24 Ağustos 2011 Çarşamba

yaz ateşi

Sonunda bu da oldu...Aman yok canım öyle büyük birşey değil. Yaz günü ateşlendim işte. Nasıl becerdim biliyorum. Yazları duş aldıktan sonra saçlarımı kurutmam ben. Dünden önceki gece ıslak saçlarla balkon sefası yapıp hafif rüzgar yiyince, bu arala biraz yorgun olan bünye nakavt oldu. Bu sabah sol tarafımın boyun bölgesindeki tutulmadan müteakip kısmı felç durumuna bir de ateş eklenmiş halde uyandım. Aslında ofiste yarım günüm bugün, arayıp gelemiyorum felç oldum bir de ateşlendim demeyi çok isterdim ama iş var, bitmesi lazım. Şimdi böyle yarım yamalak, boynum tutuk, boğazım ağrıyor, gözlerim varolan uykumdan dolayı ağrır ve başım zonk zonk zonklarken (ben çok affedersiniz) siktiri boktan bir sınavı bilgisayarda yazmakla uğraşıyorum. Halbuki bu beden yatak ister, bir tas sıcak çorbayı içip, televizyon karşısında uyuklamak, kedileriyle yumuş yumuş sarmaş dolaş uyumak ister.

19 Ağustos 2011 Cuma

acemi aşçının ettikleri

Hoş aslında yedi ay öncesinden daha tecrübeliyim ama yine de acemi sayılırım. Arada öyle şeyler yapıyorum ki ben utanıp sıkılırken bulunduğum bölümün şefini geçici dumura uğratıyorum. Son üç haftadır pastanedeyim. Pastane şefi E. çok tatlı ve iyi niyetli bir usta. Benden küçük ama yıllarını pastanelerde geçirdiğinden benden fersah fersah ötede. Özellikle şeker hamurunu çok rahat kullanıyor. Şunu da söylemek gerekir ki çok iyi bir öğretici. Sabırlı ve mahvetme riskinize rağmen size güvenip bir ürün çıkarmanıza ön ayak oluyor. Size güveniyor ve bu güveni hissettiriyor. Geçen gün yaptığım irmik tatlısını pazar günkü brunch masasına koydu. Hatta akşam iftar tatlısı olarak bir tane daha yapmamı istedi. Bir koltuklarım kabardı ki sormayın. Habire mutfaktakilere tatlıdan yediniz mi? diye sordum. Görmemiş durumları işte.
Ama geçen gün öyle birşey yaptım ki pastane olarak ayvayı yiyecektik, direkten döndük. Bizim restoranda sufle gerçek sufle. Bazı restoranlarda sufle diye yutturulan volkan keki falan değil. Bu yüzden ala carte zamanı gelmeden sufleyi vurmanız gerekiyor. Yani suflenin önceden hazırlanana harcını yumurta beyazı ve sarısıyla vurmanız gerekiyor. Böyle büyük bir kabın içinde gerçekten sağa sola çarparak yumurta beyazı ve sarısıyla karıştırmanız gerekiyor. Geçen gün E. benden sufle vurmamı istedi. Ben de işgüzarlık yapıp elime eldiven takıp sufleyi vurdum. Ne yalan söyleyeyim güzel de oldu. İşler hafileyince E., "bakalım nasıl yapmışsın pişir bir tane de yiyelim" dedi. Böyle havalı havalı doldurdum sufle kasesini attım fırına. Eminim güzel olduğuna, zamanı gelince hazırladım tabağımı sundum şefime. Zavallı adam daha tabağı alır almaz şöyle bir sufleye baktı sonra da bana dedi ki "Sen bunu eldivenle mi vurdun?". Ben de bilmiş bilmiş tabii dedim. Ama bir yandan da adam nasıl anladı diye düşünüyorum. "Belli belli" diyerek suflenin içinden birşeyleri çekiştirmeye başlamasın mı. Meğer sufleyi vururken eldivenin bir parmağı kopup hamurun içinde kalmış. Ben de hiç farketmedim eldiveni falan çıkarırken. E. çekti çıkardı eldiven parçasını ve burnuma doğru sallayıp "skandal kadın!" dedi. Ama gözlerinden ateş çıkıyor. Ben utançtan kıpkırmızı. Allahtan bu durumu gören bir ben, bir E. bir de ikimizin de çok sevdiği şoğuk şefi E. Soğuk şefi gülmekle gülmemek arası, Ben kıpkırmızı gözlerim yaşlarla dolmuş, E. kızsın mı kızmasın mı ne yapsın bilmiyor, "Skandal skandal" diye söyleniyor. Tabii bütün sufle hamuru belki eldivenin tamamını da unutmuşumdur diye çöpe gitti. (Yok çıkardım eldiveni elimden hatırlıyorum ama elim kakaodan kapkara olduğumdan anlamadım işte tek parmağın eksiğini. Ne biliyim oldu işte).
Düşünsenize verilmiş sadakam varmış ya müşteriye gitseydi o. Tam skandal. Rezalet hatta. Ne olurdu o zaman? Ohhh mon dio! Düşünmesi bile fena.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

