4 Kasım 2011 Cuma

günler tepelerden aşağı koşan vahşi atlar gibi

Hakkaten öyle...günler tepelerden aşağı koşan vahşi atlar gibi.... Bir bakıyosun sabah bir bakıyosun akşam...Ay başı derken bakmışsın ay sonu....Bugün araba kullanırken (tam Türk'üm ben; sorunlarımı/ planlarımı ya direksiyon başında ya da tuvalette aklıma gelen fikirlere göre şekillendiriyorum) hiçbir şeyi hakkıyla bilmediğime ya da şöyle söyleyeyim sadece baktığıma/ yaşadığıma, görmediğime/hissetmediğime karar verdim. Ne kadar karışık oldu di mi?
Mesela İstanbul'da yaşıyorum; bu şehrin ne kadarını biliyorum ya da E. benim en iyi arkadaşım ne zaman onun gözlerinin içine şöle derinden baktım acaba? Hoş ben hep insanların gözlerine bakarak konuşurum ama mesela o kişiyi kaybetsem ondan bana ne kalacak geriye. Konuşmasını ne kadar süre sonra unutacağım ya da ona sarılmanın nasıl bir his olduğunu hatırlayabilecek miyim sonra? Yani acaba sarılırken gerçekten sarılıyor muyum yoksa öylesine mi sarılıyorum. Bu şehirde yaşıyorum ama ne demek bu şehirde yaşamak. Kısacası her gün uyanmaya öylesine alışmışız ki bazen yaptığımız şeyleri o kadar otomatik, robot gibi yapıyoruz ki hissetmeyi unutmuşuz. Şööle derinden nefes almak ya da sabah uyanınca şöle gerinip bütün vücudunu kemiklerini hissetmek nedir/ nasıldır unutmuşuz.
Tepelerden aşağı deli gibi koşan atların ardına takılmış nereye gittiğimizi ya da ne yaptığımızı bilmiyoruz.  İyi hoş da nereye kadar? Aniden inanılmaz bir felaketle burun buruna gelince anlıyoruz aslında hiçbirşeyi hissederek yapmadığımızı ya da yaşamadığımızı.
Çok geç olmadan değişmeli...

Hiç yorum yok: