13 Ocak 2025 Pazartesi

csı: sakarya

 


2025 şovuna başladı. 

geçen hafta salı sabahı her zamanki gibi koşmaya stada gittim. antremanımı bitirip arabaya binince sol aynamın kırılmış olduğunu gördüm. "aaaa kim neden yaptı ki böyle bir şeyi? hay allah ya insan dikkat etmez mi arabayı park ederken ya da girip çıkarken; nasıl böyle aynayı kırıp gidiyorlar ama bir not bile bırakmıyorlar?" diye söylene söylene eve kadar gittim. apartmanın önünde karşılaştığım komşularımla "ne oldu? nasıl oldu?" diye konuşunca aslında sol aynamın ve hatta sol sileceğimin sabah altı sularında kimliği belirsiz biri tarafından bile isteye kırılmış olduğu ortaya çıktı. daha önce hiç böyle bir şey başıma gelmediği için ne yapacağımı bilemedim. meğer ilk yapılması gereken polise haber vermekmiş. aradım polisi; durumu izah ettim; dediler "tamam birazdan bir ekip gönderiyoruz". on onbeş dakika sonra ekip (bir kişi) geldi. bir baktım gelen bizim apartman yöneticisinin oğlu. "aaa" dedim "siz polis misiniz?" "evet" dedi "nasıl meydana geldi olay?". biz konuşurken, asansöre inip binerken karşılaştığım donuk suratlı adam, bir baktım benim arabanın fotoğraflarını çekiyor. "pardon" dedim "hayırdır; siz niye benim arabamın fotoğraflarını çekiyorsunuz ki?". "ben de adli şube polisiyim. adım e." haydaa al burdan yak. o sırada telefonuma bir mesaj geldi. "merhaba. ben a. hanım. sabah sizin arabanın parçalarını yerde buldum; iyi misiniz?". ona da anlattım olanı. o da dedi ki "ben istihbarat subayıyım; benim kameralar görüntüleri aldı. şimdi kontrol ediyorum bakalım şahsın yüzü gözüküyor mu?" "oooo" dedim "csı:sakarya" ya taşınmışım da haberim yok. neredeyse apartmandaki her dairenin kriminal bir alanla ilgisi var. apartman bildiğin iyilerle kötüler arasında paylaşılmış. olay vesilesi ile fikir alışverişi yaptığım bütün polis ve askeri komşularımla (araya apartman dedikodularını da karıştırdık tabii) olası şüpheliler listesi yaptık ve öğrendiklerimden bir yaşıma daha girdim. anlatılanlara göre bizim apartmanın giriş katındaki arka dairenin sakini uyuşturucu işinde, karşı apartmanın giriş katındaki (giriş katlarında bir şey var) uzun saçlı iri yarı benim bir grupta şarkı söylediğini sandığım beyefendi ile birlikte çalışmaktaymış. hatta bana "apartmanın köşesinde bekleyen sivil polisleri görmedin mi?" diye sordular da " ne polisi ne sivili...ben sabahları casinoda çalışanlarını görüyorum sadece" dedim. 

salı günkü bütün bu çalkantılara ek olarak şüpheli şahıs çarşamba akşamı tekrar bizim apartmanın önünde kameralara takıldı ama bu sefer istihbaratçı komşu boş durmadı; gelen istihbaratı değerlendirdi ve şahsı apartmanın önünde yüzü kameralara dönük olacak şekilde konuşturmayı başardı. elde edilen yeni kamera kayıtları ile cuma günü şahsı yakaladılar. hepimizin ve benim dahi bu kişinin benimle bir husumeti olabileceği yönündeki iddia boşa düştü. zira bu şahıs başkası ile olan husumeti ile ilgili olarak o şahsa zarar vermek isterken arabaları karıştırmış. neyse "cana geleceğine mala gelsin, verilmiş sadakamız varmış" diye diye bu olayı da atlattık ama itiraf edeyim biraz korktum. 

en ufak bir olayın bile dalga dalga yayıldığı güzide adamızda tabii ki benim olay da sosyal medyada yerini almış. durduk yerde isimsiz ünlü oldum :ppp




5 Ocak 2025 Pazar

geçer

 "mutluluğun aksine hoşnutluk dış koşullara bağlı bir hal değil, bilinçli bir duruştur ve içte yakalanan bir dengedir. baktığı yerde onu arayan bir göz için görülecek bir güzellik de hep vardır. hayatın içindeki güzellikleri görmek ve bunlarla gönlümüzü doyurmak için her şeyin yolunda gitmesi gerekmez. olmayana odaklanıp, kaygı ve hoşnutsuzluğu büyütmek yerine, yaşadığınız anlardaki küçük lezzetlere sahip çıkın. gözünüzü ve gönlünüzü ışığa döndürün. daha da önemlisi güzelliği yaratan, ışığını yakıp yaşadığı dünyayı aydınlatan siz olun. güzel kalplerinize daima iyi bakın." / junogözlemci

bazen çok sıkışmış hissederken insanın önüne düşüveren bir satır söz, kısacık bir pasaj ya da kısa bir video, o sıkışmışlık halini yağmur bulutunu dağıtan rüzgar misali dağıtıp, yerini bir iç ferahlığına bırakıveriyor. bana da son bir kaç gündür böyle hissettirdi, sanki "aklım başıma gelsin" diye sözleşilmiş de karşıma çıkarılmış gibi okuduğum bir kaç kısa pasaj ve bir cümle olan ama anlamı upuzun satırlar. 

yukarıda da yazdığı gibi yaşadığım anlardaki küçük lezzetleri görmeye çalıştığım çok dingin bir pazar oldu bu yeni yılın ilk pazarı. 

sabah koşarken fırtınanın kabarttığı denizin görüntüsünü, canım bulutları kaçırmadım mesela. 




sonra hayatta beni en mutlu eden öğünün keyfini çıkara çıkara uzun bir pazar kahvaltısı yaptım. karşımda çamaşır ipi gibi asılmışlarsa da ne zaman baksam beni mutlu eden ışıklarıma baka baka. 




bir de mum yaktım mis kokulu...





o sırada bir tonton geldi kucak istedi, gelmişken onu da bir güzel sıkıştırdım. 




sabah sert esen rüzgarın ardından yağmur başladı, çayımı yudumlarken yağmuru seyrettim. evin arkasındaki geniş alanın geçen haftaki yağmurlardan sonra ne kadar çabuk yeşillendiğini farkettim. sonra arkada oynayan videodan bir sesin "her şey geçer" dediğini duydum. 
hakkaten her şey geçip gidiyor ama öyle ama böyle. o yüzden juno'nun da dediği gibi güzel kalplerimize iyi bakmak gerek.  

30 Aralık 2024 Pazartesi

kılavuz


her sene sonunda yaptığım "sene sonu muhasebesini" bu sene tüm geçmişim üzerinden yapınca gördüm ki bütün beklemediğim yerlerden yediğim gollerde hep kendimi suçlamış; yeterince güzel, yeterince akıllı, yeterince entellektüel, yeterince uzun, yeterince zayıf, yeterince karizmatik, yeterince zeki, yeterince
komik, yeterince şöyle, yeterince böyle olmadığım için hep bana doksandan golleri çaktıklarına inanmış ve kendimi yiyip bitirmişim ama bu sene şunu gördüm: "kardeşim malzeme bu; yaptıklarım yapacaklarımın teminatı. geliştirmeye açık alanlar var (kimde yok ki) ama bunlar geçinmeye gönlü olan için bir engel değil." 

yıllar önce tek bir kez hamile kaldığımda ve bebeği 12.haftada kaybettiğimde, doktorum bana durumu şöyle açıklamıştı: "bir trafik kazası gibi düşün bunu. hiç istemediğin ve beklemediğin bir şey oldu." işte şimdi biz de (türlü çeşit sebeplerden yalnız kalanlar) hiç istemediğimiz ve beklemediğimiz farklı farklı duygusal trafik kazaları geçirdiğimiz için yalnız kalmış, kendimizi değersiz hissettirilmiş, aptal yerine konmuş, yarı yolda bırakılmış, günah keçisi durumuna sokulmuş ve çok büyük hayal kırıklıkları yaşamış olabiliriz ama maalesef bu hayatta "küstüm ben oynamıyorum" diyerek oyundan çıkıp, mızıkçılık yapma hakkımızı kullanamıyoruz ya da "çok yoruldum, üstesinden gelemiyorum, tekrar iyi hissedinceye kadar bir süre şu köşede moleküllerime ayrılıp, beklemek istiyorum" deme hakkımız yok. mecburen her allahın günü uyanıp, bir gayret kalkıp, kendimizi hayata karışmaya zorluyoruz. hal böyle olunca ve yılın en güzel (çünkü her yere ışıklar asıyorlar ve o ışıl ışıl görüntü beni çok mutlu ediyor) ve de biz yalnızlar için en hüzünlü dönemi geldiği için bu yılı da yalnız kapatanlar için "yılbaşını ve muhtemel günleri, ayları ve dahi yılları yalnız geçirecekler için hayatta kalma kılavuzu" yazayım diye düşündüm son bir kaç gündür. hatta üç dört madde bile geçirdim aklımdan ama sonra hepsi çok saçma sapan geldi. ancak geçen gün -bence modern çağın bible'ı- instagram'da pat diye karşıma bir cümle çıkınca dedim ki işte tek maddelik kılavuzum hazır. cümle şu: "sizin değerinizi görmeyenlere, değerinizi göstermeye çabalamayın." bu kadar doğru sözün üstüne diyecek bir şey yok. ne yaparsanız yapın, ne kadar iyi niyetli olursanız olun, ne kadar karşınızdaki insanın gözünün içine bakarsanız bakın bazen işler bizim istediğimiz gibi olmuyor. maalesef olanı olduğu gibi kabul etmek, sırf yalnız kalmayayım diye birilerinin bizi paspas etmesine izin vermemek ya da etrafımızda bizim değerimizi bilmeyecek potansiyel insanlara prim vermemek ve kuyruğumuzu hep dik tutup, asla bacaklarımızın arasına sıkıştırmamak lazım çünkü "life is not fair (hayat adil değil)."

uzun lafın kısası; noel baba'dan tek dileğim bu yeni yılda ve tüm yeni yıllarda etrafımızın kıymet bilen insanlarla çevrilecek kadar şanslı olabilmemiz. gerisi zaten gelir.  


11 Aralık 2024 Çarşamba

deve


 deve'ye sormuşlar "sırtın neden eğri?" diye; o da "her işimi kendim yaparım da ondan" demiş. benimki de o misal. baktım şu "ev" meselesinde tek başımayım, tavana bakıp bakıp uzun uzun düşündüğüm günler ve saatlerin sonunda dedim ki "ben de her zaman yaptığım gibi kendi kendimin evi olurum; başımı soktuğum, çatısının altında çoluk çocuk kaldığım yeri içime sinen bir ev haline getiririm". önce mutfak dolaplarını boyama planı diye başlayan olay bütün evin, kapıların hatta kapı kollarının, en sonunda ise mutfak dolaplarının boyanmasına kadar geldi. 


toz toprak içinde, evin her yerine herkesin ayakkabılarla girip çıktığı on günlük sürecin sonunda detaylı bir temizliğe giriştim. elimde bez, dizlerimin üstünde o derzlerin aralarını temizledikçe bana bir rahatlama geldi. o yerleri sildikçe her şeyi sildim; duvarlar boyandıkça her şeyin üstü boyanmış, eskiye dair hiçbir şey kalmamış gibi oldu. kirler temizlendikçe ben arındım. pek de iyi oldu. yeni yıl öncesi hem mental hem fiziksel dip bucak kış temizliği yapmış oldum refaha erdim. 


şimdi ferah feza evimde (hala perdeleri bekliyorum ama) gelecek için çılgın hayaller kurmakla meşgulum. 

25 Kasım 2024 Pazartesi

hayallerim, aşkım ve ben


bir insan diğer bir insana ev olur mu? ya da hadi şöyle sorayım bir insan diğer bir insanı görünce evini bulmuş, eve dönmüş gibi hisseder mi? 

ben hisset(miş)tim. 

evim yıkıldı benim.

