27 Aralık 2011 Salı

otobüs, minibüs, traleybüs, cip, biibiiiiip.....

İstanbul'da yaşıyor olmanın altın kurallarından biri de toplu taşıma araçları kullanımına aşina olmak. Öyle her yere taksi ile gitmek eğer boynunuzda para dolu bir çuval asılı değilse pek mümkün değil. Mazallah cebinizdeki bütün parayı iki adımlık yol için bindiğiniz taksicinin eline sayabilirsiniz. Bunun yerine doldurursunuz İstanbul kartı, sonra bütün otobüs, tramvay artık Allah ne verdiyse sizin. Binin birine gidin istediğiniz yere.
Normalde ev, servis (arada araba), iş, servis (arada araba), ev çokgeninde kurduğum yaşam alanım birkaç aydır Moda'da derse gittiğim velet yüzünden Kadıköy-Moda bağlantılı oldu. Önceleri kolay giderim diye araba ile bu güzergahta giderken, Kadıköy'de arabayı güvenli bir otoparka bırakmak için haftada 7 liradan üç gün ayda bilmem ne kaç lirayı otoparkçılara bayılınca (o kadar para bayılmışım ki daha arabanın sol tamponunu gördüklerinde ellerini ovuşturmaya başlıyorlardı) okul servisi ile Kadıköy'e gidip eve de otobüs ile dönmeye başladım. Bir süre otobüs kullanınca, insanın kendi kendine bulduğu otobüste hayatta kalma kanunları da oluyor haliyle çünkü otobüste bir nevi hayatta kalma mücedelesi veriyor insan. Şimdi bu kurallar çerçevesinde bilinmesi gereken en önemli kural her otobüs şoförünün bir olmadığı. Gerçekten hiçbiri birbirini tutmuyor. Biri boğanın kafasında kapıyı açıp önüne geleni otobüse tıkıştırırken bir diğeri boğanın poposunu geçse bile kapıyı açmayıp, bir sürü insanın tekerleklerin altında kalma pahasına salkım saçak birbirlerini ittire ittire otobüsün peşi sıra koşmalarından büyük bir zevk almakta. Bu tip şoförlerin dizik aynasından insanların koşmasını seyredip çok eğlendiklerini düşünüyorum çünkü gerçekten koşanlar pek bir komik görünüyor. Top gibi teyzeler bir yandan başörtülerini çekiştirirken bir yandan da yuvarlana yuvarlana otobüsün yanında koşup aynı zamanda önlerine geleni ittirerek otobüse yetişmeye çalışıyorlar.
Diyelim otobüse bindiğiniz, tebrikler ilk aşamayı geçtiniz Hugo'lar. Ama asıl yaşam savaşı bundan sonra otobüsün içinde. Eğer şansınız varsa ve oturacak bir yer bulduysanız ne ala. Ama oturacak yer yok ve ayakta kaldıysanız ve de otobüs pek kalabalık değil ise size tavsiyem ortadaki boş alanda ayakta durmanız. Benim gibi orta kapının karşısındaki boş alanda sol ya da sağ karın boşluğunuzu kenardaki demirlere dayayayıp daha sonraki duraklardan binebilecek yolcularla kalabalıklaşacak olan otobüste kendinizi güvene alabilirsiniz. Kendinizi o bölgeye sıkıştırdıysanız ister yolda arabası ile gidenleri izleyin isterseniz otobüsteki diğer yolcuları izleyin. Zaten ayakta olduğunuz için yer vermediğiniz yaşlı yolcuların kötücül bakışları ile karşılaşmak gibi bir durumunuzda olmaz.(Yaşlılara yer verme işi de beni çok geriyor otobüs yolculuklarında. Şimdi yer verme yaşı kaçla kaç arasındadır. Yani 50-85 mi bu yaş arası yoksa benim on yaş büyüğüme de mi yer vericem? Böyle ikilemde kalmamak için genelde ayakta gidiyorum zaten.) Diyelim orta boşluk dolu. O zaman orta kapının karşısındaki direğe tutunun. Hem otobüs şoförünün anlamsız frenleri ile oradan oraya savrulmaz hem de ineceğiniz durağa gelince hop diye inersiniz. Kişisel fikrim yukardan sarkan tutamakları tutmamanız çünkü hem insanı sağlam tutmuyorlar hem de ani frende otobüsün ortasında maymun gibi sallanıyor insan.
Ortadaki direk de olmadı kenarda olmadı kaldınız (mecburen) sarkan tutamaklara. O zaman bacak kaslarınızı bir sörfçü gibi kullanmalı ani frenlerde savrulmamak için kendinizi bacak kaslarınızı sıkarak güvene almalısınız. Olur da bir anlığına elinizi bırakıp bu havalar yüzünden akan burnunuzu silmek istediniz eğer bacak kaslarınzı iyi kullanmazsanız kendinizi yanınızda duran teyzenin göğüslerine yaslanmış ya da sanki oturduğu koltuk pek önemli bir makam koltuğuymuşcasına kasılarak oturan kıllı amcanın kucağında bulursunuz. Böyle otobüsün ortalarında olmak en çok otobüs çok kalabalıklaşırsa sakıncalı oluyor. Yıllar önce bir arkadaşım böyle kalabalık bir otobüse bindiğinde hemen arkasında duran amcanın şemsiyesinin habire onu dürtüp durmasından rahatsız olmuş ve arada ters ters dönüp adama bakmaktaymış. Ancak gerçek amca otobüsten inip elinde şemsiye olmadığında anlaşılmış. Ne zaman otobüse binsem aklıma hep bu hikaye gelir ve kalabalıkta arkayı sağlama almaya çalışırım. Bir de otobüs çok kalabalıksa insan herkesten işkilleniyor. Geçen mecburen kalabalık bir otobüse bindim. Gidiyoruz böyle sakin sakin. Sonra durağın birinde iki tane Libyalı bindi (Yaşlı amcalardan biri Kaddafi geyiği yaptı onlarla da oradan biliyorum libyalı olduklarını). Aksanlı aksanlı Arapça konuşuyorlar, bir de bağıra bağıra telefonla konuşuyorlar. "Ya sabır!!!"derken birden aklıma "ya bunlar canlı bombaysa" fikri geldi. "Ya biraz sonra bombayı patlatırlarsa, kurtulma şansım da yok. Ama belki bu kadar kalabalıkda diğerleri bana yastık grevi görür"diye kurdum da kurdum. Hayır insem ya otobüsten, inat ettim, inmiyorum da. Kendi kendime canlı bomba olup olmadıklarını kontrol ediyorum. Nasıl panik oldum, dua ediyorum. "İnşallah değillerdir, inşallah patlatmazlar kendilerini, vazgeçerler" falan diyorum. Neyse sonunda benim durağa geldik de kurtuldum.
Yaaa işte böyle İstanbul'da otobüs, minibüs, cip farketmiyor. Hepsinde bir hayatta kalma mücadelesi veriyor insan. Minibüste hayatta kalma yazısı azzzz sonra.

2 yorum:

Nazpek dedi ki...

Merhaba Esra
Yeni yıl kartın bu gün elimdeydi durup durup tekrar okudum ve baktım teşekkürler günüme renk kattın

karga'nın günü dedi ki...

Ah ne güzel birinin gününün güzel geçmesine katkıda bulunmak!!! Çok sevindim. Tekrar mutlu yıllar!!