14 Haziran 2012 Perşembe

pes

Geçen haftadan beri buralarda Afrika sıcakları annemizin gözlerinden yaşlar boşandıracak ( türkçe meali anamızı ağlatıyor) denli bastırmış halde. Sabah serinliği diye birşey kalmamış. Akşam desen sıcak yaz günlerine has ot ve nem karışımı koku ortalığı sarmış halde, dal kıpırdamıyor. Sabahtan öğleden sonra dörde kadar Çemberlitaş hamamını aratmayan bir ofiste oturup, Eylül'de gelecek bebelere yeni materyal hazırlamakla uğraşıyorum. (Şu bilgisayar karşısında oturmak pek bi can sıkıcı.) Amma velakin sıcaktan balığa dönmüş, ağzımızı sürekli açıp kapatırken ben boğazlarımı şişirmeyi başardım. Herhalde çok balık taklidi yapıp ağzımı fazla açıp kapadım. Üç gündür yutkunamıyorum. Yaw şu vücut denen şey ne kadar enteresan, bir yerinde minik bir şey bile olsa, bütün dikkatin orda. Bütün işler aksıyor. Mesela daha önce ne kadar yutkunduğumu farketmemişken, boğazım ağrıyınca, aslında habire yutkunduğumu anladım ya da vücudum bana inat olsun diye habire yutkunmak istedi. Orasını bilmiyorum artık. Ama kendi kendime "pes" dedim valla. Sen onca soğuk kış gününü nezle bile olmadan geçir şu Afrika sıcaklarında soğuk su içmeye en ihtiyaç duyulan günlerde şişir boğazını, yutkunama, su içeme. Gel de deli olma. O soğuk su şişesi sanki vitrindeki tek taş pırlanta gerdanlık. Bööle ağzımın suyu akarak bakıyorum ona. Şişeye bakıp içindeki suyu kana kana içtiğimi hayal ediyorum. Durum öle fena yani.
Neyse "daha fazla böyle şişik boğazla dolaşmayayım da en iyisi doktora gideyim, bunun kendi kendine geçeceği yok!" dedim, okuldaki revire gittim. İçeri girdim bir baktım doktorların kendine hayrı yok. Biri obez diğeri ölmüş ama kendi dahil kimse farkında değil, ceset yani. "Geri döneyim, anne ilaçları, nane limon falan yapayım kendi kendimi iyileştiririm" dedim ama o içimdeki nemrut izin vermedi. Obez olana muayene oldum. Oturdum şikayetlerimi anlattım. Zorla kalktı, o tahta spatulayı aldı, "aaa boğazlarınız çok kötü olmuş!" dedi. "hadi ya" dedim içimden. Aslında "bana yeni birşey söyle doktor hanım, bunu ben de biliyorum. Kaç gün ömrüm kaldı mesela bunu söyle!" diye bağrınmak isterdi aslında bünye ama ağzınızda o tahta spatula varken tek yapabildiğim "aaaağğğğğrrrkkkk" gibi anlamsız sesler çıkarmak oldu. Sonuçta doktor abla dayadı iki kutu antibiyotik ve bir kutu ağrı kesici, yolladı beni ofise. Salak kafam hiç çalışmadı yazdırsaydım ya iki gün kafa izni. Amaaa nerde o kafa ben de. Mazı* kafalı karga işte ne olcek.


*Mazı kafa: Annemin en meşhur kızgınlık ani sözüdür. Kardeşimle ben ne zaman burnumuzun dikine gidip yaramazlık yapsak, onun sözünü dinlemesek bize "Mazı kafalılar" diye bağırır.

Hiç yorum yok: