29 Aralık 2011 Perşembe

sonunda hazırız

Ve sonunda her sene olduğu gibi "bir seneni sonuna daha geldik!!" geyiğinin sonuna geliyoruz yavaş yavaş. Bugün Kadıköy'de millet son hazırlıklarını yapıyordu. Nezih kırtasiye çoktan yılbaşı kartlarını bitirmiş, şimdiden sevgililer günü hazırlıklarına başlamış, kart standını sevgililer günü kartları ile doldurmuş bile. Her yer inanılmaz kalabalıktı bugün. Dükkanlar talan ediliyordu. Eh bu son günlerin hazırlıklarının ben de son bir derlemesini yapayım dedim. İşte İzzet no:8'de yılbaşı hazırlıkları.... 


Yılbaşı ışıklarımızı yaktık. Misket bey son kontrolleri yaptı. Bir yamuk yok, her şey kontrol altında. 


Yılbaşı ağacı süslendi...


Yeni yıl kartlarım geldi.....


Her yaş günümde ve yeni yılda yaptığım gibi kendi kendime hediye aldım. (Bu senenin hediyesi Garfield'lı sweatshirt) 
 Ajandamı takvimimi (Takvim komşum ekmekçikız'ın hediyesi. Buradan kendisine tekrar teşekkürler.) aldım.
Eh artık yeni yılı karşılamaya hazırım. Bu sene klasik yılbaşı ptt modunu annemde gerçekleştireceğim. Minik valiz hazır. Kediler iki günlüğüne emin ellere teslim edildi. Birazdan çantamı kapıp, Balıkesir'e doğru yollanacağım.
Şimdiden herkese nar gibi bereketli, kahkahaların evlerden eksik olmadığı sağlıklı bir yıl diliyorum.

bir teşekkür daha

Öncelikle geçen sene bu kart etkinliğini başlatıp sanal dünyanın sevimsiz ve soğuk tebrikleşmeleri yerine eskisi gibi postacı yolu gözlememizi sağladığı için Leylak Dalı'na, daha sonra da beni buradan takip eden etmeyen ama bundan sonra takip edecekleri muhtemel kart gönderen herkese sonsuz sevgiler ve teşekkürler. Hepinizin kartları harika!!
İşte teşekkür listesi:

-ekmekçikız

-lale'nin bahçesi

-defter

-ece's sun

-noni

-kunegond

-düşlerin rengi

-nazpek

-macera kitabım

-incecikten

-kara kitap

-annemahsustan

Listenin dışında postacının sansürüne takılmış olan ve henüz elime ulaşamammış kartların göndericilerine de teşekkürler.

27 Aralık 2011 Salı

otobüs, minibüs, traleybüs, cip, biibiiiiip.....

İstanbul'da yaşıyor olmanın altın kurallarından biri de toplu taşıma araçları kullanımına aşina olmak. Öyle her yere taksi ile gitmek eğer boynunuzda para dolu bir çuval asılı değilse pek mümkün değil. Mazallah cebinizdeki bütün parayı iki adımlık yol için bindiğiniz taksicinin eline sayabilirsiniz. Bunun yerine doldurursunuz İstanbul kartı, sonra bütün otobüs, tramvay artık Allah ne verdiyse sizin. Binin birine gidin istediğiniz yere.
Normalde ev, servis (arada araba), iş, servis (arada araba), ev çokgeninde kurduğum yaşam alanım birkaç aydır Moda'da derse gittiğim velet yüzünden Kadıköy-Moda bağlantılı oldu. Önceleri kolay giderim diye araba ile bu güzergahta giderken, Kadıköy'de arabayı güvenli bir otoparka bırakmak için haftada 7 liradan üç gün ayda bilmem ne kaç lirayı otoparkçılara bayılınca (o kadar para bayılmışım ki daha arabanın sol tamponunu gördüklerinde ellerini ovuşturmaya başlıyorlardı) okul servisi ile Kadıköy'e gidip eve de otobüs ile dönmeye başladım. Bir süre otobüs kullanınca, insanın kendi kendine bulduğu otobüste hayatta kalma kanunları da oluyor haliyle çünkü otobüste bir nevi hayatta kalma mücedelesi veriyor insan. Şimdi bu kurallar çerçevesinde bilinmesi gereken en önemli kural her otobüs şoförünün bir olmadığı. Gerçekten hiçbiri birbirini tutmuyor. Biri boğanın kafasında kapıyı açıp önüne geleni otobüse tıkıştırırken bir diğeri boğanın poposunu geçse bile kapıyı açmayıp, bir sürü insanın tekerleklerin altında kalma pahasına salkım saçak birbirlerini ittire ittire otobüsün peşi sıra koşmalarından büyük bir zevk almakta. Bu tip şoförlerin dizik aynasından insanların koşmasını seyredip çok eğlendiklerini düşünüyorum çünkü gerçekten koşanlar pek bir komik görünüyor. Top gibi teyzeler bir yandan başörtülerini çekiştirirken bir yandan da yuvarlana yuvarlana otobüsün yanında koşup aynı zamanda önlerine geleni ittirerek otobüse yetişmeye çalışıyorlar.
Diyelim otobüse bindiğiniz, tebrikler ilk aşamayı geçtiniz Hugo'lar. Ama asıl yaşam savaşı bundan sonra otobüsün içinde. Eğer şansınız varsa ve oturacak bir yer bulduysanız ne ala. Ama oturacak yer yok ve ayakta kaldıysanız ve de otobüs pek kalabalık değil ise size tavsiyem ortadaki boş alanda ayakta durmanız. Benim gibi orta kapının karşısındaki boş alanda sol ya da sağ karın boşluğunuzu kenardaki demirlere dayayayıp daha sonraki duraklardan binebilecek yolcularla kalabalıklaşacak olan otobüste kendinizi güvene alabilirsiniz. Kendinizi o bölgeye sıkıştırdıysanız ister yolda arabası ile gidenleri izleyin isterseniz otobüsteki diğer yolcuları izleyin. Zaten ayakta olduğunuz için yer vermediğiniz yaşlı yolcuların kötücül bakışları ile karşılaşmak gibi bir durumunuzda olmaz.(Yaşlılara yer verme işi de beni çok geriyor otobüs yolculuklarında. Şimdi yer verme yaşı kaçla kaç arasındadır. Yani 50-85 mi bu yaş arası yoksa benim on yaş büyüğüme de mi yer vericem? Böyle ikilemde kalmamak için genelde ayakta gidiyorum zaten.) Diyelim orta boşluk dolu. O zaman orta kapının karşısındaki direğe tutunun. Hem otobüs şoförünün anlamsız frenleri ile oradan oraya savrulmaz hem de ineceğiniz durağa gelince hop diye inersiniz. Kişisel fikrim yukardan sarkan tutamakları tutmamanız çünkü hem insanı sağlam tutmuyorlar hem de ani frende otobüsün ortasında maymun gibi sallanıyor insan.
Ortadaki direk de olmadı kenarda olmadı kaldınız (mecburen) sarkan tutamaklara. O zaman bacak kaslarınızı bir sörfçü gibi kullanmalı ani frenlerde savrulmamak için kendinizi bacak kaslarınızı sıkarak güvene almalısınız. Olur da bir anlığına elinizi bırakıp bu havalar yüzünden akan burnunuzu silmek istediniz eğer bacak kaslarınzı iyi kullanmazsanız kendinizi yanınızda duran teyzenin göğüslerine yaslanmış ya da sanki oturduğu koltuk pek önemli bir makam koltuğuymuşcasına kasılarak oturan kıllı amcanın kucağında bulursunuz. Böyle otobüsün ortalarında olmak en çok otobüs çok kalabalıklaşırsa sakıncalı oluyor. Yıllar önce bir arkadaşım böyle kalabalık bir otobüse bindiğinde hemen arkasında duran amcanın şemsiyesinin habire onu dürtüp durmasından rahatsız olmuş ve arada ters ters dönüp adama bakmaktaymış. Ancak gerçek amca otobüsten inip elinde şemsiye olmadığında anlaşılmış. Ne zaman otobüse binsem aklıma hep bu hikaye gelir ve kalabalıkta arkayı sağlama almaya çalışırım. Bir de otobüs çok kalabalıksa insan herkesten işkilleniyor. Geçen mecburen kalabalık bir otobüse bindim. Gidiyoruz böyle sakin sakin. Sonra durağın birinde iki tane Libyalı bindi (Yaşlı amcalardan biri Kaddafi geyiği yaptı onlarla da oradan biliyorum libyalı olduklarını). Aksanlı aksanlı Arapça konuşuyorlar, bir de bağıra bağıra telefonla konuşuyorlar. "Ya sabır!!!"derken birden aklıma "ya bunlar canlı bombaysa" fikri geldi. "Ya biraz sonra bombayı patlatırlarsa, kurtulma şansım da yok. Ama belki bu kadar kalabalıkda diğerleri bana yastık grevi görür"diye kurdum da kurdum. Hayır insem ya otobüsten, inat ettim, inmiyorum da. Kendi kendime canlı bomba olup olmadıklarını kontrol ediyorum. Nasıl panik oldum, dua ediyorum. "İnşallah değillerdir, inşallah patlatmazlar kendilerini, vazgeçerler" falan diyorum. Neyse sonunda benim durağa geldik de kurtuldum.
Yaaa işte böyle İstanbul'da otobüs, minibüs, cip farketmiyor. Hepsinde bir hayatta kalma mücadelesi veriyor insan. Minibüste hayatta kalma yazısı azzzz sonra.

20 Aralık 2011 Salı

bu da benim yeni yıl yazım

Bizim katta okuldaki kedi köpek işleri ile ilgilenirken tanıdığım bir Türk Dili ve Edebiyatı öğretim görevlisi yaşını başını almış ama ruhu genç bir hanım var: M. hanım. Reiki, astral yolculuk vs. gibi mistik konularla ilgili kendisi. Ben önce onun gümüş takılarına tav oldum. Böyle koridorda falan karşılaştığımızda gümüş takılarını keserdim. "Şu bileğindeki bileziklerde pek güzelmiş, ben de benimkileri taksam" falan diye düşünürdüm. Sonra köpekleri beslerken gide gele "Gününüz güzel olsunlarla" başladı bizim muhabbet. Geçen sabah koridorda karşılaştık yine. Havadan sudan konuşurken, olay astrolojiye, 2012'nin neler getireceğine, astrologlara, onlara yaptığımız ziyaretlere ordan da hangi astrologun daha iyi olduğuna geldi konu. Kendimizi kaptırmış konuşurken M.hanım oda arkadaşının benim diyen astrologtan daha iyi astroloji haritası baktığını ağzından kaçırınca ben hop atladım."Benim haritama da bakar mı?". O da yaptığı hatayı farketti ama geri dönemedi, "bir sorayım falan" diye mır mır kır kır etti. Neyse sonunda oda arkadaşı P. hanım kabul etti, benim astroloji haritamı çıkardı.
Haritama göre ana burcum terazi, yükselenim oğlak, ay burcum (bu da önemliymiş, ama önemi neymiş diye sormayın aklımda tutamadım) ise balık. Bu demektir ki benim şaftım kaymış. Hepsi ayrı bir grupta. Biri hava biri toprak biri su. Böyle ara ara bunların etkisine giriyormuşum, arada sapıtmam falan bir gruptan çıkıp diğerinin etkisine girmemmiş(demek manik depresif değil, burçlarda grup kayması yaşıyormuşum, eh buna da şükür!!). Sonra böyle herşeyi deli gibi bir anda yapıp bitirmek istemem, her yere acele acele gitmek istemem, sürekli koşturup durmam ve bundan da delice bir zevk almam hep gezegenlerin benim doğum anımda yapmış oldukları açılarla ilgiliymiş. Daha bir sürü (şimdi Allah için) güzel şey söyledi, sıkça "hadi ya!!" dedim ve evet o garip gurup işaretlerle dolu haritaya bakıp, kattaki tuvalette görmesinin dışında benimle ilgili en ufak bir bilgisi olmayan insan beni olduğu gibi tarif etti. Ağzım açık kaldı. Bunun üzerine ben de hevesle o ölümcül soruyu sordum: "çocuğum olacak mı?". Böyle bir büyücü edasıyla haritama yine o garip işaretlere başını eğip, "kesin birşey söyleyemem. Senin o evin zayıf." dedi ve bende film koptu. Ondan sonra söylediklerinin hiçbirini duymadım, böyle uzaklardan bir uğultular geldi ama hiçbirini ayırd edemedim. "Nasıl yani? Hiç mi çocuğum olamayacak?" diye sorunca. "Senin haritanda çocuk ile ilgili evde ikizler var. Bu çocuk açısından pek bolluk gösteren bir işaret değildir. Belki çocuğu olan biri ile birlikte olur ve ona annelik yaparsın. Sana bu konu ile ilgili kesin birşey diyemiyorum malesef" dedi. Bütün konuşmayı benim hiçbir zaman yapmadığım ve asıl öğrenmem gereken şeyi öğütleyip bitirdi. "Sabretmelisin!" dedi. "Sen bunu asla yapmıyorsun. Sabretmeli, içine dönmeli ve içinde asla dinlemediğin o en derindeki sesi dinlemelisin. Bunun içinde yoga yapmalı, meditasyonla uğraşmalısın" (Evet tam benlik şeyler. Yoga ve meditasyon!!!! Ben bunları yapamam ki, beni gülme tutuyor bunları yaparken!!).
Çıktım P.hanımın odasından. Düşünmemeye çalıştım söylediklerini. Ta ki ertesi gün şöyle güzel bir cumartesi sabahında kendime hazırladığım mükellef kahvaltı masasında, eğlence olsun serviste giderken rahat okuyayım diye başladığım PUCCA'nın kitabını okurken, birden bire kitaba damlayan iri gözyaşlarının nedeninin aslında Pucca'nın yazdığı bir cümlenin değil de P. hanımın çocuk meselesi ile ilgili söyledikleri olduğunu anlayana kadar. Beynimin bir yeri sürekli bunu düşünüyormuş demek. Aslında öyle çok çocuk delisi olmamama, yolda milletin bebesine abuk subuk sevgi gösterisi yapıp, hiç tanımadığı çocukları gidip mıncıran, sarılıp duran hatunlarla aramda açık ara fark olmasına rağmen fena halde çocuk istiyorum. Hani deseler bilmem kaç liraya çocuk veriyoruz gidip kredi çekip alacağım bir çocuk o derece. Doğrusu bu değil biliyorum ama kendime hakim olamıyorum. O kahvaltı masasında kitabın üstüne düşen gözyaşlarının bıraktığı ıslaklığa bakarken ben doğarken o açıları yapan gezegenlere de astroloji haritama da bildiğim bilmediğim bütün küfürleri savurdum beni böyle arıza yarattıkları için. O derece nefret ettim kendimden.
Sonra biraz sakinleşince yine aynı şeyi yaptığımın farkına vardım. Sabretmediğimin suyun yolunu bulacağını unuttuğumun farkına vardım. "Dur yahu" dedim. "Vardır her işte bir hayır. Ne zaman birşeyi tuttursan o işte illa bir yamukluk oldu bilmiyor musun" dedim. "Tutturma, bırak akışına, sakin ol" diye diye rahatlattım kendimi .Gerçi bir kırksekiz saat aldı bu sakinleşme olayı ama olsun.
Bu benim yeni yıl yazım. Yeni yılda kendime sağlıktan başka sabretmeyi ve herşeyi akışına bırakmayı becerebilme yetisi diliyorum. Bir de ne olursa olsun yine ayakta kalabileceğimi bildiğimi unutmamak. Tek dileğim bu.

P.S: Bildiğiniz iyi bir yoga okulu var mı?

15 Aralık 2011 Perşembe

denize doğru

Bugünkü haleti ruhiyemi en iyi Bülent Ortaçgil anlatıyor. Bir yelkenlim olsa atlayıp denize doğru giderdim. Giderdim ta ki geri dönmek isteyinceye kadar. Belki hiç geri dönmek istemezdim. O kadar gitmek istiyorum ki ağlamak istiyorum.

Denize Dogru by Bülent Ortaçgil on Grooveshark

14 Aralık 2011 Çarşamba

evdeki hesap yine çarşıya uymadı

2011 yılında yaptığınız en iyi şey ne deseler hemen aşçılık kursunu bitirmiş olmak ve kenarından köşesinden bu dünyaya adım atmak derim. Zaten uzun zamandır kendim için yapmış olduğum  en büyük ve en iyi şey bu iş. Umarım 2012'de bu alanda daha çok şey yapabilirim. Neyse lafı uzatmayayım. Aybaşından beri Cadde'de bilinen bir İtalyan lokantasında çalışıyorum. İşe başladığımdan beri öğrendiğim en önemli şey her mutfağın ayrı bir havası olduğu. Yazın staj yaptığım mutfak ne kadar stresli ve gerginse (bu stresli ve gergin ortama rağmen hayatımdaki en güzel yazdı, bunu tek geçerim), bu mutfak bir o kadar rahat ve sakin. Zaman zaman gerginlikler olmuyor mu oluyor elbet; kan, ter, gözyaşı, stres, yanık, kesik mutfağın olmazsa olmazlarından. Burada günler rahat ve eğlenceli geçerken arada başka alternatifleri de değerlendirmeden edemiyorum. Huyum kurusun illa herşeye burnumu sokup, her denize taş atıcam, belki oltaya birşey takılır hesabı.
Neyse cumartesi yine böyle bir fırsat peşine taaaa Eminönü'ne Nuruosmaniye'ye gittim. Bana randevu veren kişiyle görüşmek için koca Cağaloğlu yokuşunu tık nefes olana kadar tırmandım. Eminönü iyi hoş da ne zaman gitsem beni tedirgin eden bir yer, niye bilmiyorum. Oradakiler bana hep tekinsiz geliyor. Şimdi insan ayrımı yapmak istemem ama oraya ne zaman gitsem kendimi bir sürü azılı katilin peşindeki bir casus gibi hissediyorum. Gizli bir görevim varmış ve benim düşman topraklarında bu gizli görevi başarıyla yerine getirmem gerekiyormuş ve bu yüzden de çok dikkatli, tetikte olmalıymışım gibi hissediyorum. İşte bu ruh haliyle gizli görevimi halletmek için vurdum kendimi yokuşlardan yukarı kan ter içinde oflaya puflaya vardım Nuruosmaniyeye. Sordum birkaç haydut kılıklı adama falanca yer nerde diye, tarif ettiler. Vaaay dedim, şimdi buralarda tek başımayım, biri kesse kim bulacak beni. Kaybolacağım, yok olacağım, hadi ben yok oldum anneme de iş çıkacak, Cumartesi Annesi olacak. Te Allaam. Kızım Karga bitir işini gücünü hallet görevini dön kendi topraklarına hemen dedim, daha da hızlı topukladım. Sonunda buldum aradığım yeri. Amaaaan bir anşante (high society, elit, seçkin) yer ki dedim yaw boşver girme. Ama yok o içimdeki meraklı turşucu bastırdı "gir!gir!" diye, girdim. Kapıda böyle kulaklıklı adam, elleri listeli güzel kızlar, genç ve yakışıklı bir çocuk. Belli karşılamacılar özenle seçilmiş, koymuşlar başvuranları bunlarda geçmişler karşılarına "hmm bunun tipi iyi, bunda ışık var!" diyerek seçmişler teşrifatçıları. Kapıdan giriyorsun ama sanırsın Channel'e falan giriyosun o derece abartılı hareketler. Neyse onlara da merhabayı çektim. Ama öyle yukarıya çıkmak kolay değil. Hödö hödö yürüyüp asansöre ulaşamıyorsun. Kapıdaki görevli sana "Burada ne arıyosun kardeşimin?" nazik, anşante versiyonunu soruyor. Dudaklarını büzdüre büzdüre "Hoşgeldiniz efendim, size nasıl yardımcı olabiliriz? Hmm falanca bey mi? Randevunuz var mı acaba? hmmm demek öyle. Bilmem ne bey size asansöre kadar eşlik etsin?" diyor daha ben yok mok demeye kalmadan "Bilmem ne bey, hanfendiye asansöre kadar eşlik eder misiniz?" diye bağırıyor. Eşlik etmek de şu; ben giriş kapısının ordan asansöre kadar yürüyorum bilmem ne beyde yarı yolda benimle buluşuyor, iki saniyede asansörün oradayız. Bir resmiyet bir resmiyet. Dedim yaptık işi, ne bu yaw. Daha girişte içime fenalık geldi. Neyse çıktım yukarı. Şak asansör bir açıldı, restoranın içindeyim ben. Çıktım dışarı bakınıyorum salak salak. Orada da eli listeli düzgün tipler var, biri beni gördü hemen yanıma geldi, "Buyrun falan filan nasıl yardımcı olalım?" derdimi anlattım, kız kırıldı buruldu dedi ki "Aaaa falanca bey şimdi bir seminere gitti. siz bir buçuk saat sonra gelin." "Neööö! (aynen bu ses çıktı benden, o kadar anşante bir yerdeyim nasıl konuşuyorum yaw! Rezil!!) bir buçuk saat mi?" Çaresiz, çıktım onca badireyle girdiğim kapıdan. Hemen yakındaki bir kafeye oturdum. Açtım kitabımı geçirdim birbuçuk saati öyle böyle. Sonra yine aynı eziyetlerle girdim o kapıdan çıktım yukarı, bu sefer falanca beyin semineri bitmiş, yemek veriyormuş, birazdan gelecekmiş, şöyle buyurmaz mıymışım. Buyurdum. Bekle bekle bekle!!!!Yok falanca bey gelmiyor. Dedim yerim ben böyle işi. Beni karşılayan kıza kaş göz yaptım, ben gidiyorum dedim. O sırada falanca bey de geldi, ama yine bir başka seminere gitmesi gerekiyormuş. Elimi sıktı, sonra konuşuruz dedi. Ha dedim içimden oldu, teeee nerelerden geldim, bütün günüm  piç oldu, sonra konuşalım. Oldu canım!!! İyi dedim ben cvmi vereyim birşey olursa beni ararsınız. Yine bindim asansöre ama o kadar sinirliyim ki ağlayacağım. Çıktım dışarı, kurtuldum o anşante gerginliğinden. Sevmiyorum öyle kasıntı yerleri, herkes bir öhöm öhöm havalarda, kasım kasım kasılıyor. İçte olmayınca anşantelik işte böyle sıkıntıdan kaskatı kesiliyosun. Bari dedim teee buralara kadar gelmişken bir de Nimet ablaya uğrayayım. Belki sıkı para çıkar ve buraya geliş amacım bu bileti ve parayı almak içindir. Verdim yine kendime gazı gittim Nimet ablaya. Amaaaannnn bir kalabalık ki sanırsın bedava veriyor Nimet abla biletleri. Girdim ortadaki sıralardan bir yerden,başladım beklemeye. Bir süre sonra o kadar sıkıştı ki kuyruk "Allah"dedim "bu işin sonunda ben kesin bekar anne olucam. O kadar dip dibeyim at hırsızı gibi adamlarla. Hayır tamam olayım anne de etrafım Biscolata erkekleriyle çevrili değil. Kulağından kıl çıkan mı, saçını abuk subuk tepelere kaldırmış olan mı, tırnakları kirli olan mı, dişleri sarı sarı olan mı dersin nerde olmadık Biscolata erkeklerinin şimşek çarpmışları var o kuyruktaydı. Sonunda sağ salim çıktım o kuyruktan. Aldım biletleri. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Falanca beyle sadece el sıkıştım ama kimbilir belki şans güvercini omzuma konmuştur bu vesileyle.

13 Aralık 2011 Salı

rüya tabiri

Rüya görmeyi çok severim. Herhalde gördüğüm en fiyakalı rüyaların bir macera filmini aratmayacak kadar heyecanlı ve atraksiyonlu geçmesi yüzündendir bu sevgi kimbilir. Rüya görmenin en eğlenceli tarafı da hiç olmadık insalarla bir araya gelebilme ve onlarla birşeyler yaşayabilme durumu. Mesela gördüğüm rüyaların birinde ortaokuldaki arkadaşlarımla birlikteydik. Hiçbirimiz büyümemişiz, çoluk çocuğa karışmamışız ve pikniğe gitmek için biraraya gelmişiz. Ancak pikniğe gittiğimiz yerde başımıza türlü türlü işler gelmiş, Indiana Jones filmlerini aratmayacak şeyler yaşamışız. İşte böyle enteresan şeyleri görebiliyor insan. Bilinçaltı oldukça girift ve oyuncaklı bir yer. Ne kadar sıkıntı, üzüntü, keyif, takıntı vs. varsa halının altına süpürür gibi bilinçaltına süpürüyoruz. Orda kalsın kimseler görmesin, bilmesin, sadece bize ait olsun diye gizliyoruz en mahrem duygularımızı. Ama bir yerde bir şekilde belki rüyalarla bu halının altına iteklediklerimiz çıkıveriyor istemsizce.
Bana bu postu yazdıransa dün akşam gördüğüm ve sabah sabah hatırladıkça beni güldüren Yekta Kopan'lı rüyam. Rüyamda çok romantik bir yerde birisiyle birlikteyim. Önce o kişinin yüzünü göremiyorum, tek bildiğim çok hoş ve romantik bir yerde olduğum. İşin ilginci yerle ilgili bir detayda yok, mekanı görmüyorum ama sadece ortam romantik bunu biliyorum. Nasıl şeyse bu, hissediyorum işte. Neyse sonra birlikte olduğum o kişinin yüzü belirginleşiyor. Aaaa bir bakıyorum o kişi Yekta Kopan. Böyle birbirimize sarılmışız. Tam adamcağız bana romantik birşeyler söyleyecek (bunu da hissediyorum), ben konuşmaya başlıyorum. Şöyle hoş birşeyler söylemem gerek di mi? Yok, tek söylediğim şu:" Yekta, ntvmsnbc'nin sitesindeki 'Çalışma Odam' çok güzel olmuş. Çok beğendim." Tabii doğal olarak rüya burada kesiliyor. Uyanıyorum. Yani bu kadar hoş bir ortamı olmadık bir lafla kesebilme becerisi göstermeme bilinçaltım bile isyan etmiş olmalı ki rüyanın devamı gelmedi.
Şimdi oturmuş bir yandan bu postu yazarken bir yandan da düşünüyorum acaba bilinçaltıma Yekta Kopan'la ilgili ne atmış olabilirim?

9 Aralık 2011 Cuma

dalgaya geldim

Bir gün önce yazdığım posta gelen yorumlardan anlıyorum ki birileri bizimle fazlasıyla kafa bulunur. Bozuk Türkçeli biri -hadi adını da yazalım ama belki bu da yalan dolandır -Birkay Koray- bazı blog yazarlarına bana gelen benzer mesajı göndermekteymiş. Valla fena dalgaya geldim. Kendi sitesini pazarlamak için ilginç bir aslında yaptığı. Neyse şimdilik bu kadarıyla atlattık diyelim. Beni uyarıcı yorumlar için teşekkürler. Sanal dünya iyi hoş da oldukça tehlikeli.
Bu işin bence en komik tarafı, bu beyin / bayanın gönderdiği blog yazarına burcunu sorması. Bir mailde koç burcuyken benimkinde terazi olduğunu söylemiş. İyi de niye bu burç takıntısı?

8 Aralık 2011 Perşembe

teşekkür

Merhaba!


Guzel blogunuz crowsday.blogspot.com icin tesekkur ediyorum.


Çok güzel blogunuz için teşekkür ederim. Birinci post "mezuuun olduuummm!!!" okudum ve bundan sonra memnuniyetle bir saat boyunce blogdaydım:) Her şeyi çok enteresan ve kolay yazılmıştır. En beğendiğim post"acil satılık bir çift kanat".


Jooble şirketinde çalışıyorum, dünyanın dört bir tarafından iş ilanlarına dair teklifleri toplıyoruz. İşim sitemizin bağlantıların eklemesi için blogcuları ikna etmektir. İşimi çok seviyorum çünkü bizde dost ekip ve iyi yönetmenlik var, maalesef, bağlantımızın eklemesi için blogcuları nasıl ikna edebilmek hiç bir fikrim yoktur, bunu yapmazsam işten çıkarılacağımdan korkuyorum:( Şu anda çeşitli bloglara mektuplar yollamasına rağmen bir saat boyunce blogunuzu okudum. Gerçekten, "Turkey" "jooble-tr.com" için bağlantının uygun olacağını emin değilim, ama linkimizi blogunuza ekleyebilirseniz ben size borçluyum!!! Ciddiyetle belirtmeli ki sitemiz çok güzel ve insanların iş bulmalarına yardım eder. İyi çalışmalar dilerim! İyi blogunuz için çok sağ olun. Yeni yazılarınızı sabırsızlıkla bekliyorum!!!!


P.S. Sen "Terazi burcu" burcundan mısın? Ben de "Terazi burcu" burcundanım :)


Dün öğlen mailimde bu yazıyı buldum. Valla ne yalan söyleyeyim, bütün öğleden sonrayı keyiften joker gibi geçirdim. Ama bu yazıyı yazan bay / bayan (kusura bakmayın adınız biraz unısex) benimle dalga mı geçiyor diye de düşünmeden edemedim.

Yukardaki mail vesilesiyle benim yazılarımı okuyup beğenen başta siz olmak üzere herkese teşekkür edeyim istedim. Benim manik depresif hallerimi sabırla okuduğunuz ve ara ara yorumladığınız için gerçekten sizi seviyorum. Yukarıdaki yazıyı okuyup siz de tanıdıklarınıza bu şirketin linkini gönderirseniz belki bir işe yarar.

Herkese güzel bir gün olması dileğiyle.....

*** Bu arada evet terazi burcuyum, yükselenim de oğlak.

7 Aralık 2011 Çarşamba

mezuuun olduuummm!!!

Bazen bazı şeyleri yapamadığıma fena yanıyorum. Mesela araba kullanırken makas atamıyorum, ikiden fazla yabancı dil konuşamıyorum, şarkı söyleyemiyorum, basket oynayamıyorum, beyin ameliyatı yapamıyorum, balerinler gibi havada dönüp parmak uçlarımda duramıyorum, ters takla atamıyorum (eskiden atardım ama o zaman dokuz yaşındaydım), bacaklarımı 180 derece açamıyorum. Hepsi bir şekilde bana lazım oluyor ama yapamıyorum işte. Neyse böyle idare edicez artık ama şu anda parande atabilmeyi çok ama çok isterdim çünkü aşçılık kursunun her iki sınavından da geçmişim. Benden mutlusu yok!!! Bitirdim yaw!! Kendimi Rus boksörden önce dayak yiyip sonra da onu son anda benzeten Rocky gibi hissediyorum. O kadar stres, haftasonu millet evinde, sokakta eşi ya da sevgilisiyle fink atarken mutfakta geçirilen saatler, bir saatte üç yemek çıkarma heyecanı, proje stresi, mide yanması, kafada tilkilerin kuyruklarını birleştirmeye çalışmaca kısacası o kadar kan, ter, gözyaşı....İçimde bir Rocky var fonda "Eye of the Tiger" çalarken "Adriaannnn!!!" diye bağırmak ve sevinçten parande atmak isteyen!!!!
Aferim bana be blog!! Bugün için çikolata renkli şarkıcımız söylesin:
Eye Of The Tiger by The Beat Street Band on Grooveshark

