2011 yılında yaptığınız en iyi şey ne deseler hemen aşçılık kursunu bitirmiş olmak ve kenarından köşesinden bu dünyaya adım atmak derim. Zaten uzun zamandır kendim için yapmış olduğum en büyük ve en iyi şey bu iş. Umarım 2012'de bu alanda daha çok şey yapabilirim. Neyse lafı uzatmayayım. Aybaşından beri Cadde'de bilinen bir İtalyan lokantasında çalışıyorum. İşe başladığımdan beri öğrendiğim en önemli şey her mutfağın ayrı bir havası olduğu. Yazın staj yaptığım mutfak ne kadar stresli ve gerginse (bu stresli ve gergin ortama rağmen hayatımdaki en güzel yazdı, bunu tek geçerim), bu mutfak bir o kadar rahat ve sakin. Zaman zaman gerginlikler olmuyor mu oluyor elbet; kan, ter, gözyaşı, stres, yanık, kesik mutfağın olmazsa olmazlarından. Burada günler rahat ve eğlenceli geçerken arada başka alternatifleri de değerlendirmeden edemiyorum. Huyum kurusun illa herşeye burnumu sokup, her denize taş atıcam, belki oltaya birşey takılır hesabı.
Neyse cumartesi yine böyle bir fırsat peşine taaaa Eminönü'ne Nuruosmaniye'ye gittim. Bana randevu veren kişiyle görüşmek için koca Cağaloğlu yokuşunu tık nefes olana kadar tırmandım. Eminönü iyi hoş da ne zaman gitsem beni tedirgin eden bir yer, niye bilmiyorum. Oradakiler bana hep tekinsiz geliyor. Şimdi insan ayrımı yapmak istemem ama oraya ne zaman gitsem kendimi bir sürü azılı katilin peşindeki bir casus gibi hissediyorum. Gizli bir görevim varmış ve benim düşman topraklarında bu gizli görevi başarıyla yerine getirmem gerekiyormuş ve bu yüzden de çok dikkatli, tetikte olmalıymışım gibi hissediyorum. İşte bu ruh haliyle gizli görevimi halletmek için vurdum kendimi yokuşlardan yukarı kan ter içinde oflaya puflaya vardım Nuruosmaniyeye. Sordum birkaç haydut kılıklı adama falanca yer nerde diye, tarif ettiler. Vaaay dedim, şimdi buralarda tek başımayım, biri kesse kim bulacak beni. Kaybolacağım, yok olacağım, hadi ben yok oldum anneme de iş çıkacak, Cumartesi Annesi olacak. Te Allaam. Kızım Karga bitir işini gücünü hallet görevini dön kendi topraklarına hemen dedim, daha da hızlı topukladım. Sonunda buldum aradığım yeri. Amaaaan bir anşante (high society, elit, seçkin) yer ki dedim yaw boşver girme. Ama yok o içimdeki meraklı turşucu bastırdı "gir!gir!" diye, girdim. Kapıda böyle kulaklıklı adam, elleri listeli güzel kızlar, genç ve yakışıklı bir çocuk. Belli karşılamacılar özenle seçilmiş, koymuşlar başvuranları bunlarda geçmişler karşılarına "hmm bunun tipi iyi, bunda ışık var!" diyerek seçmişler teşrifatçıları. Kapıdan giriyorsun ama sanırsın Channel'e falan giriyosun o derece abartılı hareketler. Neyse onlara da merhabayı çektim. Ama öyle yukarıya çıkmak kolay değil. Hödö hödö yürüyüp asansöre ulaşamıyorsun. Kapıdaki görevli sana "Burada ne arıyosun kardeşimin?" nazik, anşante versiyonunu soruyor. Dudaklarını büzdüre büzdüre "Hoşgeldiniz efendim, size nasıl yardımcı olabiliriz? Hmm falanca bey mi? Randevunuz var mı acaba? hmmm demek öyle. Bilmem ne bey size asansöre kadar eşlik etsin?" diyor daha ben yok mok demeye kalmadan "Bilmem ne bey, hanfendiye asansöre kadar eşlik eder misiniz?" diye bağırıyor. Eşlik etmek de şu; ben giriş kapısının ordan asansöre kadar yürüyorum bilmem ne beyde yarı yolda benimle buluşuyor, iki saniyede asansörün oradayız. Bir resmiyet bir resmiyet. Dedim yaptık işi, ne bu yaw. Daha girişte içime fenalık geldi. Neyse çıktım yukarı. Şak asansör bir açıldı, restoranın içindeyim ben. Çıktım dışarı bakınıyorum salak salak. Orada da eli listeli düzgün tipler var, biri beni gördü hemen yanıma geldi, "Buyrun falan filan nasıl yardımcı olalım?" derdimi anlattım, kız kırıldı buruldu dedi ki "Aaaa falanca bey şimdi bir seminere gitti. siz bir buçuk saat sonra gelin." "Neööö! (aynen bu ses çıktı benden, o kadar anşante bir yerdeyim nasıl konuşuyorum yaw! Rezil!!) bir buçuk saat mi?" Çaresiz, çıktım onca badireyle girdiğim kapıdan. Hemen yakındaki bir kafeye oturdum. Açtım kitabımı geçirdim birbuçuk saati öyle böyle. Sonra yine aynı eziyetlerle girdim o kapıdan çıktım yukarı, bu sefer falanca beyin semineri bitmiş, yemek veriyormuş, birazdan gelecekmiş, şöyle buyurmaz mıymışım. Buyurdum. Bekle bekle bekle!!!!Yok falanca bey gelmiyor. Dedim yerim ben böyle işi. Beni karşılayan kıza kaş göz yaptım, ben gidiyorum dedim. O sırada falanca bey de geldi, ama yine bir başka seminere gitmesi gerekiyormuş. Elimi sıktı, sonra konuşuruz dedi. Ha dedim içimden oldu, teeee nerelerden geldim, bütün günüm piç oldu, sonra konuşalım. Oldu canım!!! İyi dedim ben cvmi vereyim birşey olursa beni ararsınız. Yine bindim asansöre ama o kadar sinirliyim ki ağlayacağım. Çıktım dışarı, kurtuldum o anşante gerginliğinden. Sevmiyorum öyle kasıntı yerleri, herkes bir öhöm öhöm havalarda, kasım kasım kasılıyor. İçte olmayınca anşantelik işte böyle sıkıntıdan kaskatı kesiliyosun. Bari dedim teee buralara kadar gelmişken bir de Nimet ablaya uğrayayım. Belki sıkı para çıkar ve buraya geliş amacım bu bileti ve parayı almak içindir. Verdim yine kendime gazı gittim Nimet ablaya. Amaaaannnn bir kalabalık ki sanırsın bedava veriyor Nimet abla biletleri. Girdim ortadaki sıralardan bir yerden,başladım beklemeye. Bir süre sonra o kadar sıkıştı ki kuyruk "Allah"dedim "bu işin sonunda ben kesin bekar anne olucam. O kadar dip dibeyim at hırsızı gibi adamlarla. Hayır tamam olayım anne de etrafım Biscolata erkekleriyle çevrili değil. Kulağından kıl çıkan mı, saçını abuk subuk tepelere kaldırmış olan mı, tırnakları kirli olan mı, dişleri sarı sarı olan mı dersin nerde olmadık Biscolata erkeklerinin şimşek çarpmışları var o kuyruktaydı. Sonunda sağ salim çıktım o kuyruktan. Aldım biletleri. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Falanca beyle sadece el sıkıştım ama kimbilir belki şans güvercini omzuma konmuştur bu vesileyle.