"Hikayeler pusulalardır ve mimarlıktır; onlarla yön buluruz, tapınaklarımızı, hapisanelerimizi yaparız onlardan. Hikayesiz olmak, arktik tundralara veya buz denizine kadar her yöne uzanan bir dünyanın enginliğinde kaybolmaktır. Birilerini sevmek, kendini onların yerine koyabilmektir deriz, yani kendini onların hikayesine yerleştirmek ya da onların hikayesini kendine nasıl anlatacağını bulup çıkarmak.
Hikayeler anlatırız kendimize, hayatta kalmak ya da birilerinin hayatına, hatta kendi hayatımıza son vermek için; şiddete başvurarak veya hissizleşmiş halde ve yaşamayı başaramayarak. hikayeler anlatırız kendimize, bizi kurtaran hikayeler ve içinde debelendiğimiz bataklıklar, boğulduğumuz kuyular olan hikayeler, haklı çıkma hikayeleri, lanetlenme, şans ve mutsuz aşk hikayeleri; ya da bunların, yerine göre çok şık olabilen bir kinizm örtüsüne bürünmüş çeşitlemeleri. bazen hikaye çöker, kaybolduğumuzu fark etmemizi ister bizden veya korkunç halimizi, gülünç olduğumuzu ya da sadece tıkanıp kaldığımızı. Bazen de değişim çıkagelir bir cankurtaran veya bir damla destek gibi. Batan gemilere benzeyen hikayeler öyle pek de az değildir ve birçoğumuz, etraf batıp çıkan filikalarla dolu olsa bile, o gemilerle birlikte dibi boylarız..." (Rebecca Solnit - yakındaki uzak)
*teğet geçilse de şu hayatta birbirine belki unutuluşun/ unutuşun belki de gülüşlerin hikayelerinde yer almalı. birinin hikayesinin bir yerlerinde olmalı haziran'da değilse bile eylül'de.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder