31 Ocak 2013 Perşembe

nalçak yeni dönem

Ocak yıldırım hızıyla geçti. 'oooooo bir ay kafadan tatil yapıcaz, bir süre yeni ergen yüzü görmeyeceğiz' diye sevinirken, tatil olmayan tatilimiz çarçabuk geçti, pazartesi yeni dönem başlayacak. (of pof afra tafra...acilen adak adamalı, mum dikmeli, evrene olumlu mesajlar yollamalı, melekleri seferber etmeli; zira ben home office bir iş istiyorum, kendi işimde çalışmak istiyorum, bu kadar öğretmenlik yeter!!!). Parantez içinde bellidir herhalde yeni dönem ile ilgili halet-i ruhiyem. Şöle gönül rahatlığı ile dinlenemeden geçen bir lafta tatil döneminin ardından oldukça yorgun başlayacağım döneme. Hiçbirşey hazır değil dönem için. Hiç istemediğim bir dersi vereceğim, bir şekilde hallederim ondan yana sıkıntım yok ama angaryası, okunacak kağıdı falan çok. Neyse buraya yazmak için aklıma geldikçe afakanlar basıyor. Şu mesleği seçen aklıma hay bin kunduz işesiye diyorum kendi kendime. Aslında şu tatil döneminde yazacak güzel bir Antep gezisi ve annemin ayak meselesi var ama ben değil blog yazmak, kolumu kaldırmak istemiyorum. Vitamin falan mı alsam yoksa anti depresan falan mı alsam da yıldırım gibi geçse şu onaltı haftalık maraton.

16 Ocak 2013 Çarşamba

yasta değilim hastayım

Hastayım hastaaaa!!!! Geçen hafta Hollanda'dan gelen misafirlerimiz yüzünden ayakta bir hafta geçirdik. Yok yemeğe geldiler, yok bizde kaldılar, aman kar yağdı, şuydu buydu derken ben biraz yorgun düştüm galiba ve bu hafta virüsler galip geldi. Bağışıklık düştü. Cumartesi sabahı diz kapaklarımdaki ağrılarla kalktım. Ne zaman diz kapaklarım ağrısa hasta oluyorum ben, öğrendim artık. Kahvaltıdan sonra hemen bir ilaç attım ağzıma, bütün gün çakı gibi dolaştım ama aşkam üşüme nöbeti geldi. Aksi gibi cumartesi akşam gezeceğimiz tuttu. gittiğimiz her yerde insanlar sıcaktan şikayet ederlerken ben içimden, "varsa bana bir soba getirin, rica edeceğim. çok üşüyorum!" diye söylenmekteydim. Sonunda gece eve döndük, ben yorganın altına kendimi attım ve 38 derece ateşle uyudum. Bugüne kadar da salya, sümük, öksürük, ateş sürünüp duruyorum. Ve fakat bilinçli bir çalışan olarak işime zamanında gelip gidiyorum. Sanırım en iyi çalışan Altın Küresi'ni hak ettim (mi acaba?)

13 Ocak 2013 Pazar

kar ertesi

Geçen hafta harala gürele içinde geçti. "Kar yağacaktı, yağıyor, yağdı yağacak, vallahi de billahi de sabaha karşı yağacak, yalanım varsa iki gözüm önüme aksın bugün yarın eli kulağında yağacak!" derken derken yağdırdılar en sonunda karı.
Şöyle bir düşünüyorum da küçükken daha mutluymuşuz yahu. Havada atıştırmaya başlayan kar tanelerini görür, 'tatil yağıyor, tatil yağıyor!' diye sınıftaysak sınıf camlarının, evdeysek ev camlarının önünde zıplardık. Hatırlıyorum kar yağdığında çok mutlu olurdum ben. Her taraf bembeyaz olup, bir nevi masal alemine bürününce ortalık her kötü şeyin yok olduğuna, bir daha can sıkıcı hiçbir şeyin olmayacağına inanırdım. Bir de kar yağınca çöken o derin sessizlik bana çok huzur verirdi. Kar yağınca doğa kısa bir süreliğine tıp oynar. Artık yaşlanınca sadece doğanın o sessizliği içinde yürümek için kar yağsın istiyor insan. Yoksa nerde kar tatili nerde ense yapmak. Geçen hafta pazartesinden başlayan kar geliyor çığırtkanlığı salı günü gerçek olunca,  sabah taksi bulmak için yürürken, yüzüme çarpan kar taneleri hiç de çocukluğumda 'tatil yağıyor!' diye zıplatan kar taneleri gibi değildi. Onlar daha çok 'hay bin kunduz! şimdi kar yağmasının sırası mı! keşke evde olsaydım. Sahi ben niye büyüdüm?!' dedirten kar taneleriydi.
Büyümek böyle nalet bir şey işte. Kar yağarken bile çocukluğun saf günlerindeki gibi o beyazlık sizi mutlu edemiyor çünkü ortalık beyaza bürünürken siz durmayan taksileri durdurmaya, normalde de kötü kullanan şoförlerin daha da kötü kullandığı yollarda dötünüzü kollamaya, kayan yollarda kolunuzu bacağınızı kırmamak için tek kanallı dönemin en büyük kış eğlencesi artistik patinaj buz pateni şampiyonalarından bilinç altınıza yerleşmiş Jayne Torvill hareketlerini sergilemekle ve aynı zamanda karda dondurucu soğukta sokakta kalan kediye köpeğe yem vermekle ya da onların başını sokacağı kartondan evler yapmakla meşgul oluyorsunuz
Büyüdüğümüzde kar yağması demek sizin için hayatın zorlaşması, sizin dışınızda kötü şartlarda yaşayan maddi durumu iyi olmayan, yeterli yakacağı olmayanlar için hayatın daha da zorlaşması ve sizin de onları düşünüp evinizde yarım huzurla oturmak demek. Belki de bütün bu gerçeklikle yüzleşmemek için Peter Pan olmak ve büyümeyi reddetmek en güzeli olurdu.


4 Ocak 2013 Cuma

olur da okursan

Olur da bir gün bu yazıyı okursan bil ki tüm hissettiklerim ihanete dair. Evet bana ihanet ettiğini düşünüyorum. Yeni biriyle çooookkkk yakın arkadaş oldun, beni unuttun, işin özeti bu. İnsan tabii ki yeni insanlarla tanışır, yakın arkadaş olur, bunu kıskanacak kadar çocuk değilim ben. Ama isterdim ki arada bir ara, "hadi gel, bir kahve içelim!" de. Hatırımı sor, neler yaptığımı sor, dert sadece sende mi? belki benim de canım birşeylere sıkılıyor ve içime atmaktan sıkılmış olabilirim. Ama senin umrunda değilim artık. Önceden yapılmış, karar verilmiş planlara son dakka haber verip, birlikte olmak istemediğim kişilerle aynı ortama monte etmeye çalışıyorsun. Ben gelmediğim zaman da, "çağırdığım yerlere gelmeyip, sitem ediyosun sonra da beni üzüyosun!" diyosun. Aklına gelmiyor di mi, senin birlikte dolaştığın kişilerle daha önce bir araya geldiğimde kendimi yama gibi hissetmiş olabileceğim. Nerden gelsin, benim ki de soru işte. Sanırım aslında sorun "çağırdım da gelmedin!" falan değil. Sorun senin benimle bir şekilde artık arkadaş olmak istemeyişin. Benimle hala arkadaş dost olmak istesen, şu anda hayatındaki en önemli meseleyi en son duyan ben olmazdım. Hatta sanırım ben duymayacaktım bile ama görüşelim diye o kadar zorladım ki, mecburen geldin ve anlattın.
Arkadaşlığımız ile ilgili ne zaman ayıldım biliyor musun? Doğum günümde. Aynı yerde çalışmamıza rağmen, bırak ofisime uğramayı telefon bile edip, doğum günümü kutlamadın. Sadece şu meşhur instagramdaki bir resimle kutladın doğum günümü. Hoş o fotoğrafta aslında başkası görsün diye çekilmişmiş meğer. Bırak eskisi gibi yemek yiyelim falan diye plan yapmayı, hediye almayı, aramadın bile. İsterdim ki, bir ara, doğum günümü kutla. Bütün gün hatta akşam da bekledim, ararsın diye. Yok olmadı, iyi arkadaşınla!!!! kahve içmeye gittin. Benim içimde o zaman sana karşı birşeyler koptu gitti. "Demek ki" dedim "bitmiş aramızda o eski dostluk, arkadaşlık!" ama yine de aradım seni, sordum. Dedim ya zorla getirttim seni bana, anlattırdım canını sıkanı. Şimdi düşünüyorum da aslında zorlamamak lazımmış. Ders olsun bana. Hep bebeğin gelişmediğini ve alacaklarını söyledikleri zaman yanımda olan, elimi tutan en iyi dostum olduğunu düşündüm. Hala aramızda o günlerin yakınlığı var sandım ama yanılmışım. Belki de hala öyle hissettiğim için bunları yazıyorum. Evet sen hala benim için o gün yanımda olan, omzunda giden bebeğin ardından ağladığım dostumsun. Belki birgün sen de beni hatırlarsın.

3 Ocak 2013 Perşembe

her güne bir

Her güne bilmem ne türü aktiviteleri seviyorum. Sanırım etrafıma daha farklı bakmama, günümü daha farklı -bence daha farkında yaşamamı sağladıkları- için seviyorum bu aktiviteleri. Bu yüzden instagramda başladığımız her güne bir foto uygulamasına koyduğum resimleri buraya koymaya ve fırsattan istifade her güne bir yazı yazmaya karar verdim. Bakalım ne kadar istikrarlı gidecek bu iş.
Aşağıda ilk üç günün resimleri var. Yazılardan da bu üçüncü yazı olması gerek ama ilk gün rehaveti mazeretimiz dolayısıyla bir gün eksik başlıyoruz olaya.

Birinci gün, akşamdan kalanların resmidir.



















İkinci gün, aslında sayfalarca yazasım var ama hep erteliyorum.



















Üçüncü gün, son finalleri yapıyoruz. Hayatımız sınav.










2 Ocak 2013 Çarşamba

muhasebe

Yeni yılın ilk yazısını yazmak yılın ikinci gününe kısmetmiş. Geçen yılın muhasebesi ve vedası biraz uzun sürünce işler bugüne sarktı. İşte eski yılın muhasebesi:
* 2012 senesini tam anlamıyla ayaklarımın suya erdiği sene olarak hatırlayacağım sanırım. Kendimin, ilişkilerimin kısacası hayatımdaki herşey ile ilgili farkındalığımın arttığı bir yıl oldu. Öğrendiğim en önemli şey ise sabretmek, şükretmek ve beklemek. Herşeyin bir zamanı var ve ne kadar acele edersek edelim zamanı gelmedi mi hiçbirşey olmuyor. Bu yüzden birşey oldu mu artık fevri davranmıyor, sadece bekliyor ve sabrediyorum.
* 2012 temizlik yılı oldu benim için. Kafamdaki bütün büyük meseleleri temizledim. Mesela tezim bitti ki kendisi düşünce ve sıkıntı bakımından beynimin büyük bir yüzdesini kaplamaktaydı. Bitti gitti, kurtuldum. Hoş kalktı da ne oldu, bir doktoraya başlayamadık ya da bölümde bir değişiklik olmadı ama kısmet bazı şeyler. Du bakalım enseyi karartmamak lazım, elbet birşey olur, akan su yolunu bulur.
* 2012'de aileyi genişlettik. Köfte bey, 2012'nin en büyük sürprizi idi. Ailenin eski fertleri ile gittikçe iyiye giden bir ilişkileri var. Şimdilik ne bir hırıltı ne bir homurtu duyuldu. Herkes sınırlarını çizdi, kimse kimseye bulaşmıyor.
* 2012, para meselesinde ciddi anlamda "ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı" öğrenme senesi oldu. Neye ne kadar harcayacağız, neler öncelikli hep hesabını kitabını yaptık. Yeni yılda da "yerli malı ve tutum haftası" misali yaşamaya devam edeceğiz gibi gözüküyor.
Kısacası 2012, öğrenme ve farkındalığımı arttırma yılı oldu. Yeni yılda kendime bol şans, bol mutluluk, bol kahkaha, bol sevgi, bol neşe, bol gerçek arkadaş, bol para, bol seyahat diliyorum ve bu sene uzun zamandır unuttuğum ve yapmadığım bir şeyin - hayal etmenin - bana tekrar geri dönmesini diliyorum.

Herkese mutluluk dolu gıcır bir 365 dilerim.