24 Ekim 2011 Pazartesi

çaresiz

En çok böyle zamanlarda okuyup doktor olmadığıma hayıflanıyorum. Eğer bir doktor olsaydım dün akşam bir saniye bile düşünmeden koşa koşa Van'a giderdim. Birilerini hayata döndürmek için çabalar, burda böyle eli kolu bağlı yaşlı gözlerle televizyona bakmaktan ya da birkaç parça eşya göndermekten daha iyi birşeyler yapardım.
En çok böyle zamanlarda insan, içinde büyüyen derin çaresizliğin karşısında şaşkın, iki büklüm kala kalıyor. Aklının tüm kıvrımları oradakileri düşünmekten zonklarken, bu olanları engelleyememenin yarattığı acizlik insanı eziyor.
Bir de böyle zamanlarda hala din, dil, ırk gibi anlamsız meseleleri sündürüp, deprem olduğundan beri aptalca tweetleri atmakta sakınca görmeyen beyinsizleri sonsuza kadar bu dünyadan sürecek bir sihirbaz olamadığıma yanıyorum.
Elim kolum bağlı Van'dakiler için ağlıyorum.

18 Ekim 2011 Salı

yağmura selam olsun


Böylesine erken gelen soğuğa ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmura ithafen.



16 Ekim 2011 Pazar

bir gün... belki ben de

Bazen gerçek aşk insanın burnunun dibinde durur, insan onu farkedemez bazen de gerçek aşk diye insan olmadık kimselerin peşinde koşar durur sonu hüsranla biter.
Bazen insan gerçek aşkı bulamayacağına dair umutsuzluğa düşer, tüm kapıları kapatır. Ama eğer insan yeterince şanslıysa BİR GÜN gerçek aşk kapısını çalar.
Bu hafta bir şekilde sinemada bu filmi mutlaka ama mutlaka görün. Gerçek aşk ile ilgili umutlarınız tazelensin. Şu yalan dünyada insanı her anlamda tamamlayan, anlayan, destek olan, hem sevgili hem de gerçek arkadaş olabilen birini bulmanın en büyük şans olduğunu hatırlamak için gidin.
Umarım bir gün... belki ben de gerçek aşkımı bulurum.

*ÖNEMLİ NOT: Mümkünse böğüre böğüre ağlayabileceğiniz bir seansa gidin. 






one day fragman | izlesene.com

14 Ekim 2011 Cuma

balkonu yıka

Efenim söylemesi ayıp bir süredir, üçüncü sınıfa giden minnak bir hanım kızımıza yeni başladığı özel okulun ecnebi dilinde başarılı olabilmesi için yardıma gitmekteyim. Şimdi normal insanoğlu ne yapar, dersini verir çıkar gider di mi? Evet! Ama niyeyse ben, herşeyi olduğu gibi bu hanım kızımızı da ne demeye sahiplendiysem, onların evinin kapısından girer girmez "aç mısın? birşeyler yedin mi? Yemediysen önce yemeğini ye sonra derse başlayalım! Ayağında niye çorap yok?  Bak ayaklarını üşütürsen cır cır olursun sonra!" gibi bilumum anne laflarını sıralamaktan kendimi alamıyorum. Hayır bana ne? İster giysin ister giymesin, bana ne oluyor ama kendimi alamıyorum. Bazen hızımı alamayıp sokaktaki çocuklara da böyle laf attığım oluyor.
Sanırım bu genetik birşey. Saç rengi, göz rengi, boy pos gibi bilumum şeylerde olduğu gibi bu da genlerle geçen bir alışkanlık sanırım. Yazları anneannem yazlık evde bizimle kalırken annemden beterdi. Yazın sıcağında denizden dönüp duş aldığımızda sürekli "sırtınıza birşey alın, cereyanda kalmayın, orası esiyor ıslak saçla balkonun o köşesinde durmayın! Evladım esiyor orası, üşüteceksin vs.vs.vs." gibi türlü vıdı vıdılarla zaten sıcaktan bunalmış olan ruhlarımızı iyice baymaktan kendini alamazdı. Şimdi ben de yavaş yavaş ister istemez canım genlerim yüzünden aynı onların kelimelerini kullanarak, birilerini baymaktayım. Sonumun nereye varacağını ise geçen gün anneannemle telefonda konuşurken farkettim.
Anneannemin dönem dönem bana papağan gibi tekrarladığı özlü sözler vardır. Her telefonlaşmamızın sonunda o dönemin favori özlü sözü neyse onu kullanır, hatta bunları kendi aralarında dönüşümlü olarak kullanır. Ancak son birkaç senenin en favori sözü :"akıllı ol!. Sürekli her telefon konuşmasını "akıllı ol" ile bitirmekteydi! Hayır onun demesiyle akıllı olabilseydim çok yakın zamanda nobel adayı falan olurdum. Ancak son olaylardan sonra benim akıllı olacağımdan ümidini kesmiş ve şu anda bana söyleyecek daha iyi bir özlü söz bulamadığından olsa gerek, geçen günkü telefon konuşmasını uzun bir sessizliğin ardından "balkonunu yıka!" ile bitirdi.
O günden beri düşünüyorum, acaba bunun ardında "akıllı ol!" gibi ruhani birşeyler var mı yoksa sadece genlerinin hala ve hala önlenemez bir şekilde uyguladığı klasik anneanne işgüzarlığı mı? Demek sonum pek fena!!!

7 Ekim 2011 Cuma

when the party was over

Yaaaaa işte böyle üç gün üç gece yeme üzerine kurulu 35 yaş şenliği yaparsan gecenin bir yarısı kendini tuvalette aslan ağzı olmuş bulursun. Dün gece tam yatağa uzanmış şöööle deliksiz güzel bir uyku uyumayı planlarken uykuyla uyanıklık arasında gidip gelirken bir anda şiddetli mide yanması ve mide bulantısıyla gözlerim fal taşı gibi açıldı. Biraz yatakta oturup bulantı hissinin geçmesini bekledim ama yok geçecek gibi değil. Doooğru tuvalete gidip yere çömelmemle herşeyin dışarı çıkması bir oldu. Iyyykkkk...
Sonuç rahatlama ve sakin bir uyku. Şimdi sabahın köründe derse gitmeden dün geceki kusmanın şiddetinden tahriş olan boğazımı düzeltmekle uğraşıyorum. E bu da birşey tabii.



*when the party was over: parti bittiğinde (hayır bilmeyenlere de katkım olsun)

5 Ekim 2011 Çarşamba

happy 35!!!!!!!

Yaaaaa işte böyle mirim 35'i de gördük maşallah. Küçükken 35 pek bir büyük gelirdi ama şimdi öyle mi. Her ne kadar biolojik olarak 35'i gösterse de takvimler ruhum hala 25. 35 sene geçmiş şu dünyada. Geçen her sene önemliydi benim için ama şu 30'lu yaşalarımın keyfine diyecek yok. İnsanın en keyifli zamanı 30'larmış. Şimdi yolun yarısına gelmiş biri olarak keyifle geçen 30'larımın diğer yarısını da bir o kadar daha keyifli geçirmek kendime en büyük dileğim. Hadi bakalım Karga daha yapacak çok iş, görecek güzel günlerimiz var. Doğum günün kutlu olsun e mi?!!!!

4 Ekim 2011 Salı

kutlamalar başlasın Sebastian!!!

Eeeee ekimler yine serin ama güneşli bir sonbahar gününü gösterirken sevgili okur, kulağımda California Dreamin çalmakta. Her sonbahar düşen sarı yapraklar ömrümüzden de birşeyler götürmekte. Takvim yaprakları birer birer koparılırken önemli olan günü güzel yaşamak. Cebine güzel anılar ve sevgiler doldurmak. Şimdi çikolata renkli şarkıcımızdan geliyor Alone Again Or......

Sabah sabah içimdeki Sezen Cumhur Onal yazdırdı bana yukardaki cümleleri. Tutturdu illa birşeyler karalayacağım sonbahar ile ilgili dedi. "E buyur yaz" dedim. "Sen de eksik kalma. İçimdeki bütün sesler azıtmışken şu aralar seni mi kırıcam. Dökülün anasını satayım içimdeki bütün sesler. İçimde hep bir ağızdan konuşup kakafoni oluşturacağınıza konuşun burada. Bugün yarın ve öbür gün kutlamalar var. Şunun şurasında insan bir kez 35'ine girer. Üç gün üç gece kutlayacağım 35'imi. E siz içimde bıdır bıdır konuşurken hiçbirinize kulak asmayacağım. Sadece güzel şeyler söyleyip iyi dileklerde bulunanlarınızı (eğer varsa) dinleyeceğim.

Evet Sebastian hazır mı orkestra? Başlasın kutlamalar. Nerde benim şampanyam?


1 Ekim 2011 Cumartesi

sadece beş dakika

Ev, mobilya, gelinlik, damatlık, eşya, düğün yeri, düğün fotoğrafçısı seçmek, anne gönlünü yapmak, kayınvalide gönlünü yapmak derken evlenmek günler süren stresli ama bir o kadar da keyifli bir işken, boşanmak eğer anlaşmalı ise ve çocuğunuz yoksa sadece beş dakika.
Çarşamba sabahı Kadıköy 1. Aile Mahkemesine geldiğimde yaşanacaklara alışık olduğumdan (tecrübe konuşuyor) ve oldukça erken geldiğimden vaktimi etrafı seyrederek geçirdim. Bir kere eğer daha önce mahkemelerde bulunmadıysanız mahkemeler ve mahkeme salonları çok hayalkırıklığına uğrayacağınız yerler olacaktır. Yani öyle Hollywood filmlerindeki gibi mahkeme salonları yok bizde. Devlet dairesi kıvamında oldukça ruhsuz, elde kalmış olan boyalarla boyandığı belli olan insanı daralmışken daha da daraltan yerler mahkemeler.
Bizim mahkeme salonunun yanında bulunan listedeki davaların 28 tanesi boşanma davasıydı. Sabah saat 9:30'dan öğlen 12:00'a kadar 28 boşanma davası, onbeş tane de çocuk davası vardı. Listede boşanma davalarına eğer taraflar anlaşmış ise beş dakika, anlaşmamışlarsa on dakika verilmiş. Sen o kadar gün hazırlan evlenmek için boşanmak için beş dakika yetiyor. O kadar gün süren hazırlıklar, yılların anıları, acıları, sevinçleri vs. hepsi bir anda hakimin iki üç sorusu ile son buluveriyor. Bir anda yıllarca aynı yastığa baş koyduğunuz adam yabancı biri oluveriyor.
Bizim dava eski eşimin dava gününü unutması yüzünden biraz rotarlı başladı. Saat 10:35 de olan dava için adlarımız okunduğunda ben kapının önünde tırnaklarımı yerken eşim evinde rahat rahat işine gitmek üzere hazırlanmakta ve inatla benim telefonlarıma cevap vermemekteydi. Sonunda ona ulaşabildiğimde ve ben onun evinde olduğunu öğrendiğimde, o da davanın o gün olduğunu öğrendiğinde telefonun iki ucunda farklı nedenlerle dumura uğramış insanların o anlamsız sessizliği vardı. Sonunda duruşmaya yetişti, içeri girdik. Hakim elindeki dosyamıza bakıp "ayrılmak istemişsiniz? nafaka talebiniz var mı? paylaşılacak malınız var mı?" gibi klasik sorularını sıralayıp hepsinden ret yanıtı alınca, bilgece kafasını sallayıp "yaaaa çocuk olmayınca işte böyle herkes kendi yoluna" dedi.
Haklıydı beş dakikada herşeyi sıfırladık. Şimdi bu yeni başlayan ayla birlikte her ikimizde yeni bir hayata merhaba dedik. Benim içimde bir garip boşluk. Biten staj biten evlilik, önümdeki belirsizlikler ama içimdeki boşluk, bir nevi tatil hissi. Geçecek. Sular durulacak tekrar her zaman olduğu gibi