28 Ekim 2009 Çarşamba

söz dinledim


Sevgili Ekmekçikız, balonla değil ama dört teker üzerinde bir süre buralardan uzaklaşmam gerektiğini önermiş. Bende söz dinledim, bir süre (dört güncük) yokum yedi tepeli bu şehirde. Annemin kanatlarının altında rahatlamaya,rahatlatmaya, yiyip yiyip kilo almaya, kısa bir körfez seferi yapmaya ve babacığımı ziyaret etmeye gidiyorum. Fırsat bulursam, gezi notları düşerim. Evdekilerde umarım başlarının çaresine bakarlar. Üçünü birbirlerine emanet ettim, bakalım anne olmadan ne yapacaklar.

Şimdilik ciao.

27 Ekim 2009 Salı

pepen uçur beni haydi


Eskiden ben küçükken Pepen diye bir çizgi film vardı. Bir maymun, kırmızı saçlı kız "Pepen uçur bizi"dediğinde hemen (sanırım köpükten) bir balon yapar. Uçar giderlerdi. Şimdi ben de Pepen'i çağırmak istiyorum. Bir balonla uçasım, buralardan gidesim var.

Haydi Pepen uçur beni....

23 Ekim 2009 Cuma

ağız ishali oldum


Bu ne menem bir hastalıktır demeyin, açıklayayım. Bu kişinin, ağzını tutamaması şeklinde cereyan eden bir hastalık. Ağız ishali olan kişi bol bol konuşur ama ipe sapa gelmez şekilde konuşur. Bir sıkıntısı mı var, önüne gelene anlatır; bakkala çakkala, manava kasaba; "Biliyor musun şu oldu bu oldu." der durur. Elalemin hiçbirşeyini kimsecikler bilmezken bu ağız ishalinden müzdarip kişinin her şeyini herkes, en alakasız insan bile bilir. Bu kişi konuşur ama sözcükler ağzından çıkıp, havada uçuşurken onları tutamaz, arkalarından baka kalır. Yer çekimsiz bölgede dolaşan astronotlar gibi sözcükleri havada dolanır durur, ishalli kişi tutmak ister sözcüklerini ama ne mümkün. Ağızdan şelale gibi akar durur kelimeler. Çok fena bir hastalıktır bu çok fena.

Ben de genelde bu hastalıktan müzdaribim. Çok konuşuyorum, herşeyimi herkeslere anlatıyorum, kusuyorum resmen.

Ağzıma bir bant lazım galiba ya da acilen ishal hapı almalı.

22 Ekim 2009 Perşembe

bir gün 30 saat



Bu pazar 25 Ekim'de saatler bir saat geri alınacakmış. Her sene olduğu gibi. Bence bu sene bir değişiklik yapsınlar (zaten sürekli bir açılım, değişim havası esmekte memleketimde, bu konu da ne kadar hazindir, zavallılıktır. Ayrı bir yazı konusu bu iş,neyse), bir günü 30 saate çıkarsınlar. Zire ben hiç ama hiçbir şeye yetişemiyorum. Sabahtan akşama kadar 36 numara iki ayacığımın üstündeyim, kıçım çok az yer görüyor ama ben bir türlü yapmam gerekenleri yetiştiremiyorum. "To Do List", "Not to do list"e dönüşüp duru. İşler bitmiyor bitmiyor. Ne okunması gereken kitaplar okunuyor, ne gidilmek,görülmek istenilen sergiler, filmler, konserler görülüyor. Ev hiçbir zaman tertemiz ve sırlan değil. Zaten tertemiz, sırlan ev tutkumdan vazgeçtim, eh biraz temiz olsun diye Gülperi her hafta gelecek.


Hadi temizliği falan geçtim, şöle ayaklarımı uzatıp, elimde çay bardağı, üstümde pijama elimde kumanda dertsiz tasasız sabahın köründen akşamın karanlığına kadar oturmak alık alık televizyona bakmak istiyorum kardeşim. Ne bu ya bir bakıyorum sabah bir bakıyorum akşam, işe git eve gel hep aynı döngü. Boşa geçiyor ömrüm, akvaryumdaki bir balıktan tek farkım, her 30 saniyede herşeyi unutmamam, sürekli geçtiğim yerlerin bana yeni gibi görünmemesi mi?


Gerçekten ya 30 saate çıkarsınlar şu bir günü ya da durdurun dünyayı ben inicem.

19 Ekim 2009 Pazartesi

bahçemin gary'leri


Şükür Yaradana havalar sanki biraz biraz kışladı. Hafta sonu ve bu akşam itibariyle yağmurlar başladı. Yağmur başladığında bahçemin Gary'leri de ortaya çıkıyor teker teker ve beni de alıyor bir telaş. Öncelikle bunların kimler olduğunu bir açıklayayım isterseniz.

Vikipedia kendilerini şöyle tanımlamış:
Yumuşakçalar (Mollusca) şubesinin Orthogastropoda sınıfındaki kabuklu kara hayvanlarının ortak adı. Tatlısularda, denizlerde ve bütün çevrede görülebilen hayvanlardır. Nemli yerlerde bulunurlar ve yağışın bol olduğu ve havanın tam soğumadığı sonbahar aylarında sürekli görülürler. Vücutlarında bol miktarda su bulunduğu için çok soğuk havalarda donarlar. Çok sıcak havalarda ise su kaybederek kuruyabilirler. Geçtikleri yerlerde iz bırakmalarını sağlayan parlak renkli sümüksü bir sıvı üretirler. Kabuklarıyla gövdelerinin arasındaki kurumuş sümüksü sıvı, vücutlarındaki nemi kaybetmemelerini sağlar. Kışın toprak altına ya da ağaç kovuklarına girerek etkinliklerini azaltırlar. Yazın çok sıcak olduğunda da benzer şeklide davranırlar. Çoğunlukla otçul olmakla beraber, etçil ya da omnivor olabilirler. En çok yağmur yağdığında ortaya çıkarlar. Ayrıca yenilebilir.


Bildiniz mi kimlerden bahsettiği mi? Evet tabiki anladınız; salyangozlardan bahsediyorum.
Ben bu hayvanlara bayılıyorum ve yağmur yağdığında kimseler onlara basmasın diye kafam önde habire yerlere bakıyorum. Zira bu hayvanceğizler, "daha aman insanoğlu kaçalım, ahanda şimdi üstüme basacak" demeye kalmadan (hoş birşey demeye kalsa ne yazar, dakikada 1 santim ancak gidiyorlar) çıtırt! sesi çıkarmak süretiyle eziliyorlar. İşte ben de yağmurlu havalarda sağıma soluma bakıp nerde kendini böyle ortalık yerlerde sürünmeye bırakmış salyangoz varsa, onları bulup bir kenara kaldırmakla uğraşıyorum. Tabi benim kafa önde bodoslama giderken karşımdaki kişiye göbekten girdiğim olmuyor mu oluyor. Artık bir iki gülücükle işi hallediyorum.
Eeee Gary adı nerden geldi derseniz. "Sponge Bob Squarepants" isimli efsanevi çizgi filmdeki Sponge Bob'un evindeki evcil hayvanı, bir köpeğin ruhunu taşıyan bir sümüklü böcek. Ben bu çizgi filme ve Gary'e bayıldığım için bütün salyangozlar benim için Gary.

O yüzden bu yağışlı günlerde lütfen "Gary'lere özgürlük".







14 Ekim 2009 Çarşamba

kırk gün

Bugün kırkıncı gün sensiz....
Daha dün gibi ama yazıyla kırk rakamla 40 koca gün geçmiş. Seni bir daha ne zaman görebileceğimi düşünerek geçirdiğim kırk koca gün....

13 Ekim 2009 Salı

içindeki şeytana kulak ver

İçimdeki şeytan bana kötü şeyler fısıldamakta....

Bütün bir kışı, yataktan çıkmadan, yorganın altında, yanıma yığdığım kitapları okuyarak geçirmenin ne kadar güzel olacağını söylüyor. Elde kahve, üstte pijama, saçlar dağınık, ne iyi. Ne giysem derdi yok, sınav, quiz, ödev, ıvır zıvır derdi yok.

Bir de bunların üstüne içimdeki şeytan şu resmi buluverdi bana.





Evet içimdeki şeytan çok fena şeyler fısıldıyor bana.....

gazman oldum



Bana bir haller oldu. Ne oldu bana ya? İpe sapa gelmez şeylerden gaza geliyorum hemen. Birisi aslansın kaplansın diyo "Öyleyim dimi?" diyerek bir inek Şaban gülüşü patlatıp, balıklama dalıyorum bir işe. Dizi izliyorum, kız annesine "Anne ben sensiz ne yaparım?" diyo, hadi ben hüngür şakırt ağlamaktan helak oluyorum, evde kağıt havlu kalmıyor. Turkcell, Hido'lu ve uzaylı kızlardan oluşan (hani ellerini kollarını garip garip oynatıp, merak güzel şey güzel şey merak diyenler var ya, onlar) reklam fiyaskosunun ardından yeni bir kampanyaya başladı. "Turkcell'in gücü Turkcelli'nin gücü" diye. Bu reklam benim kanımı kaynatıyor. Bugün spor salonunda, uyduruk uyduruk koşu bandının tepesinde yürürken bu reklam bir çıktı, ben nerdeyse koşu bandından düşüyordum. Gaza gelip, koşmaya başlamışım, bir baktım, banttan kayıyorum, aşağıya doğru.

Hayır hamile falanda değilim. Bu ay pas geçti. Nerden geldi bu gazman ruhu, anlamış değilim. Hayırlara vesile.

11 Ekim 2009 Pazar

bugün süper baykuş olmak istedim


Bugün bütün süper kahramanların gücü bende olsun istedim.

Mesela, bütün canlıların dilinden konuşabilme gücüm olsaydı, kedi oğlum Misket'e hergün hergün ıslak mama yerse çok yakında obez olacağını ve böbreklerinin iflas edeceğini ve bunun da beni inanılmaz üzeceğini söyler, bir de acıklı miyavlamalarının beni çok ama çok üzdüğünü dilimin döndüğünce anlatırdım. Ayrıca kedi kızım Kara'ya da aşıya gitmekten korkmamasını, aşının faideli birşey olduğunu ve veteriner Hande abla'nın elinin çok hafif olduğunu ve her aşı döneminde evin içinde deli danalar gibi koşturmamızın anlamsız olduğunu söylerdim.

Sonracıma, eğer insanları bir dokunuşumla iyileştirebilme gücüm olsaydı, evimin hemen karşısındaki kuaför dükkanının sahibi kadını iyileştirir ve sağlık nedeni ile dükkanını kapatmasını engeller, böylece benim istediğim gibi saç yapan kuaförüm Tuna ve ellerimi yola sokan manikürcüm Fatoş başka yerlerde çalışmak zorunda kalmazlar, mutlu mesut yaşayıp giderdik.

Ayrıca, bir dokunuşla insanlara bol bilgi ihsan edebilseydim, bu haftasonu okuduğum quiz kağıtlarının sahibi sevgili öğrencilerime bir dokunuşla İngilizce öğretir, beni çileden çıkarmalarını engeller, onların hüzünlü ve çaresiz bakışlarla benim karşımda oturmamalarını sağlar hatta ve hatta ağızlarını açtıklarında Mr.& Mrs. Brown gibi İngilizce konuştururdum.

Eğer her okuduğunu hemen kapan, öğrenen biri olsaydım, aşçılık ve yeme içme olayı ile ilgili bütün bilgileri bir çırpıda öğrenir ve iyi bir yerde aşçı olarak çalışır ya da kendi dükkanımı açar, her sabah yataktan söylenerek kalkmaz ve oflayarak işime gitmez, rüya gibi bir dükkan ve iş sahibi olurdum.

Bir de insanların zihinlerini okuyabilseydim, en iyi arkadaşım hatta hatta dostum diye düşündüğün kişinin niye doğum günümü yarım yamalak bir telefonla geçiştirdiğini, beş dakikasını bile ayırarak beni görmeye gelmemesini hadi doğum günümü falan geçtim, şu sıkıntılı ve oldukça üzgün geçen bir ayda sanki başıma sıradan bir olay gelmiş gibi beni sadece bir kere yasak savar gibi ziyaret etmesini, sonra ne arayıp ne sormamasını, bir insanın dostunu yanında görmek isteyeceği şu günlerde, onun yanımda olmamasının nasıl bir dostluk ve arkadaşlık anlayışı olduğunu anlayabilirdim. Belki de arkadaşım ve dostum sandıklarımın aslında hiçte öyle olmadıklarını okurum zihinlerinden kimbilir?

Hadi bu kadar süper gücüm olmuşken bari zamanı da değiştirebileyim de, dünyayı daha akıllı, doğasever, savaş karşıtı, eşitlikçi, adaletçi, hayvan dostu insanların yönetebildiği, hiçbir kazmanın, kıronun, akılsızın, bencilin, vahşinin, aptalın, insafsızın, vicdansızın, hayvan düşmanının olmadığı, kaynaklarının tükenmediği, yemyeşil bir dünyaya dönüştüreyim.


Ben bugün imkansızı istedim di mi?

6 Ekim 2009 Salı

dün benim günümdü


5 Ekim 2009 benim bir rivayete göre tam 33 olup 34'ten gün aldığım, diğer bir rivayete göre ise tam 34 olduğum gündü. Neyse ne, öyle ya da böyle ben 34 oldum mu oldum. Kırka ne kaldı 6 sene! Bu 6 senede "acaba ne kadar zamanda Nihat Odabaşı'na Ayşe Arman pozları çektirebilecek parayı biriktiririm" hesabını yapmaya başlamış bulunmaktayım. Hadi bana bir iyilik yapın, seneye bana doğum günü hediyesi Nihat Odabaşı'ndan 35 yaş pozları promosyonu hediye edin. İlgilenenlere şimdiden duyurulur. Ha biz o kadar parayı biriktiremeyiz diyorsanız, o zaman 40 yaşıma bir güzellik yapmak için şimdiden pamuk eller cebe!

Dün kendi kendimin burada doğum gününü kutlamadım. Yurt sathında ve dış temsilciliklerdeki kutlamalarla meşguldum, fırsatım olmadı.

Kendimin yeni yaşını kutlar, ona sağlık, mutluluk, neşe ve her gününün sevdikleriyle birlikte afiyetle geçmesini diler, şimdiye kadar çok sevdiği ve ileride de seveceği ( tabii onun da gerçekten çok ama çok sevileceği) insanların günden güne artmasını dilerim.

İyi ki doğmuşum ben!!!!

4 Ekim 2009 Pazar

gün onların günü






Eveeet bugün onların günü(ydü). 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü (işte ekim'i sevmek başka bir neden daha). Sabah sabah Misket bey oğlumun "ıslak mama" isterim diye mızıklanmasına bile kızmadan, "hadi hadi bugün senin günün" diyerek bir konserve (fency feast) açtım önlerine. Aslında ne zamandır onlar hakkında bir yazı yazmak istiyordum ama araya hep başka şeyler girdi, yazamadım.






Evdeki dört ayaklı ahali ile ilgili olarak daha önce bir Zeliş'imin çılgınlıkları bir de Misketin gelişi ile ilgili olmak üzere toplam iki yazı var. Çok ayıp etmişim onlara karşı çok. Utandım şimdi. Söz bundan sonra onlarla ilgili daha çok yazıcam.
Zeliş hanımı iki sene önce kaybettik ve o gittikten sonra Misketim kendini çok ama çok yanlız hissetti. Ben de bu duruma çok üzülüyordum ama eve yeni bir kedi alıp, ona bağlanıp, kaybetmeyi göze alamadım. Misket bey cebren ve hile ile bende kalmıştı, ondan ayrılmaya niyetim yoktu ama bile bile başka bir kedi ile gönül bağı kurmak istemedim. Bahçedeki kedilerin, eski evin havadar restaurant balkonunda beslenip, yazın sabahtan akşama kadar Misket'le birlikte karşılıklı güneşlenmeleri, kestirmeleri bana yetiyordu. Ama bir süre sonra havalar soğumaya balkon keyfi sona ermeye başladı.
Günlerden birgün balkon restauranta minik siyah bir kedi gelmeye başladı. Ansızın gelip, acele acele mamaları mideye indirdikten sonra kendisi ile iki çift laf etmemize fırsat vermeden tabanları yağlayıp kaçıyordu. Bir süre böyle devam etti, bende "tamam, teklif var, ısrar yok. Gelir mamaları yersin, sana karışmam" diyerek, kendisi ile uzaktan bakışmakla yetindim. Bir süre sonra havalar iyice soğumaya başlayınca, bir baktım bu ürkek minik kedi benim mutfak sandalyelerimin minderlerini mesken tuttu. Bir iki derken birgün balkon kapısını kapatıverdim ve o evimin Kara kızı oldu. Beni epeyce uğraştırdı bu kara kız. Aşılarını yaptırmaya giderken evde az yakalamaca oynamadık. Peki ya hava almak için evden çıkınca mahallenin çapkın beyleri tarafından kıstırılıp, bir geceyi sokakta, bir ağaç tepesinde geçirmesine ve benim de sevgili ile birlikte onu kurtarmak adına, elimizde sopalar, süpürge sapları ile garajdaki ağaçlara tırmanmamıza ( ki sevgili kediden korkan bir insandı, Kara kız yüzünden azgın erkek kedilere karşı cengaverce savaştı sevgilim) ve apartmandaki herkesin bize "vah vah bu öğretmen hanımda kafayı iyice sıyırdı, kedilerle konuştuğu yetmiyormuş gibi şimdi de onlarla ağaçlara tırmanmaya başladı, yazııık" bakışlarına maruz kalmamıza ne demeli. Neyse iyi kötü bir aradayız işte. Bu aralar birlikteliğimizin senesi olacak. Kıçın kıçın yaklaşıp, kendi kendine evime geldi bu şaşkın. Sevgili Sndrfknella, "kediler sahiplerini kendileri bulur" demişti, doğru galiba. Şimdi Misket bey oğlumla birlikte mutlu mesut yaşayıp, günden güne kilo almakla meşgul. Sanırım bir süre sonra minik patili, tombul bir kara böcek olacak. Zira Misket bey sayesinde her gün her gün ıslak mama yemekte.
Kara kızım şanslı bir kediydi, kendimi övmek için söylemiyorum ama yollarımız kesişmeseydi, şu anda nerde ne halde olurdu bilmiyorum. Akşam haberlerinde bugün için yapılan yürüşte konuşan hayvanseverleri dinledim. Kara'cım kadar şanslı olmayıp bir dönerci tarafından karnı kesilen ve son anda bir hayvansever tarafından kurtarılıp ameliyat ettirildikten sonra bu kişi tarafından sahiplenilen bir köpeği ve gözleri oyulup bir torbaya konulan başka bir köpeği ve onu bulan ve sahiplenen yüreği kocaman insanları görünce içim isyan ve çaresizlikle doldu. Geçen seneden beri sahiplendirdiğim on kediyi ve daha ulaşamadığım onlarca hayvanı düşündüm. Hepsi ne yazık ki yukarıda anlattıklarım kadar şanslı değiller. Bu ülke ne zaman hangi konuda adam oldu ki bu hayvan hakları konusunda adam olsun. İyi ki benim gibi hatta benden daha yüreği kocaman insanlar var da bu hayvancıklara biraz olsun sahip çıkmaya çalışıyoruz.
Umarım bir gün bütün hayvanların nefes alan bir canlı oldukları bilincinde olan, onların da canlarının yanabildiğini düşünen ve buna göre davranabilen, onları koruyup kollayan milyonlarca insanın olduğu bir dünyada ve ülkede yaşarız.

