Bir varmış bir yokmuş, ülkenin birinde, her dilden her milletten insanın, yaşadığı, yediği içtiği, gezdiği tozduğu, çalışıp didindiği kısacası koşturup durduğu koskocaman, iki yakalı, delisi, akıllısı bol, gizemli bir şehirde kendi halinde bir kızcağız yaşarmış.
Bu kızcağız kendi yağı ile kavrulur, iki kedisi ve bir sevgili erkekiyle çiçekli balkonu olan şirin bir evde yaşarmış. Kimseyi kırmak istemez, herkese yardım etmeye çalışır, evinden işine gidip gelir, günlerini geçirirmiş. Bu kız iyiymiş hoşmuş amma bir kusuru varmış. Bu kızcağız, hayatta çok şey gördüğüne inanır, başından bir sürü zorluk geçtiğini düşünür, diğerlerine bakar kendi kendine ahkam keser, okur yazarmış.
Günlerden birgün işine gitmek için arabasına doğru yürürken bahçede ölü bir güvercin görmüş, hemen yanına gitmiş. Güvercinin oraya nasıl geldiğini, neden öldüğünü bulamamış ama nedense ona uzun uzun bakmış kızcağız. Arabaların geçtiği yol üstünde olduğundan çekmek istemiş güvercini ve o zaman farketmiş üstünde dolaşan böceği, kurdu. Midesi bir fena olmuş ama anlaşılmaz bir nedenle bakmaya devam etmiş güvercin ölüsüne. Bir yandan da ölümü düşünmüş. Belki bir gün önce uçan güvercinin şimdi nasıl olup da yerlerde, kurtlara böceklere yem olduğunu, ölümün ne garip bir bilinmezlik olduğunu düşünüp gözleri dolmuş ama bir süre sonra güvercini de ölümü de bir kenara bırakmış günlük hay huya dalmış.
Bir de bu kızcağız, bir süre sonra bayram için uzun zamandır görmediği, minik bir kasabada yaşamakta olan annesi ile babasının yanına gidecek, onlarla hasret giderecekmiş ve bunun için günleri saymaktaymış. Az zaman kalmışmış.
Yine bir sabah, kızımız kalkmış kahvaltısını etmiş, doktora gidip tahlillerini yaptırmış, bir çay içmek için bir arkadaşına uğradığında telefonu çalmış. Arayan kardeşiymiş; "Haftasonu işin var mı ?"demiş. Bizimki "yoo,neden sordun demiş?", kardeşi "Babamı hastaneye kaldırdılar, ben gidiyorum" demiş. Kızcağız önce algılamamış, yanlış duydum sanmış bir daha sormuş ama cevap yine aynıymış. Eli ayağı boşanmış kızın, hemen annesini aramış. Ama annesi ağlayarak "Baban yok artık!" demiş. Bizimkisi yine bir yanlışlık var diye düşünmüş. Annesi panikten hastanede her şeyi yanlış anlıyor, abartıyor sanmış çünkü bir gece önce konuştuklarında annesinin sesi çok neşeli gelmekteymiş ve keyiflerinin yerinde olduğunu söylemişmiş.
Hemen eve dönmüş, sürekli kendine "birşeyi yoktur, şimdi gidince hastanede ziyaret ederiz, iyileşir" diyormuş. Hızla minik kasabalarına gitmişler. Ama herşey kızcağıza söylenen gibiymiş. Gerçekten babası yokmuş artık. Bütün beyin hücrelerini zorlamış kız, "bu rüya" demiş. "Böyle birşey olmaz" demiş. Ta ki babasını görene kadar.
Kasabaya vardıklarının ertesi günü, babasını görmüş. Soğuk bir yerde, orta boy kutu kutu bölmelerden oluşan çelik bir dolaptan çıkarmışlar babasını. Boylu boyunca yatıyormuş, yüzünde huzurlu bir tebessümle. Başka yerde olsa biraz sonra kalkacağını düşünürmüş, uyuyor gibiymiş ama uyuyan insan soğuk olmazmış ki. Onun babası buz gibi ve kaskatıymış. Sarılmış, öpmüş onu ama hissettiği sadece soğuk ve sertlik olmuş. "Hadi" demiş soğuk odanın görevlileri, o da son kez bakmış babacığına ve bırakıvermiş, götürsünler.
Annesiyle eve dönmüş kız, bir süre sonra yedi cüceler eve doluşmuş. Hızla üzerlerindekileri çıkarıp, ellerindeki kargacık burgacık, anlaşılmaz bir takım şeylerin çizildiği kağıtlara bakarak, garip bir şarkı söylemeye başlamışlar. Kız önce ürkmüş bu şarkıdan ve yanındakilere sormuş, "Neden şarkı söylüyorlar?". Demişler ki "Bu şarkılar babana gizli geçitte yol gösterecek, ona kapıların şifrelerini bulurken yardım edecek. Bu şarkılar olmazsa, baban gizli geçitte kaybolur."
Birkaç saat sonra yine görmüş babasını ama bu sefer tahtadan yapılmış, yeşil bir örtüyle kaplanmış bir kutu içinde serin bir cami avlusunda. Yine bir sürü şarkı söylenmiş, bu sefer kızda katılmış bu şarkılara, herkes iki kez söylediyse kız beş kez söylemiş. "Ne kadar çok şarkı olursa o kadar babamın işi kolay olur" diye düşünmüş. Sonra şarkılar bitince uzun ağaçların olduğu bir yere gelmişler, kutuyu açmışlar babasını çıkarmışlar. Beyaz bir tulum giydirmişler babasına, yolculuğun zorunlu kıyafetiymiş bu. Birgün herkes bunu giyip, bu yolculuğa çıkacakmış. Babasını öyle beyazlar içinde görünce kızın kalbi burulmuş acıdan, pişmanlıktan, çaresizlikten. Aklına güvercin gelmiş. "Al sana "demiş "bak işte ölüm".
Beyazlar giymiş babasını derin bir çukura koymuşlar, üstünü tahtalarla kapatmışlar, sonra toprakları koymuşlar. Attıkça bitmeyen, atıldıkça çoğalan, yığınla toprağı koymuşlar babasının üstüne.
Kızın babası masal olmuş, bir varmış bir yok olmuş.
Kızda bir daha o eski kız olamamış, hep bir yanı eksik kalmış.
5 yorum:
Ne desem?
Nasıl teselli etmeye kalksam?
Zor. Çok zor.
Sabırlar dilerim, sana ve tüm aileye.
:(((
Çok şaşırdım, çok üzüldüm. Nurlar içinde yatsın. Sabırlar diliyorum.
yolu ışık olsunn...
...
ahhhhh... çok çok çok üzüldüm. ne desek avunmazsın , ama ben yine de ışık olsun babacığın diyeyim:(((
Yorum Gönder