31 Temmuz 2013 Çarşamba

orta

İyi bir orta bekliyordum hayattan*. Şöyle sıkı bir gol attıracak iyi bir orta. Ama heyhat, orta yaşıma geldim daha o ortayı bulamadım. Altyapı eksikliği malum ama bütün umudum sağ ve sol kanat oyuncularından gelecek afilli yan paslardı ama onlarda topu hep taca çıkardılar. Taca attıkları topun arkasından baktım bir süre, baktım olmayacak kanat oyuncularından vazgeçtim artık kendim koşuyorum topun peşinde. Arada ofsayta düştüğüm olmuyor değil ama iyi çalım atıp, bir iki rövaşata ile durumu kurtarmaya çalışıyorum. Çok yoruluyorum ve arada çok yalpalıyorum. Nefesim uzun soluklu olmuyor, tıkanıyorum bazen. Arada "sol veya sağ kanat oyuncusu transfer etsem mi?" diye düşünüyorum; yine topu taca atarlar ya da faul yaparlar diye çekiniyorum. Öyle olunca maçı çevirmesi zor oluyor hatta maç göz göre göre elden gidiyor. Maçı okuyamayınca çevre teknik direktörlere danışıyorum, onlarla da ekollerimiz farklı, kimyamız uymuyor. 'Hadi' diyorum 'bak kendi işine, biraz daha fazla antrenman; biz bu maçı alacağız başka yolu yok!'' Daha derin nefes alıyor, nefesimi idareli kullanıp, yalpalamadan, yorulmadan maçın temposunu düşürmemeye çalışıyorum.
Son zamanlarda yaptığım kontra ataklardan da eli boş döndüm. O zaman iyice anladım 4-2-3-1 ya da 4-3-3 falan benim için fasa fiso. Bütün altyapıyı, teknik adamları hallaç pamuğu gibi attırmalı, iyi bir sağ kanat oyuncusu alıp, taktiği baştan belirlemeli ve maçı daha açık gözlerle okuyup, daha sıkı asılmalı. Gelişine topa vurmak yine esas ama bu sefer kaleyi gözetmeli. İyi orta gelsin diye hakeme ya da yan hakemlere dua üstüne dua etmek işe yaramıyor; hakem maça ve senin ne kadar iyi oynadığına bakıyor. Kısacası tüm maçı avantaja bırakıyor.
Bir şey oldu ve akıllandım sanki az biraz. Bu sefer maçı oynarken kuracağım taktiği, duran toplara daha sıkı gelişine vuracağım işimi şansa bırakmadan ve ne yaptığımın farkında olarak. Gözüm açık olacak, adımlarımı daha sıkı basacağım çim sahaya - öle rüyada uçuyormuş gibi koşmayacağım topun peşinden-, sağdan soldan gelecek ataklara daha iyi karşı koyacağım ve bu sefer sanırım golü atacağım.

*Son keşfettiğim - ki bundan büyük mutluluk duyduğum- yazar Alper Canıgüz'ün Oğullar ve Rencide Ruhlar kitabını okurken çıktı karşıma bu cümle. İnsanın bütün hayatı boyunca beklediği, aradığı bir cümle olur muymuş; benim varmış. Bu cümleyi okuyunca anladım ve aydınlandı herşey. 

19 Temmuz 2013 Cuma

sıcaktan

Sıcaktan...

*evin içinde herkes bir tarafta. Misket kedisi kah yatak odasındaki komodinin üstünde kah salondaki yemek masasının üstünde yatıyor. Kara kedi salondaki yemek masasının üstüne 'sonra kaldırırım' diye koyduğum bilgisayar çantasını yatak yaptı, orada balkondan esen rüzgara karşı uzanıyor tüm gün. Köfte Bey ise buzdolabının önünü mesken tuttu. Artık alttan soğuk soğuk hava mı geliyor ne, tüm gün buzdolabının önünde şekilden şekile giriyor. Ben işten eve gelince eğer sıcak beni ezmemişse odaları geziyorum, hepsinde yapacak birşey buluyorum. Sevgilinin yeri belli zaten televizyonun karşısındaki koltuk.

*birşey de yiyemez olduk. Pazara gidiyorum, hep aynı şeyler; fasulye, patlıcan, kabak, barbunya.... Bir yerden sonra hepsi aynı. Zaten insanın birşeyler yapası yok, değişik tarifler denemek zor geliyor, eski tarifler ise karın doyurmuyor. Silkinmek lazım.

*kapıyı bacayı açıyoruz, evin içine türlü toz giriyor. N. hanım da temizliğe gelmeyi bıraktı, temizlik işi de bana kaldı. Yapacak birşey yok, elde kova, bez temizlemeye devam. Ama şu ara ara hatta bu ara sık sık esen rüzgar hakkaten insanın canını sıkıyor. Her yer gıcır gıcır.

*bayılmaya bir süre ara vereceğiz ailecek. Zira önümüzdeki haftadan bayramın sonuna kadar hayat bize güzel, tatildeyiz. Kesin bir süre sonra sıkılırım ben bu tatil modundan; önlem almalı, kitap, dergi, elişi vs. doldurmalı çantaya.

*içim geçmez, bayılmazsam eğer düzenli yazasım var buraya. Ama artık kader kısmet, bakalım tatil ne getirecek.

3 Temmuz 2013 Çarşamba

kaşındım

Ben kaşındım. Facebook'a bıraktığı notu görünce meraklandım; aradım. Sesi yorgun ama keyifliydi. İştahla anlatmaya başladı. Geçen yaz tesadüfen görüp girdiği doktora programında ne kadar başarılı olduğunu, Ege'de bir üniversitede yeni bir bölüm açacak olan hocasının onu bu yeni açılacak yeni bölüme almak istediğini, hem Ege'de yaşayacak olmaktan hem de bir devlet üniversitesinde ilk kurulacak yeni bir bölümün öğretim elemanı olacak olmasının avantajlarından, onu isteyen, ona göz kırpan diğer üniversitelerden, nasıl da hayalini kurduğu şeylerin gerçekleşeceğinden ve daha bir sürü şeyden bahsetti. Bööle anlattıkça coştu. O anlattıkça ben telefonun diğer ucunda çöktüm (zaten bir yandan konuşup bir yandan yer siliyordum dizlerimin üstünde; yere yapıştığımı hissettim). Beklediğim soru geldi sonra: "Sen ne yaptın?", "Hiçbirşey!" dedim. Kendimden bile gizleyemediğim bezginlik ve eziklikle. "Baktım bir sürü yere ama istediğim gibi bir doktora programı yok. Tekrar masterdan başlamayı düşündüm bir bölümde ama özel üniversite olduğu için çok para. Ben senin gibi şanslı değilim galiba." "Hareket edeceksin. Bak ben Eskişehir'e gelmeseydim nerden çıkacaktı bu şans karşıma!" "Ben senin gibi öyle kolayca şehir değiştiremiyorum. Kolay düzen bozup düzen kuramıyorum" dedim. O da bana tekrar yaptıklarını anlattı. Geçen kışın ne kadar ayakta koşturmaca ile geçtiğini vs. vs. anlattı. Sonra kapattık telefonu. Takdir ettim, gıpta ettim tabii. Öyle ya da böyle önünü görüyordu işte. Bir ki seneye kitapta çıkartır bu arkadaşım. Doktora da biter, zaten Ege'de de yaşayacak. Daha ne istesin ki hayatta sağlıktan başka.
Ben de kendime baktım. Görmüyorum ilerisini. Yapmış olmak için bir akademik kariyer vs. de yapmak istemiyorum. Ama yapmam gerekiyor mu onu da bilmiyorum. Tek bildiğim artık yalpalamak istemiyor oluşum ve sadece keyif alacağım birşeyler için vakit, nakit vs. harcamak istiyor oluşum. İyi hoş da bekle bekle nereye kadar?

2 Temmuz 2013 Salı

basit bir hayat

Her sene Eylül'de ya da yazlık kışlık yaparken yaptığım genel temizliği bu aralar yapacağım gibi sanki. Başladım ya temizlemeye orayı burayı artık hızımı alamam. Uzun zamandır kafamda olan şeyleri gerçekleştirmeye çalışıyorum.
Mesela kütüphanedeki kitapların tekrar düzenlenmesi, yeni gelenlere yer açılması yer bulamayanların yeni bir yerlere taşınması gerekiyor. Büfedeki tabak çanaklardan tek tük kalmış olanların ihtiyacı olan birisine verilmesi, duvara resimlerin asılması, uzun zamandır çerçeveletilmeyi bekleyen resimlerin çerçeveletilmesi gerekiyor.
Bütün bunların yanı sıra ruhsal olarak da temizlenmeye gerek var. Artık eskiden yapmış olduğum hataları vs.yi düşünüp kendimi didiklemeye son. Oldu bitti, gereken dersler alındı. Artık "ah! keşke yapmasaydım!" demenin alemi yok. aklımı başıma almalı ve aynı hataları yapmadan yoluma devam etmeliyim.
İkinci bir master, doktora vs. düşüncelerini de rafa kaldırdım. Onları yapsam ne olacak. Yaptık bir master pek birşeye çeviremiyorum. Büyük ihtimale ben de olmayan bir akademik kafa yüzünden bu çeviremem işi. Bu yüzden debelenmeyi, "ne yapsam ne yapsam" diye düşünerek kendimi yemeği, huzursuz etmeği bırakıp daha basit, elindeki ile yetinilen bir hayat sürmek en iyisi. Bilmiyorum yanlış mı düşünüyorum ama bu aralar ruh halim temizlenmek üzerine ayarlı.