiz arttıkça bu iş daha keyifli gelmeye başladı hem de birbirimizi tanıdıkça, ortak şeyler paylaştıkça işin eğlence kısmı da başladı. Geçen hafta sonu inanılmaz keyifliydi. Cumartesi tüm günü bizim kursa et tedarik eden bir kurumun (resimden neresi olduğu anlaşılır) fabrikasında yani bir anlamda modern bir mezbahaneydik. Önce şirketin sahibi, bize kuruluş öykülerini nasıl sıfırdan bugünlere geldiklerini anlattı ve daha sonra Türkiye'de nasıl hayvancılığın öldüğünü, hayvan işiyle uğraşan köylülerin nasıl tembel olduklarını, devletten aldıkları teşvikleri nasıl havaya savurduklarını, nasıl cahil olduklarını falan anlatınca ben de film koptu, kendimi tutamayıp "Bütün bu durum sadece köylünün cahil olması ve tembel olmasıyla açıklanamaz. Onları bu hale getiren devletin politikalarıdır. Fındık üreticisine, tütün üreticisine ya da mısır üreticisine neler yaptılar bilmiyor musunuz? Eğer cahil olduklarıı düşünüyorsanız siz bu sektörün önde gelenlerindensiniz, niye onları eğitmiyorsunuz? Kusura bakmayın ama siz işin kolayına kaçıp sadece şikayet ediyor, elinizi taşın altına koymuyorsunuz. Onlar tembel onlarla uğraşılmaz diyorsunuz ve ithal eti savunuyorsunuz. Asıl sizin yaptığınız tembellik" dedim. Adam şimdi beni buradan kovacak diye tırsmadım değil, doğruya doğru birbirimize gireceğiz ve temiz bir dayak yiyeceğim diye düşündüm ama bu kadar saçma sapan konuşan birine karşı duramadan da edemedim. Neyse ardından bu amca bizi lokantasına yemeğe davet etti, orada da nutuğuna devam etmeye başlamadan önceki şu cümlesi birçoğumuzu dumura uğrattı: "Paris'e gideniniz var mı? Ben orada yüksek sosyete ile beraber olduğum için....."
Ya sabır çekip sofradaki yerimizi aldık. Birkaçımız kendisini protesto edip sunulan değişik et çeşitlerini ağzına sürmedi, ben de kısmi protestoculardandım. Bu kadaaar övdüğü ithal angus etlerinden yapılan ızgaraların ucundan tadına bakıp, geri kalanların hepsini okuldaki köpekler için bir torbanın içine topladım. Okula geri dönmeden önce arkadaşlar hatıra fotoğrafı çektirdiler (bakınız yukarıdaki foto) ama biz onu da protesto edip, servislerdeki yerlerimizi aldık.
Pazar günkü tek aktivitemiz ise önümüze konan kocaman dana ya da kuzu butlarından bonfile ya da pirzola et çıkartmak ve et karkasla carpaccio yapmaktı. Her ne kadar bu işin bu tarafı pek hoşuma gitmese de herşeyi öğrenmek zorundayız ama ileride bir yer açacak olursam ben etleri kasaptan alırım.
Tabii ben bunları yazana kadar koskoca bir hafta geçti ve haftasonu geldi. Bu hafta kestiğimiz etlerden sote ve soslu salatalar yapacağız. Sanırım en kısa zamanda da ilginç tarifleri mutfağa ekleyeceğim.
Bu arada Simon Templar'ın göndermiş olduğu yorumdaki sorularına da bu psotla yanıt vereyim. Öncelikle evet bu iş dışardan gözüktüğü gibi değilmiş. İnsan önce "ah ne güzel yemek yapıyorum lay lay lom" diye düşünüyor ama benim gittiğim profesyonel aşçılık eğitimi (City & Guilds) tamamen teknik, deneyim, gözlem ve azme dayanıyor. Öğrendiğin tekniği çok iyi gözlemleyip, öğrendikten sonra kendinden birşeyler katman gerekiyor. zaten büyük şefleri büyük yapan da sıradan yemekleri dünyanın en lezzetli yemeklerine dönüştürebilme kabiliyetleri. Benim dönemimdeki arkadaşlar farklı profillerden gelen gençler. Gençler diyorum çünkü ben ve bir iki arkadaşım grubun ihtiyar heyetini oluşturuyoruz. Bizi çıkarsan yaş ortalaması 23 olur. Hepsi genç kimi üniversite mezunu kimi üniversite öğrencisi. Hepsinin kafasında türlü hayaller. Bazen "ne kadar şanslılar henüz yolun başındayken içlerindeki yemek aşkını keşfetmişler, bizim ne işimiz var burada" diye düşünüyoruz ama hayat işte aklın başına geç geliyor ama hiç gelmemesinden daha iyi herhalde. Mayıs sonunda msa'daki dersler bitecek ve staj başlayacak. Asıl gerçek mutfak nasıl o zaman göreceğim. Mayıs'a kadar herşey belli ama sonrası kara delik. Ne olacak bilmiyorum.

Hiç yorum yok: