24 Mayıs 2020 Pazar

rüyalarda buluşuruz

Karantina günleri sağolsun rutin hayatımızı daha da rutinleştirdiler. Tek eğlencemiz artık bilinçaltımızın bize bir kıyağı mı desem ne desem bilemediğim uyurken gördüğümüz renkli sinemaskop rüyalar. Uzun zamandır rüya görmeyen ben bile James Bond filmlerini aratmayacak maceralarla dolu, Almadovar filmlerinin karakterleri gibi enteresan karakterlerin başrolde olduğu rüyalar görmeye başladım; hayır olsun inşallah. Ama dün akşam gördüğüm rüya absürdlükte birinci geldi. 
Birisiyle buluşacakmışım ve bu birisi Alper Saldıran'mış. Hani şu Kürk Mantolu Madonna'nın tiyatro oyunununda Raif bey'in gençliğini canlandıran oyuncu. Ama rüyanın absürd tarafı Alper Saldıran ile buluşacak olmam değil, onu bana makyaj yapması. Oturtuyor bir güzel beni karşısına gözlerimin üstüne beyaz simli far sürüyor (bunu neden böyle gördüm biliyorum: son zamanlarda instagram'da Mücbir Sebepler izliyorum ve orada Yıldız Tilbe gözlerinin etrafına beyaz kireç gibi göz farı sürüp, ayna karşısında abuk subuklamıştı ve ona çok gülmüştüm. Gülme komşuna gelir başına. Karma is a bitch.) Neyse ki Alper bey'ciğim insaflıydı benim beyaz krem arası göz farı, Yıldız Tilbe'nin ki gibi değildi. Ardından da portakal rengi, kavuniçi garip bir renkte ruj sürüyor bana. Böyle dudaklarımı gerdiriyor ve bir güzel taşırmadan ruju sürüyor. Rüyada bile olsa kafam çalışıyor ve şöyle düşünüyorum: "Bu renk bana hiç gitmez ki. Ruhsuz gösterecek beni ama silmek de ayıp olacak şimdi." Ancak rujumu sürdükten sonra Alper Saldıran, "bıyıkların çıkmış" demeseydi, ilk buluşmamızda beni nereye götürdüğünü görebilirdim ama "bıyık" lafını duyunca rüyamda hışımla aynayı elime alıp bakıyorum ve ne görüyorum: hakkaten çıkmış bıyıklarım. Allahım Skandal!!!! yer yarılsın da içine gireyim. Alper Saldıran'nın karşısında bildiğin "dans grubum var, bize katılmak ister misin" diye bıyıklarını buran Nuri Alço bıyıkları gibi burulacak kıvama gelmiş bıyıklarımla oturmuşum. Bilinçaltım bile bu skandala dayanamayıp beni uyandırdı. Umarım bu akşam Alper bey'ciğim ile rüyalarımda gönül rahatlığı ile tekrar buluşup (zira bıyık işi halloldu; itina ile yok edildi hepsi) nereye gittiğimizi ya da gideceğimizi görebilirim. 

11 Mayıs 2020 Pazartesi

ah kalbim

Dün uzun süreli corona karantinasından 65 yaş ve üstü bireyler belli bir süre için çıkabildiler. Gerçekten de sokaklar -balkondan görebildiğim kadarıyla- ya eşleri ya tek başına ya da yaşı elveren refakatçileri ile dolaşan 65 yaş üstü bireyler ile doluydu. Saat 11'i biraz geçe sanki gizlendikleri yerden "çık" emri almış görevliler gibi sarsak adımlarla bir anda bitiverdiler hemen her yerde. İnsan yaşı kaç olursa olsun sosyalleşme, bir "kendini dışarı atma" halinden muzdarip demek. Yıllarca sokaklara çıkamasak ciddi şekilde psikolojimiz zedelenecek durum onu gösterdi. 65 yaş ve üstünün üstün sosyalleşme çabalarını balkon ve pencere marifetiyle naklen takip ederken nahoş ve abartı bir başka sosyalleşme çabasına şahit olmak hoş olmadı açıkcası. 
Bizim apartmanın yanında ne çok küçük ne de çok büyük boş ve kime ait olduğu bilinmeyen yarı çimenlik yarı beton muğlak bir alan var. Bu alanın çimenlik kısmı bilumum köpek sahibi tarafından tuvalet olarak, beton kısmı ise yıllardır kuşlara bayat ekmek servisi yapılmak amacı ile kullanılmakta. Dün 65 yaşın hayli üstü olduğunu görebildiğim üç amca bu beton kısımda "kuşlara ekmek atarsın atamazsın" kavgasına tutuştu. İki amca, poşeti ile ekmek getirip alana döken amcaya önce sözlü uyarılarda bulundu, arkasından da hem hırslarını alamadıklarından hem de amca onları takmayıp ortalığa ekmekleri saçalamaya devam ettiğinden olay itişip kakışmaya, gırtlak sıkmaya, olaya şahit olan köpeklerini dolaştırmaya çıkarmış bir hanımefendinin "aaaaa terbiyesizler, imdat adam dövüyorlar, poliiissss" diye canhıraş bağırışlarına bütün mahallelinin balkonlara doluşmasına, bazı yiğitlerin yasak masak corona morona dinlemeyip bu yaşlı delikanlıların birbirlerini paralamasına (pek de paralayamayacaklardı gerçi. yumruklarını bile romatizmadan sıkamadıkları, yarı yarıya kıvırdıkları elleri ile birbirlerini iki yaşında bebekler gibi ittirip kaktırmaktan öte bir şey yapmadıkları, velev ki yumruk yapabildiler göz görmeyip kulak duymayınca o yumrukları doğru noktaya isabet ettiremeyecekleri çok belliydi ya neyse) bir çeşit ayar vermek üzere aşağıya inmesine, mahallelinin ve bizim apartman yöneticisi ile kocasının olayın üstüne yakası açılmadık küfürlerle benzin dökmesiyle (bizim apartman yöneticisinin iddiasına göre orada beslenen kuşlar, tuvalet olarak bizim apartmanı kullanmaktaydı. iyi hoş da "atmayın ekmekleri ulan, apartmanın içine sıçtınız" diye kocasının avazı çıktığı kadar bağırması da gereksizdi) bildiğin "corona'dan eve tıkılı kalmanın vahim ve beklenen sonuçları" araştırmalarına konu olabilecek bir tiyatroya dönüştü. Her kafadan bir ses çıktı, tehditler, küfürler havalarda uçuştu ve olay mahalline polisin laf olsun diye intikalinden sonra her şey yatıştı. 
Bütün bu olan biteni camdan izleme gafletinde bulunurken ve evet kabul şu hareketsiz ve spontan hayatımızda bir aksiyona denk gelmişken fırsatı kaçırmamak adına bir magazin gazetecisi merakıyla tüm olayı baştan sona izlerken asıl yüreğimi ve kalbimi yaralayan, millet olarak ne kadar hoş görüsüz olduğumuzu (yahu yıllardır oraya kuşlara ekmek atılır, buna karşı çıkacak zamanı bula bula karantinadan çıktığınız zamana mı denk getirdiniz a yaşından başından utanması gerekenler) ve ne kadar teknolojik bilimsel ilerlemeler olursa olsun bizim hep bir yanımızın ve hiçte azımsanmayacak bir yanımızın hep cahil, hep kaba, hep şiddet eğilimli, hep fevri, hep yol yordam bilmeyen bir biçimde varolmaya devam edeceğini görmek oldu. Ah kalbim dün yine bir şeyler için acıdın.