6 Şubat 2012 Pazartesi

Sivaslı İtalyanlar




Yıllardır dergilerde ya da televizyon ekranlarında manken gibi yakışıklı, elleri (evet özellikle elleri: kadın erkek ben hemen insanların ellerine bakarım) yüzleri hoş, bakımlı, konuşmaları dolu dolu şefler görmeye alıştık. Böyle anşante anşante konuşan, havalı mimikleri, kocaman iyi bir markadan alınmış kol saatleri olan, Türk gastronomi dünyasına yenilikler getirirken sosyal hayatlarını ihmal etmeyen, hiç de fena para kazanmayan, elitist (bu kelime de yeni çıktı, hoşuma gidiyor kullanması, söylemesi de güzel) şefler, bizim gibi yemeğe ve yemek pişirmeye meftunları fena kandırdılar. Staj sonrası okuldan arkadaşlarla yaptığım konuşmalardan öğrendiğim kadarıyla herkes gittiği mutfaklarda bir Mehmet Gürs, bir Arda Türkmen, bir Eyüp Kemal Sevinç vs. bulmayı bekliyormuş. Herkes fena halde hayalkırıklığına uğramış çünkü işin gerçeği mutfaklar koca göbekli, koca koca elli (hiçbirinin eli güzel değil bu arada), diğerleriyle karşılaştırıldığında bakımlı ya da manken diye nitelendirilemeyecek aşçılarla dolu. Benim bu konuda herhangi bir beklentim olmadığından bana koydu mu? Hayır. Benim için önemli olan gittiğim restoranlardaki aşçıların yakışıklılığından öte bana karşı tutumları yani işi öğretmek istemeleri ya da istememeleri veya konularında bilgili olup olmamaları. Gerisi teferruat.
Hayatımın son üç ayında haftanın beş gününü bir İtalyan restoranında İtalyan yemekleri!! pişiren yedi Sivaslı bey ile geçiriyorum. Evet hiçbiri yakışıklı değil, süper fizikleri yok ama hepsinin kocaman kalpleri var. Mutfakta ya da servis esnasında yaptığım acemiliklere "boşver önemli değil, hallederiz, sorun yoook!! Panik yok, yetişir!" diyecek kadar hoşgörülü, "yaw benden bir cacık olmaz galiba!" dediğim zaman, "yahu daha işin başındasın hop demeden nasıl hoplayacaksın ki!" diyecek kadar yüreklendirici, "şimdi abla olmasa ben sağa (sana) diyeceeeemi bilirdim emme sen ablaya dua et!" diyecek kadar saygılı insanlar bizim restoranın aşçıları. Evet ayak altında bir bayanın dolanması zorlarına gidiyor, hem sabırlarını hem de dillerini (aslında inanılmaz küfür edecekler ama tutuyorlar, ağızları ile değil gözleri ile küfür ediyorlar) sınıyorlar ve hemen hepsi bana birşey öğretmeye çalışıyor. Kısacası hoşuma gidiyor onlarla olmak. Ve şaşırarak şunu görüyorum ki bir çoğu şu bizim okumuş etmiş tayfasından daha insan, daha doğal.
Ancaaaak şöle bir durum var. Mutfak içinde konuştukları Sivasça benim Türkçemi bozuyor. Konuşmam gittikçe Sivas aksanı kazanmaya başladı. "gottudum, gettim, misafürun" gibi kelimeleri şimdilik komiklik olsun diye kullanmaya başladım ama sanırım dilime yer edecek. Zira mutfakta -doğal olarak- ağır bir Sivasça durumu söz konusu. "niş uuuu vaaa ı?" demek "enişte unun var mı?" demek. "ılıh goyacaaan suuuu!" demek "suyu ılık koyacaksın!" demek. "sen ver ben goottuuum!", "sen ver ben götürürüm"e denk düşüyor.
Böyle dolu dolu aksanlı Sivasça konuşanların servis saati geldiğinde "Enişte ver bir Hungiri di piano!", "Eveet iki dane gabretti della casa!", "Dayı, salmone sopra spinace con una salsa al limone hazırlasana, tabağı bende!" diye bağırmaları oldukça ilginç oluyor. İtalya'ya gitseler valla başlarını becerirler. Bu mutfakta hayatta kalacaksan birinci kural, Sivasça'yı öğreneceksin, başka yolu yok.

1 yorum:

annemahsustan dedi ki...

hehhe ben pek bı begendım yazınızı: )

Zaten hep reklamlarda-filmlerde olur, şöyle yakışıklı adeleli erkekler, süper gözel bakımlı hatunlar: )