18 Kasım 2008 Salı

ıssızlar

Sabah dağların üstündeki kara bulutlar öğleye doğru, yağmur hatta bir ara hafif sulu kar olarak biriktirdiklerini gökyüzüne bıraktılar...
Hiçbirşey yapmak gelmedi içimden oturup cam kenarında yağmuru izlemekten başka ama onu da yapmak mümkün olmadığı için başka birşey yaparak şu güzelim yağmurlu günde kendimi şımarttım; şeytana uyup akşam çalıştığım dil okuluna bugün gelemeyeceğimi ( klasik çok fena midemi üşütmüşüm bahanesi ) söyledim ve uzun zamandır gitmek istediğim filme gittim sevgili arkadaşım Sndrfknlla ile.
"Issız Adam", Çağan Irmak'ın daha önceki filmleri gibi insanın içini kaynatan ve önce "ya hayat aslında çok güzel, insanlar kendi hallerinde ne güzel yaşayıp gidiyorlar, aaa bu insanlar ne de şanslılar ne kadar güzel şeyler yaşıyorlar" diye düşündürüp daha sonra aslında hepimizin yaşadığı/yaşayabileceği ya da yaşayıp da farkında olmadığı bir sürü dramı/acıyı suratımıza tokat gibi çarpan sağ gösterip sol vuran bir film.
Şu gündelik hayatın hayhuyunda koşturup dururken aslında neler kaçırdığımızı kendi özümüzden ne kadar koptuğumuzu ne kadar tatminsiz, ruhsuz ve duygusuz olmaya başladığımızı Alper karakteri ile gösterirken Ada ile masumiyeti, iyi niyeti, saflığı, bencil olmamayı yani asıl olmamız/ yaşatmamız gerekenleri göstermeye çalışmış Çağan Irmak. İzlerken "sanırım bu sefer iyi olan kazanacak, filmin sonu iyi bitecek" diye düşünüp içimizden bize avaz avaz bağırarak "hiç sanmıyorum, hiçbir zaman iyiler kazanmaz" diyen ikinci sese kulağımızı tıkamaya çalışıyoruz. Ne kadar duymazlıktan gelsek de iyiler yine kaybediyor, tokadı yiyiyoruz yüzümüze. Çağan Irmak bize sadece Alper'in değil hepimizin ıssız birer adam/kadın olduğunu gösteriyor. Nasıl "Babam ve Oğlum"da bir yandan ağlarken bir yandan babamızı düşündüysek bu filmde de ağlarken geçmişte kalan aşklarımızı sevgililerimizi düşünüp "Acaba nasıl bir halt ettim ben?" diye kendimizi sorguladık. Bunun cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğiz sanırım ama bileceğimiz ya da bu filmden öğreneceğimiz birşey varsa o da aslında hepimizin aslında birer ıssız olduğudur....

11 Eylül 2008 Perşembe

Daha biraz önce yazdı ne zaman sonbahar geldi ?

Eskiden küçücük bir kız çocuğu iken günler, aylar, haftalar geçmek bilmezdi. Yaz tatili o kadar uzun gelirdi ki okulu özler, evin içinde sıkılırdım ya da yaşgünüm bir türlü gelmek bilmezdi. Oysa şimdi bir bakıyorum pazartesi sonra hop cuma olmuş. Artık dört gözle beklediğim yaz tatilleri kuş kadar olmuş, göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor. Zaman koşturuyor... ben aynaya bakıyorum hala aynı ben. Bu işte bir tuhaflık var. Artık zamanın geçtiğini, hem de pek fena geçtiğini aynalardan değil de evlenen arkadaşlarımın çoluk çocuğa hatta birden fazla çocuğa karışmasından veya daha kısa bir süre önce ( bana öyle gelen kısa bir süre önce ) kucağıma aldığım kırmızı suratlı minik bebişin okula başlamasını gördüğümde anlayabiliyorum.
Hayat bir yerlerde devam ediyor ve ben pek fena dışında kalmış hissediyorum kendimi. Koskoca 32 sene de ne yaptım diye bakınca koskoca bir "HİÇ" kafamın içinde yanıp sönüyor. Ama çabaladıkça daha da derine batıyormuşum gibi geliyor. Büyümek buysa, hayat buysa ben korktum bundan.

30 Temmuz 2008 Çarşamba

I'm home again...

Günlük hayhuyun içinde kaybolmak....Yazmaya vakit ayıramamak ya da sitenilen vakti ayıramamak pek fena... Ama artık söz, buraya daha fazla vakit ayıracağım.

19 Ocak 2008 Cumartesi

Godot'yu beklerken

Her yeni ilişki insana birşeyler öğretiyor; bir insanda neler aradığını ya da aramadığını, biri ilişkide neler beklediğini ya da beklemediğini daha iyi görüyorsun. Ama en önemlisi bir yaştan sonra birşeyleri daha iyi görebiliyorsun. Karşındaki insanı daha doğru değerlendirebiliyorsun. Şimdi yeni bir ilişkim var; iki ay on günlük... Ne hissediyorum; iyi bir insan, bana değer veriyor, beraber birşeyler yapmaktan hoşlanıyorum... Ama ayaklarımı yerden kesiyor mu ? Hayır!!!!
Bir yaştan sonra ayakların yerden kesilmesini beklemek aptallık biraz sanki bilmiyorum. Ama ben hala ayaklarımı yerden kesecek Godot'yu bekliyorum. Belki bir kere daha beni bulur ve herşeyi bırakıp gidecek kadar çok onu sevebilirim...Şimdilik sadece duraklarda durup bekliyoruz, belki de hiç gelmeyecek birşeyi...