döndüm de gittiğimi bile anlamadım ki

Biliyorum daha önceki dönemlere kıyasla az yazıyorum. Geçen hafta izinliydim. Restorandan başka bir yere de gitmedim. İzin zamanı izin gibi geçmedi anlayacağınız. Bugün ofiste ilk günüm ama dedim ya ben izne gittiğimi anlamadım ki döndüğümü anlayayım.
Restoranda ise ramazan dolayısıyla günler karmaşık geçmekte. Her gün iftar öncesi bir karışıyoruz. Bizde hem iftara rezervasyon yaptıranlar hem de normal ala carte müşterileri olduğu için her akşam saat sekiz ile on arası gerginlik had safhada. Büyük şef yine pos makinasının orda durup taaruz komutanı gibi emirler verip duruyor.
"Oğlum bana beş levrek külbastı, iki piliç, on hünkar beğendi veriyosun. Yalvarıyorum çok rica ediyorum."
En çok şu son cümle hoşuma gidiyor. Komiler, garsonlar veya mutfakta birisi biraz ağır davranıp, işi aksattığında büyük şef, sinirlenip bağırmadan önce oldukça imalı -hadi ironik diyelim- bir şekilde "yalvarıyorum çok rica ediyorum" diyor. bir de büyük şefin "herkes" yerine "herkeş" demesine hastayım. Bunu duyunca ister istemez gülümsüyorum. Birgün neye güldüğümü soracak rezil olucam.
Ev de ise artık tek başımayım. Bir hafta önce giysilerinin bir kısmını alıp annesinin evine gitti. Dün de ev tutacaktı ne yaptı bilmiyorum. Sanırım diğer eşyalarını taşıması yakındır.
İşte böyle piyasalar gibi bana da ramazan rehaveti çökmüş durumda. Yapacak bir ton iş var ama hiçbirşey yapmıyor, suyun yolunu bulmasını bekliyoruz.

5 Ağustos 2011 Cuma

sabah sürprizi

Hayatta bazen karşımıza çıkan minnak ve hiç beklenmedik olaylar bizi inanılmaz mutlu edebiliyor. Cok nadiren olduklarından hem iz bırakıyorlar hem de insana moral veriyorlar.
Bu sabah nadiren ayda yılda olmasa da birkaç ayda bir gittiğim yani en son ne zaman gittiğimi şak diye söyleyemediğim bir bankada uyuyan hesabımı dürtmeye gittiğimde, aldığım sıra numarası ara ara bankoda ara ara başka bölümlerde çalıştığını bildiğim, gördüğüm ilk konuştuğum günden itibaren beni kıllandıran (iyi anlamda; anladınız siz onu) bankacı çocuğun bölümünde yandı. Bankoya gittiğimde söylediğim "Günaydın"a "Günaydın Karga hanım" diye hiç tereddüt etmeden şak diye cevap verince önce bir algılamadım, işimi söylemek için ağzımı açtım sonra biraz durup "adımı nerden biliyorsunuz?" dedim. Sonuçta o şubenin kalantor teyzelerinden değilim, maaş müşterisi değilim, gariban minnak bir uyuyan hesabı olan sıradan biriyim. Normalde adımı hatırlaması mümkün değil (en azından daha önce bankodakilerin hiçbiri hatırlamadığı için burdan bir çıkarım yapabiliyorum. Hatta bir ara gittiğimde uzun uzun saç muhabbeti yaptığım tombalak bankacı kız bir sonraki gidişimde beni tanımamıştı). "Biz biliriz"dedi. Ayy bir hoşuma gitti. Utanmasam yüzümde sırıtık bir gülümseme "hadi yaa!" diyeceğim ama tuttum kendimi. Sadece "hmmm" demekle yetindim. İşlem sırasında peynir görüntümden olsa gerek "tatil ne zaman?" diye sordu. "Haftaya ama buradayım" dedim sonra akıl edip "sizin ne zaman" diye sordum. 15'inde gidiyormuş. "Zaten yaz bitti nereye gidilecek ki" diye topu ona attım akdeniz sahillerini tavsiye etti. "Çok kalabalık" dedim ukala ukala. İşlemlemin bitişiyle birlikte bizim ayak üstü sabah elektriği de bitti. Yüzümdeki gülümsemeyi toparlayabildiğim kadar toparlayıp iyi günler dileyip çıktım bankadan. Ama tüm yol boyunca jokerin ki gibi kocaman bir gülümseme vardı suratımda. Hala da bu satırları yazarken duruyor o gülümseme.
Eh be el oğlu, aferim ulen sabah sabah ne hoş bir şey yaptın bana! Bu gazla bugün süper geçer valla!
Daha mı sık uğrasam ben bu bankaya acep?

2 Ağustos 2011 Salı

ağustos için dileğim


Ne zaman bu şarkıyı duysam arabamla son sürat belli bir rota olmaksızın keyifle gittiğimi ve arabanın açık pencerelerinden giren rüzgarın saçlarımı dağıttığını hayal ederim. Ağustos ayı da böyle çılgın ve keyifli geçsin inşallah.