daha bebek adımları atıyorken, henüz el yordamıyla ilerliyorken ama da bana sanki uzun zamandır tanışıyormuşuz, eksik yanım onunla tamamlanmış ve ne zaman bana sarılsa her ne olursa olsun koşa koşa sığındığım evimin hissiyatını verdiği için hep hayalini kurduğum kendi minicik, biricik ailemi, evimi bulduğum hissini veren kişi, çok ama çok kısa bir süre önce artık bir sinir krizi sonucu mu, bir anksiyete atağından dolayı mı yoksa belki de aslında karakteri icabı dışı kırmızı tuğlalı ve sarmaşık kaplı muhteşem, sofistike, karakterli bir ingiliz villası gibi gözükürken bildiğin ucuz malzemeden yapılmış, bir vursan sıvaları dökülecek kadar zayıf, dayanıksız bir toki evi gibi olduğundan mıdır nedir beni hayatından sümük gibi fırlattı attı. 

hani burnunuzun bir kanadını tıkar sonra da tüm gücünüzle "hıh"dersiniz ve saniyenin bilmem ne kaçı hızla burnunuzdaki sümük betona yapışır ya işte hayallerim, ona olan hislerim ve ben o sümük gibi yere yapıştık kaldık gönderdiği mesajı görünce. 

bakakaldım yazılanlara...yazdığı o kısacık ama bütün bıkmışlığını, öfkesini, sinirini, sabırsızlığını yansıttığı metni okudukça bütün kelimeler, harfler kocaman kocaman oldu gözümün önünde. yooo yanlış anlamayın ne kavga etmiştik ne de aramızda bir gerginlik vardı hatta bir gece önce birlikte yapacağımız kısa tatil için ne kadar heyecanlandığımızdan bahsetmiştik. tamam öncesinde sakin sakin konuştuğumuz bir durum olmuştu ama o sadece bir durum tespitiydi. demek onun için farklı bir "durum tespiti" olmuş. 

günlerdir kendimi bir yerlere sığdıramıyorum...şu yaşadığım ada dar geliyor bana hani kanatlarım olsa uçucam uçucam uçucam…hayatımın geri kalanında durmadan uçsam anca içim soğurmuş gibi geliyor. kafamdaki cevapsız sorulara yenilere eklendi (kardeşim yapmayın böyle ama ya...o cevapsız sorular ne kadar ağır biliyor musunuz? atlas mıyım ben ya dünya kadar cevapsız soruyu hayatım boyunca taşıyayım. benim de bir istibdat haddim var.)

bir sümük olarak kendimi yerden koltuğa taşıyabilmişken ve tavana boş boş bakıp cevapsız sorularımın listesini gözden geçirirken ve yıkılan, kaybettiğim "evim" dediğim kişiyi düşünürken aslında çoookkk uzun zamandır zaten kendi kendimin evi olduğumu aslında hep yapmam gerekenin ve yaptığımın kendime ev olmak olduğunu, ne zaman canım sıkılsa, bir yere gidip saklanmam, düşünmem ve bir şeyleri çözmem gerekse kendi içimde bunu hallettiğimi ve halletmem gerektiğini farkettim. artık kimsenin bana "ev" olmasına gerek yok. kendimden başka kimse benim güvenli, sıcak, rahat ve korunaklı evim olup beni koruyup kollayamaz, bana destek olamaz. 

30 Nisan 2024 Salı

bazen

 "insan kendinin ne olduğunu bir türlü bilemeyebilir mi?" evet sorunun kendisi bir tuhaf ve anlaşılmaz cevabı nasıl verilsin ki????? doğrusu kafamda soruyu tam oluşturamadım, yazdım içimden geldiği gibi. peki şöyle yapalım...ben kafamdakileri yazayım siz soruyu ona göre oluşturun. 


durum şu...şubat'tan beri yaptıklarımı düşününce diyorum ki ben bunları nasıl yapabiliyorum. üstün zekalı falan hiç değilim ama neyim ben? benim yaptıklarımı herkes yapabilir tabii (ne mi yaptım?: şubat sonuna doğru danışmanım üniversiteden ayrılacağını söyleyince iki üç haftada tezimi toparlayıp sundum ve master maceramı tamamladım sonra 2015'te başladığım ama taşınmalar vs yüzünden bu seneye kadar ara verdiğim koşu macerama aralık ayında sıkı bir antreman programı ile geri döndüm ve 21 Nisan'da Long Beach'de yapılan maratonda 10K'ı 56 dakikada koşarak yaş kategorisinde 3. oldum. insanlık için küçük ama benim için inanılmaz bir şey bu.) ama tüm bu olan bitenleri düşününce kimbilir ilkokul, ortaokul, lise vs zamanlarında bu aklım olsaydı neler neler yapardım diyor ister istemez. beni küçük yaşlarda koşuya yönlendirselerdi ya da başka bir spor dalına ilgim olup olmadığına bakılsaydı ailem tarafından; hadi ailem bilemedi, okuldaki hocalar bir el atsaydı da ben 45 yaşımdan sonra koşmalara başlamasaydım ya da akademik bir kafam olduğunu birileri anlasaydı ve beni buna teşvik etselerdi ne olurdu acaba? neyse demem o ki insanların içinde kimbilir ne cevherler var ve bunları farketmeden bu dünyadan geçip gidiyorlar. keşke eğitim sistemi, ülke şartları daha iyi olsa ya da aileler bilinçli olsalar bu konularda veya insanlar hayatın koşturmacası içinde kaybolmayıp kendilerine yönelebilseler ve yeteneklerini farkedebilseler. işte kafamda böyle deli saçması sorular, yorumlar dönüp duruyor. bazen kendime biraz hayret etmekle birlikte çok gülüyorum. 



9 Nisan 2024 Salı

yhn 15 / update

 



*üç senedir zihnim master dersleri ve tez ile meşgul olduğundan şubat itibarı ile bu meşguliyet sona erince kendime gelemedim. mart ayını otomatik pilotta geçirdim desem yalan olmaz. sürekli kafamda bir ses "yapman gereken bir şey yok mu? sen hayırdır niye burada oturuyorsun?" diye habire beni dürtüp duran ses bir türlü susmadı. bu bayram tatili iyi geldi; gerçekten boş boş durup, tavana bakıp sadece kendimi update edip; dönüşte bitmesine 26 gün kalmış olan dönemi kazasız belasız tamamlamayı hedefliyorum.

*baharın gelişi ile bizim orada doğa resmen delirdi. o kıbrıs mimozaları meğer tüm kıbrıs'ı kuşatıyormuş. her yer sarı sarı top top çiçekli ağaçlarla dolu. bir de -herhalde geçen sene kafam taşınma telaşı vs. ile çok meşgul olduğundan farketmediğim- erguvanlar her yerde. bay nohut'u gezdirdiğim ilkokulun bahçesinde meğer koskocaman bir erguvan ağacı varmış (bknz: yukarıdaki fotoğraf)

* nohut bey'i sabah 05:30 gibi gezdirmeye çıkarıyorum. bütün şehri restoran kapatmak misali sadece kendim için kapatmışım gibi, kuş seslerini, nohut bey'in pati seslerini dinleyerek, portakal, limon ağaçları kokularını içime çekip, deli gibi açmış erguvanlara, badem ağaçlarına, erik ağaçlarına baka baka yürüyüp;  "teşekkürler tanrım ellerine sağlık, dünya pek güzel olmuş" diye diye dolaşmak bahar sabahı rutinim oldu mart ortasından beri. bayram tatilinden dönünce jakaranda'lar da açmış olacak; muhteşem bir bahar ve yaz bizi bekliyor kesin bilgi. 

* daha önce oldukça amatör bir şekilde başladığım koşu macerama; aralık itibarı ile oldukça ciddi; haftada altı antreman yapmak suretiyle geri döndüm. murakami gibi hem koşucu hem de roman yazarı olamam ama şu ömrü hayatımda koşabildiğim kadar tam marathon, bir yarım triathlon bir de tam triathlon yapıp bir kere de open water'da yüzersem çok harika olacak. istedikten sonra her şey mümkün değil mi ama öncelikle haftaya long beach iskele marathonunda iyi bir derece yapabileyim (kendi çapımda tabii; yoksa kürsü falan hedeflemiyorum). 

*bütün dünya 8 nisan güneş tutulması'nın sonuçlarına kilitlendi. bakalım altı ay içinde neler olacak, neler göreceğiz. biraz heyecan biraz da gergin bekliyorum bu sonuçları.

 


*yarın anneannemsiz ilk bayram. kalabalık bayramlarımızdan geriye bir şey kalmadı. annem, ben ve kardeşim, kaç gündür birbirimize bakıp "e napıyoruz şimdi bu bayram?" diye durup durup soruyoruz. alışmamız gereken yeni bir hayat var önümüzde. zaman bunun için değil mi zaten; dayanma gücü veren, sabrı öğreten zaman.