Can sıkıntısını gideren en iyi şeylerden biri de gezmek görmek bence. Bu aralar hayatım rölantide giderken, yapacak çooook önemli işlerim, gidecek görülecek çooook önemli yerlerim vs. yokken kısacası kendimi bir çeşit boş gezenin boş kalfası şeklinde hissederken, geçenlerde bir gün gözüme okul panosunda "Notos Felsefe Atölyesi" ilanı çarptı. Atölyede hocalık yapacaklar listesinde Betül Çotuksöken ile İona Kuruçari'yi görünce "amanin" dedim "bu iyi birşeye benziyor. Sen felsefe okumalı, öğrenmeli diyip duruyordun kendine, bak bu da iyi bir fırsat"diyerek, ofise gittim, atölyeye katılım şartlarını öğrendim. Bana göre pek de az buz olmayan (en azından yazlık iki pantalon, üç ayakkabı ve beş gömlek fiyatına - ortalama rakamlar seçiniz, pazar ve ucuzluk fiyatlarından bir kıyaslama yapınız, yapamazsanız söyleyin ben fiyatı söyleyeyim.) bir ücret karşılığında bu atölyeye katılım serbestti. Nerdeyse bir haftalık düşünme sürecinin sonucu, "kendine yatırım yapıyosun, dert etme, hadi git!" diyerek kararımı verdim. Ama bunu yapmadan önce de hayatımda yapmadığım bir çingeneliği yapıp, "Atölyenize kayıt olmak istiyorum ama benim öyle ileri düzeyde hadi itiraf edeyim, çok çok az bir felsefe bilgim var, ben felsefe öğrenmek için geliyorum ama benden daha ileri felsefe bilgisi olan varsa ben ne vaktimi ne de naktimi harcamayayım" dedim. "Merak etmeyin" dediler. "Bütün hocalar üniversite hocası, seviyeyi ayarlarlar". İyi dedim, yazıldım. Geçen hafta bir nisanda ilk derse gittim. Ama gidinceye kadar da bütün gün mideme ağrılar girdi. Bana hep böyle olur, bir yere ilk kez gidiyorsam, nasıl gideceğim, kimlerle karşılaşacağım benim için hep problem olur, hep gideceğim yere gitmekten vazgeçmek gelir içimden. Ama hepte zorlarım kendimi. "Hadi, yok birşey git işte" derim. Dediğim gibi bu seferde böyle oldu, içeri girinceye kadar dizlerim titredi.
19:30'dabaşlayacak atölye için ben 18:45 gibi Taksim'deydim. Önce atölyenin yerini buldum ama çok erken olduğu için Taksim Büfe'de bir portakal suyu içeyim dedim. Emektar sokaktan Gümüşsuyu İnönü caddesinin üstüne çıktığımda, bir baktım etraf polis kaynıyor. "Allah allah n'oluyoruz"derken. Yukardan, Taksim yönünden, ellerinde bayraklarla TKP, ÖDP, Mor Çatı vs. akın akın üstüme üstüme doğru gelmekte. Bir eylemin tam ortasında buldum kendimi anlayacağınız. Neyse onlar bana ulaşamadan, ben yolun karşısına geçip, portakal suyumu içtim, biraz zaman geçsin diye bekledim. Tam dışarı çıktım, atölyeye doğru yürüyeceğim bu sefer aynı grup, arkalarında bir alay polisle birlikte Taksim'e doğru yürümeye başlamışlar. Yine üstüme üstüme geliyorlar. "Tamam" dedim "bugün atölyeye değil herhalde nezarete gideceğim. Biber gazı yemek varmış kaderde" diye düşünürken baktım yanımdan olaysız, slogan ata ata geçtiler. Kalbim onlarlaydı ama atölye stresi ve telaşı beni hedefimden döndüremedi, onlarla yürümedim.
Sonunda atölyeden içeri girdim. Çekinik gözlerle etrafıma bakındım. Amacım birşeyler öğrenmek, öyle tartışmalara falan atlayıp, kendimi göstereyim iddiam falan yok. En kenar köşe neresi var oraya otururum, öğreneceğimi öğrenir giderim havasındayım. Girer girmez, baktım masanın başında kelli felli bir amca var, "kesin bu hoca, ondan uzağa oturayım"dedim, gittim masanın öbür ucuna oturdum. Çok geçmeden diğerleri de geldi. Masanın başındaki amca, hoca değilmiş. Ben ondan kaçarken asıl hocanın dibinde oturmuşum. Sol yanımda oturan kır saçlı kişinin bir erkek değil de maskulen bir kadın olduğunu anlamam on dakikamı, sağ yanımda oturan benle belki yaşıt olduğunu sandığım kadının ise en az benim kadar sıkıldığını önündeki şeffaf dosyanın üzerine yaptığı hayali karalamalardan anlamam ise bir saatimi aldı. Sıkıntı atölyenin kötülüğünden mi? Hayır, sıkıntı yaş ortalamasının 45 ve üstü olması ve bazı muhtemelen boşanmış ve atölye atölye dolaşan bayanların kendini gösterme çabasından kaynaklanmaktaydı. Özelliklede çok kötü bir burun estetiği olan fizyoterapist olduğunu anladığım isterik teyzenin "Wittgenstein'nin Tractatus Logico'sunda dediği gibi" diye başlayan cümlelerini duyunca benim gözlerim "allahım ben ne yaptım, onca parayı anlamadığım şeyleri dinlemek için mi verdim" düşüncesinin ürünü yaşlarla doldu. Ama neyse ki hoca, "şimdi isimlere girmeyelim lütfen" diyince biraz yatışır gibi oldum. Ama bu bayan, yanındaki entel dantel (saçımı uzatırım, boyamam, enteresan gözlüklerim var, ben çok okurum, sergi, bienal, müze, konser, festival gezerim) teyze ve ikisini ortak arkadaşı "felsefeden önce biraz tasavvuf çalıştım"abi ile beni uzun ve güzel saatler bekliyor bu atölyede anlaşılan. Bakalım bu hafta perşembe akşamım nasıl sürprizlerle dolu olacak. Acaba oturup Bihter'e mi takılsaydım?