7 Mart 2025 Cuma

manastır

 


cemreler düştü ya, artık köyüme yavaştan bahar gelmeye başladı (evet artık "köyümcüyüm"ben. sanki nerede unutulmuşlar, kenara itilmişler, kalbi kırılmışlar, yaralılar, kaçaklar var, herkes buraya toplanmış gibi. hepimiz birbirimize tutunmuşuz, farkına varmadan birbirimizden güç alıyoruz. sokulmuşuz birbirimize dünyanın geri kalanından korunuyoruz. burası bizim minik sığınağımız. ondan çok seviyorum artık köyümü. "köyüm de köyüm", bundan sonra böyle biline)

her zaman girne'ye giderken kullandığım sağında solunda ucsuz bucaksız tarlaların, otlakların bulunduğu yolun kenarındaki ağaçlar yavaştan çiçeklenmeye başlamış. adanın en güzel zamanları başlamakta. içimizdeki ağaçlar hala tomurcuklanamadı ama olsun. hani new age inanışların guruları hep diyorlar ya "zamanı gelmeden ağaçlar tomurcuklanmaz".... ben de bekliyorum işte içimdeki ağaçların dallarına bahar gelip tomurcukların çıtırtılarını duyacak mıyım acaba diye. hep bekliyorum zaten ben. sonsuz bir sabırla. bu kadar sabırlı olduğumu hiç bilmezken....neredeyse yarım asırdır nefes almakta olduğum şu dünya aleminde, her geçen gün bir özelliğimi farkedip hayretler içinde kalıyorum. son keşfim de bu; bekleme dünya şampiyonu aday adaylığı. hazır böyle bekleyeyazıyorken "keşke" dedim "yakınlarda bir manastır olsa da şöyle bir altı ay dünyadan elimi eteğimi çekebilsem. okuldan altı ay kafa izni alsam ama gerçekten kafa izni alsam. gitsem rektöre desem "benim kafam bozuldu, asfalyalarım atık, bak bedenim gidip geliyor, ağzım konuşuyor ders falan anlatıyorum, çocuklarla eğleniyoruz derslerde espri falan yapıyorum ama içim kan ağlıyor be rektör amca. bir salsan sen beni de ben bir koşu gidip bir manastıra kapansam. ekmek elden su rahibelerden biraz takılsam ben sessiz sedasız. kuş sesi dinlesem, su şırıltısı işitsem, izin verirlerse kitap okusam. manastırın avlusunda oturup ağaçlara baksam. bak bahar da geliyor, ne güzel. her gün dalların nasıl tomurcaklandığını izlerim işte fena mı. normalde göremiyoruz böyle şeyleri. sen farkediyor musun acaba rektör amca, ağaçların ne kadar sürede tomurcuklandığını sonra çiçek açtıklarını. ben göremiyorum valla. istanbul'dayken ne güzel her balkona çıkışta apartmanın önündeki ağaçları izlerdim; cemrelerden sonra bir anda yemyeşil oluverirdi dallar."

böyle kafamda deli deli konuşmalar ama biliyorum rektör amcanın iyi niyeti de bir yere kadar. o halde ben de kendi manastırımı kendim yaratırım diyorum. yaratıyorum da hakkaten. zaten kasım sonunda başlamıştım çalışmalara. evi boyatmıştım ya; ocak'ta istanbul'a gidince kalan üç beş eşyamı da yüklettim konteynıra getirttim buraya. kaç zamandır onları yerleştirmekle uğraşıyorum. yavaş yavaş, canım ne zaman isterse o zaman silip süpürüp yerleştiriyorum eşyaları. bir evi ev yapan halılarmış. makyaj yapınca nasıl ruju sürmeden hiçbir şey belli olmazsa bir yüzde, bir evde de halılar olmayınca bir eksiklik oluyormuş. halıları attım benim ev, "ev gibi ev" oldu sonunda. ha bir de tavanda avizeler olmayınca bir halta yaramıyor ev. pakistanlıların bekar evlerindeki gibi tavandan kordonla sarkan ampuller kadar beni sinir eden az şey var şu hayatta. onları da hallettim. artık hiçbir ampul kordonu meydanda baldırı çıplak sarkmıyor tavandan. yavaş ama emin adımlarla yarattım kendi manastırımı. sabah ya antreman ya da okul için çıkıyorum ne yapacaksam yapıyorum sonra koştur koştur sanki arkamdan atlı kovalıyormuş gibi kendimi manastırıma atıyorum. artık canım ne isterse onu yapıyorum. bazen canım kafa izni kullanıyor; böyle boş boş yatıp tavanı seyrediyorum. tavandaki çatlaklardan fal bakıyorum. 

alelacele yaptığım kolileri boşaltır, eşyaları yerleştirirken, kaç zaman önce çerçevelediğim en sevdiğim çocukluk resmim çıktı karşıma. bir sürü çerçevenin içinde kaynamış, kolileri yaparken görmemişim. elimde civciv nasıl da mutlulukla gülmüşüm. o gülüşüme bakınca içim cız ediyor. "ah be canım" diyorum "nasıl da gülmüşsün öyle. elinde civciv var diye mutluluktan gözlerinin içi gülmüş. daha kimseler de kalbini kırmamış besbelli". o fotoğrafa baktıkça çok üzülüyorum. hiç koruyamamışım kendimi. hunharca kırsınlar diye atmışım kalbimi sonradan şeref yoksunu çıkanların önüne. onlar da boş beleş, sahipsiz, korumasız kalp var diye çat çut kırmışlar, yetmemiş bir de üstüne çıkıp tepinmişler. benim zavallı kalbim de kırık dökük, yara bere içinde zamanla tamir etmeye çalışmış kendini. tamir olmuş da. anka kuşu gibi hep doğmuş küllerinden. affetmiş hep ama bu sefer çok fena kırıldı. bir türlü toparlanamıyor. sanırım hiçbir tedavi işe yaramıyor. tıp çaresiz onun durumuna. böyle giderse dalış sezonu açılınca yanıma hiç ağırlık falan almama gerek kalmayacak, kalbimin ağırlığı yetecek dalarken kullandığım ağırlıkların yerine. üstüne gitmeyeyim diyorum. bırakayım kendi haline. halinden anlıyorum da ne yapabileceğimi bilmiyorum..."söz" diyorum "söz...bir daha seni kimsenin kırmasına izin vermeyeceğim. önce beni çiğnemeleri gerekecek. seni amazonlar gibi zeyna gibi koruyacağım canım kalbim. sen bir tanesin. hem zaten kendime kendimden başka kimseden fayda yok canım benim ama ah kalbim sen iyi olmazsan ben kendim kendime iyi gelemem ki. orkidelere nasıl mayalı, şekerli su veriliyorsa coşturmak için sana da usul usul, damardan şefkat versem işe yarar mı? o parçalar bir araya gelir mi? gelseler çok su sızdırırlar mı? kendi manastırımızın penceresinden arka taraftaki arazide ekili zeytin ağaçlarına baksak içimizde çiçekler açar, sen yine kendine gelir, sevebilir misin? ha ne dersin canım kalbim?". 

13 Şubat 2025 Perşembe

boş ev

 


dün akşam telefon eden şoför bugün saat 11 civarında eşyalarımı adresime teslim edeceği bilgisini verdi. iki buçuk sene (şaka gibi...ikinci kıbrıs çıkarmasını yapalı iki buçuk sene olmuş. dün nohut bey'i gezdirirken hesapladım. hatta yanlış mı hesapladım diye oturup parmak hesabı bile yaptım. ey gidi..ilk günlerin karmaşası dün olmuş gibi) boyunca cesaret edip toparlayamadığım eşyalarımı geçen iki haftalık istanbul tatilimde "ya şimdi ya da hiçbir zaman" mottosuyla toparlayıp, tıra yükletip adaya taşıttım. alınması gereken bu zorlu kararda annemin anneannemin evini boşaltmaya başlaması da etkili oldu. 

anneannemin gidişinin üzerinden bir sene geçmesi ile annem yavaş yavaş evdeki eşyaları dağıtmaya başladı. yengem bazı halıları, sandalyeleri, antika bir saati aldı. kardeşim bir iki halıyı vsyi. anneannemin evlendiği zaman alınan ve hayatı boyunca değiştirmediği çoktan "antika" sıfatına kavuşan yemek masası, sandalyeleri, büfeleri antika eşyaları toplayan bizim yazlık kiracımız ve onun tanıdığı bir antika eşya satıcısı tarafından havada kapıldılar. annemle telefonda konuşurken evin gitgide boşaldığını anlamıştım ama ara tatil için türkiye'ye gidince önce annemi almak için balıkesir'e gittik. annem de orada olmamı fırsat bilip anneannemin evine götürdü beni. eşyaları tasnif edip, atılacakları bir güzel atabilen bir dünya markası olduğum için benim bu özelliğinden faydalanıp atılması gerekenleri atabilecek gücü benden almak istedi sanırım. 



anneannemin evinden içeri girince içim bir tuhaf oldu. kendimi bildim bileli her karosuna aşina olduğum o ev artık o benim bildiğim ev değildi. kırk sekiz senelik hayatımın bütün bayramlarının geleni gidenini ağırlayan o koca salonda şimdi kala kala iki sandalye üç beş koltuk kalmış, boyunları bükük birbirlerine sokulmuş akıbetlerinin ne olacağını hüsranla bekliyorlardı. 

gerçekten güzel olan ama yaşarken asla ve asla kıymetini bilmediğimiz çoluk çocuk kalabalık bayram sabahlarında, kahvaltı sonrası bayramlaşıp sabah kahvesi içmeden önce herkes bayramlıklarını giysin diye kaldıkları arka odalara dağılır, odaların içinden tiyatro kulislerinde temsile çıkmadan önceki telaşa benzer bir koşturmacanın mırıltıları yükselirdi. "kemerim nerde?, bu çorap bu pantolona olmaz ki....ütüsüz gömlek mi giyilir.."sanki anneannemin o boş salonunda yeteri kadar beklersem babam arka odadan bayramlık pantolonunu giymiş, gömleğinin kol düğmelerini ilikleyerek salona gelecekti. keşke gelebilseydi...keşke anneannem hepimizden önce giyinmiş, şimdi artık benim salonuma yerleşecek o tekli büyük koltuğuna oturmuş, yüzünde bütün ailesinin etrafında toplanmış olmasından memnun, keyifli gülüşü ile elini öpüp iyi bayramlar dememizi bekliyor olsaydı ama olmuyor işte. biz hiç farkına varmadan hayat bahardan kışa evriliyor, ölen kurtuluyor, biz kalanlara ise boş evlerde sıkışık kalplerimizin ağırlığına dayanabilmek düşüyor. 

13 Ocak 2025 Pazartesi

csı: sakarya

 


2025 şovuna başladı. 

geçen hafta salı sabahı her zamanki gibi koşmaya stada gittim. antremanımı bitirip arabaya binince sol aynamın kırılmış olduğunu gördüm. "aaaa kim neden yaptı ki böyle bir şeyi? hay allah ya insan dikkat etmez mi arabayı park ederken ya da girip çıkarken; nasıl böyle aynayı kırıp gidiyorlar ama bir not bile bırakmıyorlar?" diye söylene söylene eve kadar gittim. apartmanın önünde karşılaştığım komşularımla "ne oldu? nasıl oldu?" diye konuşunca aslında sol aynamın ve hatta sol sileceğimin sabah altı sularında kimliği belirsiz biri tarafından bile isteye kırılmış olduğu ortaya çıktı. daha önce hiç böyle bir şey başıma gelmediği için ne yapacağımı bilemedim. meğer ilk yapılması gereken polise haber vermekmiş. aradım polisi; durumu izah ettim; dediler "tamam birazdan bir ekip gönderiyoruz". on onbeş dakika sonra ekip (bir kişi) geldi. bir baktım gelen bizim apartman yöneticisinin oğlu. "aaa" dedim "siz polis misiniz?" "evet" dedi "nasıl meydana geldi olay?". biz konuşurken, asansöre inip binerken karşılaştığım donuk suratlı adam, bir baktım benim arabanın fotoğraflarını çekiyor. "pardon" dedim "hayırdır; siz niye benim arabamın fotoğraflarını çekiyorsunuz ki?". "ben de adli şube polisiyim. adım e." haydaa al burdan yak. o sırada telefonuma bir mesaj geldi. "merhaba. ben a. hanım. sabah sizin arabanın parçalarını yerde buldum; iyi misiniz?". ona da anlattım olanı. o da dedi ki "ben istihbarat subayıyım; benim kameralar görüntüleri aldı. şimdi kontrol ediyorum bakalım şahsın yüzü gözüküyor mu?" "oooo" dedim "csı:sakarya" ya taşınmışım da haberim yok. neredeyse apartmandaki her dairenin kriminal bir alanla ilgisi var. apartman bildiğin iyilerle kötüler arasında paylaşılmış. olay vesilesi ile fikir alışverişi yaptığım bütün polis ve askeri komşularımla (araya apartman dedikodularını da karıştırdık tabii) olası şüpheliler listesi yaptık ve öğrendiklerimden bir yaşıma daha girdim. anlatılanlara göre bizim apartmanın giriş katındaki arka dairenin sakini uyuşturucu işinde, karşı apartmanın giriş katındaki (giriş katlarında bir şey var) uzun saçlı iri yarı benim bir grupta şarkı söylediğini sandığım beyefendi ile birlikte çalışmaktaymış. hatta bana "apartmanın köşesinde bekleyen sivil polisleri görmedin mi?" diye sordular da " ne polisi ne sivili...ben sabahları casinoda çalışanlarını görüyorum sadece" dedim. 

salı günkü bütün bu çalkantılara ek olarak şüpheli şahıs çarşamba akşamı tekrar bizim apartmanın önünde kameralara takıldı ama bu sefer istihbaratçı komşu boş durmadı; gelen istihbaratı değerlendirdi ve şahsı apartmanın önünde yüzü kameralara dönük olacak şekilde konuşturmayı başardı. elde edilen yeni kamera kayıtları ile cuma günü şahsı yakaladılar. hepimizin ve benim dahi bu kişinin benimle bir husumeti olabileceği yönündeki iddia boşa düştü. zira bu şahıs başkası ile olan husumeti ile ilgili olarak o şahsa zarar vermek isterken arabaları karıştırmış. neyse "cana geleceğine mala gelsin, verilmiş sadakamız varmış" diye diye bu olayı da atlattık ama itiraf edeyim biraz korktum. 

en ufak bir olayın bile dalga dalga yayıldığı güzide adamızda tabii ki benim olay da sosyal medyada yerini almış. durduk yerde isimsiz ünlü oldum :ppp




5 Ocak 2025 Pazar

geçer

 "mutluluğun aksine hoşnutluk dış koşullara bağlı bir hal değil, bilinçli bir duruştur ve içte yakalanan bir dengedir. baktığı yerde onu arayan bir göz için görülecek bir güzellik de hep vardır. hayatın içindeki güzellikleri görmek ve bunlarla gönlümüzü doyurmak için her şeyin yolunda gitmesi gerekmez. olmayana odaklanıp, kaygı ve hoşnutsuzluğu büyütmek yerine, yaşadığınız anlardaki küçük lezzetlere sahip çıkın. gözünüzü ve gönlünüzü ışığa döndürün. daha da önemlisi güzelliği yaratan, ışığını yakıp yaşadığı dünyayı aydınlatan siz olun. güzel kalplerinize daima iyi bakın." / junogözlemci

bazen çok sıkışmış hissederken insanın önüne düşüveren bir satır söz, kısacık bir pasaj ya da kısa bir video, o sıkışmışlık halini yağmur bulutunu dağıtan rüzgar misali dağıtıp, yerini bir iç ferahlığına bırakıveriyor. bana da son bir kaç gündür böyle hissettirdi, sanki "aklım başıma gelsin" diye sözleşilmiş de karşıma çıkarılmış gibi okuduğum bir kaç kısa pasaj ve bir cümle olan ama anlamı upuzun satırlar. 

yukarıda da yazdığı gibi yaşadığım anlardaki küçük lezzetleri görmeye çalıştığım çok dingin bir pazar oldu bu yeni yılın ilk pazarı. 

sabah koşarken fırtınanın kabarttığı denizin görüntüsünü, canım bulutları kaçırmadım mesela. 




sonra hayatta beni en mutlu eden öğünün keyfini çıkara çıkara uzun bir pazar kahvaltısı yaptım. karşımda çamaşır ipi gibi asılmışlarsa da ne zaman baksam beni mutlu eden ışıklarıma baka baka. 




bir de mum yaktım mis kokulu...





o sırada bir tonton geldi kucak istedi, gelmişken onu da bir güzel sıkıştırdım. 




sabah sert esen rüzgarın ardından yağmur başladı, çayımı yudumlarken yağmuru seyrettim. evin arkasındaki geniş alanın geçen haftaki yağmurlardan sonra ne kadar çabuk yeşillendiğini farkettim. sonra arkada oynayan videodan bir sesin "her şey geçer" dediğini duydum. 
hakkaten her şey geçip gidiyor ama öyle ama böyle. o yüzden juno'nun da dediği gibi güzel kalplerimize iyi bakmak gerek.  

30 Aralık 2024 Pazartesi

kılavuz


her sene sonunda yaptığım "sene sonu muhasebesini" bu sene tüm geçmişim üzerinden yapınca gördüm ki bütün beklemediğim yerlerden yediğim gollerde hep kendimi suçlamış; yeterince güzel, yeterince akıllı, yeterince entellektüel, yeterince uzun, yeterince zayıf, yeterince karizmatik, yeterince zeki, yeterince
komik, yeterince şöyle, yeterince böyle olmadığım için hep bana doksandan golleri çaktıklarına inanmış ve kendimi yiyip bitirmişim ama bu sene şunu gördüm: "kardeşim malzeme bu; yaptıklarım yapacaklarımın teminatı. geliştirmeye açık alanlar var (kimde yok ki) ama bunlar geçinmeye gönlü olan için bir engel değil." 

yıllar önce tek bir kez hamile kaldığımda ve bebeği 12.haftada kaybettiğimde, doktorum bana durumu şöyle açıklamıştı: "bir trafik kazası gibi düşün bunu. hiç istemediğin ve beklemediğin bir şey oldu." işte şimdi biz de (türlü çeşit sebeplerden yalnız kalanlar) hiç istemediğimiz ve beklemediğimiz farklı farklı duygusal trafik kazaları geçirdiğimiz için yalnız kalmış, kendimizi değersiz hissettirilmiş, aptal yerine konmuş, yarı yolda bırakılmış, günah keçisi durumuna sokulmuş ve çok büyük hayal kırıklıkları yaşamış olabiliriz ama maalesef bu hayatta "küstüm ben oynamıyorum" diyerek oyundan çıkıp, mızıkçılık yapma hakkımızı kullanamıyoruz ya da "çok yoruldum, üstesinden gelemiyorum, tekrar iyi hissedinceye kadar bir süre şu köşede moleküllerime ayrılıp, beklemek istiyorum" deme hakkımız yok. mecburen her allahın günü uyanıp, bir gayret kalkıp, kendimizi hayata karışmaya zorluyoruz. hal böyle olunca ve yılın en güzel (çünkü her yere ışıklar asıyorlar ve o ışıl ışıl görüntü beni çok mutlu ediyor) ve de biz yalnızlar için en hüzünlü dönemi geldiği için bu yılı da yalnız kapatanlar için "yılbaşını ve muhtemel günleri, ayları ve dahi yılları yalnız geçirecekler için hayatta kalma kılavuzu" yazayım diye düşündüm son bir kaç gündür. hatta üç dört madde bile geçirdim aklımdan ama sonra hepsi çok saçma sapan geldi. ancak geçen gün -bence modern çağın bible'ı- instagram'da pat diye karşıma bir cümle çıkınca dedim ki işte tek maddelik kılavuzum hazır. cümle şu: "sizin değerinizi görmeyenlere, değerinizi göstermeye çabalamayın." bu kadar doğru sözün üstüne diyecek bir şey yok. ne yaparsanız yapın, ne kadar iyi niyetli olursanız olun, ne kadar karşınızdaki insanın gözünün içine bakarsanız bakın bazen işler bizim istediğimiz gibi olmuyor. maalesef olanı olduğu gibi kabul etmek, sırf yalnız kalmayayım diye birilerinin bizi paspas etmesine izin vermemek ya da etrafımızda bizim değerimizi bilmeyecek potansiyel insanlara prim vermemek ve kuyruğumuzu hep dik tutup, asla bacaklarımızın arasına sıkıştırmamak lazım çünkü "life is not fair (hayat adil değil)."

uzun lafın kısası; noel baba'dan tek dileğim bu yeni yılda ve tüm yeni yıllarda etrafımızın kıymet bilen insanlarla çevrilecek kadar şanslı olabilmemiz. gerisi zaten gelir.  


11 Aralık 2024 Çarşamba

deve


 deve'ye sormuşlar "sırtın neden eğri?" diye; o da "her işimi kendim yaparım da ondan" demiş. benimki de o misal. baktım şu "ev" meselesinde tek başımayım, tavana bakıp bakıp uzun uzun düşündüğüm günler ve saatlerin sonunda dedim ki "ben de her zaman yaptığım gibi kendi kendimin evi olurum; başımı soktuğum, çatısının altında çoluk çocuk kaldığım yeri içime sinen bir ev haline getiririm". önce mutfak dolaplarını boyama planı diye başlayan olay bütün evin, kapıların hatta kapı kollarının, en sonunda ise mutfak dolaplarının boyanmasına kadar geldi. 


toz toprak içinde, evin her yerine herkesin ayakkabılarla girip çıktığı on günlük sürecin sonunda detaylı bir temizliğe giriştim. elimde bez, dizlerimin üstünde o derzlerin aralarını temizledikçe bana bir rahatlama geldi. o yerleri sildikçe her şeyi sildim; duvarlar boyandıkça her şeyin üstü boyanmış, eskiye dair hiçbir şey kalmamış gibi oldu. kirler temizlendikçe ben arındım. pek de iyi oldu. yeni yıl öncesi hem mental hem fiziksel dip bucak kış temizliği yapmış oldum refaha erdim. 


şimdi ferah feza evimde (hala perdeleri bekliyorum ama) gelecek için çılgın hayaller kurmakla meşgulum. 

25 Kasım 2024 Pazartesi

hayallerim, aşkım ve ben


bir insan diğer bir insana ev olur mu? ya da hadi şöyle sorayım bir insan diğer bir insanı görünce evini bulmuş, eve dönmüş gibi hisseder mi? 

ben hisset(miş)tim. 

evim yıkıldı benim.

daha bebek adımları atıyorken, henüz el yordamıyla ilerliyorken ama da bana sanki uzun zamandır tanışıyormuşuz, eksik yanım onunla tamamlanmış ve ne zaman bana sarılsa her ne olursa olsun koşa koşa sığındığım evimin hissiyatını verdiği için hep hayalini kurduğum kendi minicik, biricik ailemi, evimi bulduğum hissini veren kişi, çok ama çok kısa bir süre önce artık bir sinir krizi sonucu mu, bir anksiyete atağından dolayı mı yoksa belki de aslında karakteri icabı dışı kırmızı tuğlalı ve sarmaşık kaplı muhteşem, sofistike, karakterli bir ingiliz villası gibi gözükürken bildiğin ucuz malzemeden yapılmış, bir vursan sıvaları dökülecek kadar zayıf, dayanıksız bir toki evi gibi olduğundan mıdır nedir beni hayatından sümük gibi fırlattı attı. 

hani burnunuzun bir kanadını tıkar sonra da tüm gücünüzle "hıh"dersiniz ve saniyenin bilmem ne kaçı hızla burnunuzdaki sümük betona yapışır ya işte hayallerim, ona olan hislerim ve ben o sümük gibi yere yapıştık kaldık gönderdiği mesajı görünce. 

bakakaldım yazılanlara...yazdığı o kısacık ama bütün bıkmışlığını, öfkesini, sinirini, sabırsızlığını yansıttığı metni okudukça bütün kelimeler, harfler kocaman kocaman oldu gözümün önünde. yooo yanlış anlamayın ne kavga etmiştik ne de aramızda bir gerginlik vardı hatta bir gece önce birlikte yapacağımız kısa tatil için ne kadar heyecanlandığımızdan bahsetmiştik. tamam öncesinde sakin sakin konuştuğumuz bir durum olmuştu ama o sadece bir durum tespitiydi. demek onun için farklı bir "durum tespiti" olmuş. 

günlerdir kendimi bir yerlere sığdıramıyorum...şu yaşadığım ada dar geliyor bana hani kanatlarım olsa uçucam uçucam uçucam…hayatımın geri kalanında durmadan uçsam anca içim soğurmuş gibi geliyor. kafamdaki cevapsız sorulara yenilere eklendi (kardeşim yapmayın böyle ama ya...o cevapsız sorular ne kadar ağır biliyor musunuz? atlas mıyım ben ya dünya kadar cevapsız soruyu hayatım boyunca taşıyayım. benim de bir istibdat haddim var.)

bir sümük olarak kendimi yerden koltuğa taşıyabilmişken ve tavana boş boş bakıp cevapsız sorularımın listesini gözden geçirirken ve yıkılan, kaybettiğim "evim" dediğim kişiyi düşünürken aslında çoookkk uzun zamandır zaten kendi kendimin evi olduğumu aslında hep yapmam gerekenin ve yaptığımın kendime ev olmak olduğunu, ne zaman canım sıkılsa, bir yere gidip saklanmam, düşünmem ve bir şeyleri çözmem gerekse kendi içimde bunu hallettiğimi ve halletmem gerektiğini farkettim. artık kimsenin bana "ev" olmasına gerek yok. kendimden başka kimse benim güvenli, sıcak, rahat ve korunaklı evim olup beni koruyup kollayamaz, bana destek olamaz.