6 Aralık 2011 Salı

acil satılık bir çift kanat

Son birkaç aydır haftanın üç günü Kadıköy'e inmek zorunda olduğumdan haftaiçi ve haftasonu trafiği gibi kavramlar hayatıma girdi. Normalde yaşam üçgenim evim, işim ve çevre sokaklarda bulunan esnaftan oluşmaktaydı ve çok zorunda kalmadıkça halkın -ay pardon!- trafiğin içine karışmaktan çekinirdim çünkü araba kullanmayı çoook sevmeme rağmen bu İstanbul trafiğinde her an içimdeki canavar ortaya çıkıp bir kıyım gerçekleştirebilir.
Özellikle haftasonları inanılmaz hale gelen bu trafiğin kasten böyle kilit hale getirildiğini düşünüyorum çünkü normalde yaya olarak dolaşan bir tomar mal (annem bu lafı kullanmama çok kızıyor ama mutfaktan kaptım ve çok hoşuma gidiyor. Sürekli mal mal mal mal diyesim var) haftasonları; "Yaw yapacak daha iyi birşey yok gidip trafiği karıştıralım" diye arabalarına atlayıp yaya olarak yaptıkları mallıklarını bu sefer arabaları ile yapıyorlar. Arabalarının içinde böööle sağa sola anlamsızca bakıp, hiçbir işaret vermeden zart diye sağa dönüp sonra aniden, tam sağa dönecekken karar değiştirip sola dönüverince, onların arkasındaki biz faniler direksiyon başında ne yapacağımızı bilemiyoruz. Onların yanında yöresinden kaçmaya çalışırken trafiği toptan kitleyiveriyoruz. Zaten tüm yaz boyunca köprü yolunda mutfağa gidip gelirken ve son zamanların Kadıköy ziyaretleri ile iyice artan trafik gözlemlerim bana şunu gösterdi ki İstanbul trafiğinde araba kullanmak Grand Theft Auto'nun (erkeklerin pek bayıldığı bir bilgisayar oyunu. Arabayı çalıyorsun ve polise yakalanmamaya çalışırken deli gibi araba kullanıyorsun.)gerçek versiyonunda rol almak gibi. Sağdan soldan gelen malları savuşturup, bulduğun boş alanlara son hızla girmen, sürekli boş alan kollaman ve kontrollü bir şekilde arabaları sağlaman ve sollaman lazım. Neyse kısacası İstanbul trafiğinde eğer araba kullanacaksanız çelik gibi sinirleriniz veya peygamber sabrınız olmalı.
Baktım ben de bu iki unsur (çelik gibi sinir ve peygamber sabrı) yok, ben de Kadıköy ziyaretlerimi zararsız ve cesetsiz atlatmak için çareyi okulun servislerini ve toplu taşıma araçlarını kullanmakta buldum ki onlarda ayrı bir yazı konusu. Toplu taşıma araçlarının yanı sıra bir de bolca yürümeye başladım. Bildiğin Forrest Gump'ın yürüyen versiyonu oldum. Doktorun dizim için fazla yürüme demesine inat habire yol yürüyorum. Bu salak trafiğe kalmayayım da varsın bol bol yürüyeyim. Hem selülitlere de yarar belki. Ama yine de varsa bildiğiniz satılık bir çift kanat onları da satın alabilirim. Belki gidişte değil de akşam dönerken eve daha hızlı gider yeni başladığım örgümün başına daha çabuk oturabilirim.

4 Aralık 2011 Pazar

bir üç derken yine onikiyi gördük

Yıl başında tarih atarken habire yazıp durduğumuz 01, 03, 04 gibi ay numaralarının bu sene on ikincisini de görmüş olduk. Hayırlı uğurlu olsun!!! Ancak senenin en sevmediğim ayıdır da kendisi çünkii dergisinden televizyon kanalına sosyal medyasından asosyal medyasına kısacası hemen her yerde "yılbaşı gecesi" planı programı ile ilgili haberlerin ve bu konu ile ilgili bütün geyiklerin -doğal olarak- en yoğun olduğu aydır.
Bugün de karportayı düzelttirmek için gittiğim kuaförde elimi attığım her derginin içinde; "Yılbaşı gecesi ortamı siz ısıtın!", "sevgilinizi yeni yılda bu iç çamaşırları ile mutlu edin!!", "yeni yıl öncesi forma girmek için otuz günlük diyet!"", "seksi konuşma klavuzu", "yılbaşı gecesi şıklığı" vb. gibi bilumum başlıklar altında sayısız yazı vardı. Sanırsın haçlı seferine çıkacak millet o akşam. Alt tarafı çatlarcasına yenilecek, şişelerin dibi görülene kadar içilecek, kusmak zaten farz, illa çok şık olunacak, mutlaka seksi olunacak (yaw cosmo kızı olmak hakkaten zor. her zaman her yerde bir seksi olma zorunluluğu. cosmo kızı olanlara allah kolaylık versin valla. yazık canım size) ve en önemlisi bu akşamın olmazsa olmazı deli gibi eğlenilecek. İlla ama illa eğleneceksiniz. Ertesi gün çatlayan başınızla kalkıp "yaw dün gece ne eğlendik di mi?" diyip keh keh gülmeniz gerekecek.
Benim yılbaşı planım şimdiden hazır!! Annemin yanına gideceğim. Zaten istisnasız hiçbir yılbaşım güzel ve deli gibi eğlenceli geçmediği için ben bu yılbaşı içimdeki nineyi dinleyip gayet domestik, tombalalı bir yılbaşı gecesi geçireceğim. Anneannemi ve A. teyzemi tombalada yenmek, 2ltlik coca cola ile sarhoş olmak gibi hain planlarım var. Eeee çoluk çömbeleksiz bir otuzbeş yaşın yılbaşısı da ancak ya anne evinde ya da kendi evinde PTT olur!!!


**** Haa unutmadan şimdiden söyleyeyim; eğer öyle yeni yılda dilek dileyip gerçekleşmesi gibi bir ritüel varsa  sizden ricam kendi dileklerinizin arasına beni de katın ve benim için karşıma gönlümdeki gibi bir adamın çıkmasını ve iki çocuğumun olmasını da diler misiniz???