macide doğannarlı'nın dört kızı vardı; dördü de birbirine benzemezdi. ne birbirleri ile yapabilirler ne de birbirlerinden ayrı durabilirlerdi. varlığı da gördüler, nispeten yokluğu da gördüler. evlendiler çoluk çocuğa karıştılar, kimi erken kimi geç kocalarını sırasıyla toprağa verdiler. saraylı falan değillerdi ama bütün gelinlerin damatların torun torbanın uyması gereken yazılı olmayan saraylı kanunları vardı. bu yazılı olmayan kanunlara göre yaşadılar da yaşattılar da. geçen sonbahar bu dört kızkardeşten üç numaralı olan Y., iki sene önce ani kilo kaybı ile başlayan zincirleme bir takım hastalıklar, düşmeler, omurga kırıkları vs. sonucu, biraz bilerek biraz da artık hayatı boyunca biriktirdiği üzüntü, kıskançlık ve uktelerin yorgunluğunu bedenen kaldıramayacağına hadi daha net yazalım kaldırmak istemeyeceğine bilerek ve isteyerek kanaat getirdiği için ölmeye yattığı o oturma odasındaki yatağından hastaneye oradan da başçeşmeye (balıkesir merkez mezarlıklar müdürlüğünün adı) yollandı. aile tarihinde, aile fertlerinin genetiğine damga gibi iz bırakmış, hemen hemen hepsinin hem karakterlerine hem de hareketlerine "cenaze evi" konseptinin yerleşmesini sağlayan peşi sıra bir çok ölüm olmasına rağmen hiçbiri 3. numaralı kardeş Y.'nin gidişi gibi bir çözülmeyi beraberinde getirmemişti. Y. 'nin arkasından, zaten bir süredir kafası geçmişe gitmiş ve orada yaşamanın şimdiki zamanda yaşamaktan daha güzel olduğuna kanaat getirmiş, eve gelenleri giderek daha tanımaz olmuş, gelenler öz kızı veya oğlu olsa bile onları yabancılayan ve eski güzel günlerde annesi ile babasının yanında yaşamakta olduğunu sanan iki numaralı kardeş A. da son düşme olayından sonra hasteneye kaldırılmış ve ameliyat alınmış ve vücudundaki en sağlam yeri kalbi olduğu için 90 yaşında girdiği son ameliyattan da sağ çıkmayı başarmış ve evine dönebilmişti ama artık o eve dönen boş çuval misali bedeniydi. şimdi yatağında öylece yatmakta; ne kimseyi tanımakta ne de nerede olduğunu bilmekte. en büyük abla olmasına rağmen içlerinde yaşını hiç göstermeyen ve son ana kadar dinçliğini koruyup, doksan küsür yaşına rağmen hala evinin işlerini -cam silmek dahil- tek başına yapan M. ise cin fikirliğinin kurbanı olup ıslanan geceliğinin eteğini ne akla hizmetse su torbasının üstüne oturup kurutmak isterken sandalyeden kayıp düşünce, femur kemiğini kırmakla kalmayıp kafasını da dikiş makinasına çarpmak suretiyle yarmasının ardından hem kafaca hem de vücut olarak çöküşe geçti. son üç aydır, neyi neden yaptığını ve ne istediğini bilmeden, büyük bir huysuzluk, mutsuzluk, naz ve niyazla huzursuz bir şekilde gittikçe yatağa bağımlı bir halde yaşamaya çalışmakta....
macide'nin kızlarının çocukları, onların çocukları ve torunları olarak bayramları hep çok kalabalık kutlamaya alışkınız. ancak sanırım bir şekilde hepimiz için bayramlar artık şehir dışındakilerle yalandan da olsa hasret giderildiği, bir şekilde bazılarının diğerleri ile "sidik yarıştırırken" diğerlerinin maç izler gibi bu yarışı izlediği, kan bağının mecbur bıraktığı yakınlığa sayılı saatlerle katlanılacağı için bir nebze çekilebilir zaruri bir görüşme biçiminden çıkmaya başladı. artık gidilip eli öpülecek ne M var, ne A. ne de Y. bayramların ilk iki gününe yayılan o kalabalık birer ikişer saatlik ev gezmeleri, el öpmeler, farklı çeşit tatlının "aaaaa bak bizim baklavanın tadı bir başka ama"lar eşliğinde pazarlanması mazide kaldı. bayramlar biz kalanlar için artık sadece ailedeki yaprak dökümlerinin netleştiği bir zaman dilimi. biraz buruk biraz hafiflemiş ama çokça birbirimizden bizi koparan acımasız zamanın kanıtı.