2 Ekim 2009 Cuma

ekim!!!!! canım benim


Sizin de böyle bir huyunuz var mıdır bilmem ama ben aylar arasında ayrım yaparım. Bazı aylara bayılırım bazı aylar da bir an önce geçse gitse diye gözünün içine bakarım. Mesela Ocak anlamsız bir aydır benim için. Yılbaşının arkasından öyle patdadanak geliverir. Yılbaşında zom olmuş kafanın arkasından ne gelen ay başı belli olur ne de ayın geri kalanından bir hayır gelir. Bir de zaten vergi ayıdır, maliyeciler, ellerini ovuştura ovuştura sizin verginizi ödemenizi beklerler. Şubat benim için (çocukluktan kalma bir alışkanlık herhalde) hep tatille özdeşleşir. "Şubat tatili! Şubat tatili!" diye sayılan günler artık tarih oldu ama yine de Şubat benim için sevimli bir aydır. Mart, aklıma huysuz, suratsız bir adamı getiriyor. En sevimsiz ay bence. Bana da hiçbirşey ifade etmiyor. Nisan, minicik bir kız çocuğunu ve yeşillenmeye başlayan ağaçları hatırlatırken Mayıs bence ayların en karizmatik olanı. Neden böyle düşünüyorum bilmem ama söylemesi bile havalı sanki Mayıs'ı. Yaz aylarından hiç favorim yok. Haziran'da,Temmuz'da, Ağustos'da kendi halinde aylar işte. Bana biraz bizim okulun kız öğrencilerini hatırlatıyorlar. Süslü püslü, kafaları bir karış havada, piyasa yapan aylar. Ama Eylül öyle mi ya. Hüzünlü, melankolik Eylül bütün sene içindeki (bence) en arada derede kalan ay. hiçbir sene sıcak mı olsa serin mi olsa bir türlü karar veremez bu ay. Bu sene de öyle oldu. aman ne iyi çorap mevsimi geldi derken Eylül bir haftadır yaz ayı gibi. bir sıcak bir sıcak. Hey Eylül! karar ver diyorum. Ekim, Ekim, canım ayım benim. Ayların en güzeli bence. Niyeyse bu ay bana inanılmaz bir mutluluk veriyor. Kasım, delişmen bir delikanlı. Sert rüzgarların, yağmurun, çamurun arttığı ay bu ay. Aralık, bitişin ayı bence. Bu yüzden de Aralık'da beni bir hüzün kaplar, içim acır.

Neyse favori ayım başladı, gerisi beni ilgilendirmez. Bu ayın keyfini çıkarmalı.