30 Mart 2011 Çarşamba

yalvarırım

Lütfen yalvarırım bu işleri bilen biris bana twitterdaki hesabımızı blogumuzda nasıl göstereceğimizi, twitterda nasıl resim göndereceğimizi ve twitter-friendfeed arasındaki benzerlikleri farklılıkları anlatsın. Şöle onlie ya da telefonda beraber hareket ediceğim bak bunu böyle yapacaksın diye anlatan biri olsun. Resmen beynimden dumanlar çıkmaya başladı. Ben böyle teknolojik dünyanın.....

elektronik alet edavat ve insanoğlu (yok yok sadece ben)

Geçen cumartesi akşamı yatmadan saati kurdum, erken kalkacağım malum okul zamanı. Sabah saat çaldı. İyi güzel, farklı birşey yok. Giyindim, her pazar olduğu gibi Komşu Fırına doğru yollandım. Minik sandiviçlerinden alıp okulda kızlalrla yiyeceğiz. Aaaa geldim fırının kapısına, kapalı. "Hayırdır bunlar yedibuçukta hiç kapalı olmazlar ki" dedim kendi kendime. Yapıştırdım suratıı cama içeriye bakıyorum (içeri bakınca açılacak kapı ve ben alışverişim yapıcam sanki). Sonra fırının arkalarından biri geldi, baktı bana aval aval. Ben de olanca ukalalığımla saate tıktıkladım. "Birader saat kaç haberin var mı? niye kapalısınız?" gibilerinden. O da bana anlamsızca bakıp "senin saatten haberin var mı?" dedi. "Yedi buçuuuuk!" dedim. Bana bir nah işareti yapmadığı kaldı. "Hayır altı buçuk, yedi buçukta açılacağız"dedi. Biran "nası ya, ne altı buçuğu, saat kaç ben nerdeyim, burası alacakaranlık kuşağımı, ben ne yapacağım şimdi" gibilerinden bir sürü bir sürü düşünce beynime hücum etti. hemen arabaya koştum. Saat altı kırk, cep telefonum yedi kırk. Mesele anlaşıldı,, telefonum devlete karşı gelmiş ve yaz saati uygulamasına bir gün önceden başlamıştı. Tabii bu bana bir saat daha az uykuya mal oldu ama teknoloji işte böyle birşey. Bilmiyorsan kullanmasını seni fena benzetiyor. Zaten iki gündür de twitter ve friend feedle meşgulum. Becerebilirsem beni ff ve twitterdan da izleyebilirsiniz anacım.

25 Mart 2011 Cuma

bir bilen var mı?

Uzak diyarların birinde Abdüllez ve karısı yaşarmış. Günün birinde bir ayının evin yakınlarındaki bir mağarada mahsur kaldığı anlaşılmış. Abdüllez'de onu kurtarmak için gönüllü olmuş. Karısına bir tepsi baklava yaptırmış, mağaraya girmiş. Abdüllezin mağaradan çıkması beklenmiş ama ne gelen varmış ne de giden. Daha sonra beklmekten sıkılıp mağaraya girenler Abdüllezin başsız vücuduyla karşılaşmışlar. Karısına sormuşlar: "Abdüllezin kafası var mıydı yok muydu?". Karısı da şu cevabı vermiş: "Valla sabah kasketini aldı gitti ama kafası var mı dı yok mu du bilemem!"
Anneannemin bana küçükken anlattığı ve bana hala nedense korkunç gelen bu hikayeyi anlatmamın nedeni basit. Evden bloga giremezken işyerindeki bilgisayarda hiçbirşey olmamış gibi herkese yorum yazıp, yorumları ve blogları okuyabiliyorum. Şimdi bir bilen varsa söylesin! Blog yasağı var mı dı yok mu du?

24 Mart 2011 Perşembe

msa güncesi 3

İnsan neler yapabileceğini başına gelmeden bilmiyor. Hangi zor şartlar altında vücudunu, sinirlerini ve zekasını ne kadar zorlayacağını o zor şartla karşılaşıncaya kadar bilemiyor. Benim msa'deki programa yazılırken düşündüğüm şeylerden biri de "acaba kendimi ne kadar zorlarım"dı. Evet ben kendimi zorlamayı, annemin değişi ile "kendi kendime işleri karıştırmayı" pek bi seviyorum. Hayatımda hep bir hareket olsun, hep yapılacak şeyler olsun, hep "to do list"lerim olsun, hep bir yerlere koşturayım, ajandamın sayfalarını yapılacak şeylerle ilgili renkli kalemlerle yazdığım telefonlar, tarifler, notlarla doldurayım istiyorum. Biliyorum "hasta kafalı"yım (bu da kardeşimin benim için söylediği söz). Ama böyleyim işte, meşguliyetleri seviyorum. Msa'da sağolsun, tam buna uygun bir yer. Kafamızı patlatıp hazırlamamız gereken koskocaman bir projenin yanısıra, her ay sonunda yaptıkları pratik sınavlar ile de sınırlarımızı zorluyorlar.
Geçen pazar ki pratik sınavımız "acaba 1 satte ceasar salata, lyonnaise patatesli pepper steak ve iki renkli browni hazırlayıp hazırlayamayacağımız" üzerineydi. İnsan yok canım yapamam diye düşünüyor ama öyle bir hazırlıyor ki. Pazar günkü sınav için geçen bir hafta boyunca hazırlandım (bu arada ben fena inekmişim, ders çalışıyorum falan). Bir hafta boyunca cuma'ya kadar pişireceğim yemeklarin malzemelerini topladım, cuma günü de hepsini mutfağa yığdım ve kendi çapımda "yemekteyiz"cilik oynayıp, saat tutarak hepsini evet bir saatte pişirdim. pişenlerin tadımı için de kurban olarak kardeşimi seçtim. Bifteği ve salatayı yedikten sonra brownileri evde arkadaşları ile yemek üzere evine götürdü. Gecenin ilerleyen saatlerinde şöyle mesaj atmış:
"Aziz ile Nihal geldi, brownileri çok beğendiler, torbalara doldurup götürdüler. ben sadece bir tane yiyebildim. Bana bir daha yapar mısın".
Bu benim için gerçek bir başarı çünkü kardeşimin tatlıyla hiç arası yoktur ve eğer ona bunları söyletebiliyorsam "vay beaaaa ben neymişim!"

*Ha bu arada pratik sınavdan da sınıfın en yüksek notlarından birini aldım. Master chef miyim neyim anlamadım!!!!!

23 Mart 2011 Çarşamba

içime güneş kaçtı



Bugün bahar kendini iyice göstermeye başladı ya benim de içime güneş kaçtı işte. Şu içimdeki şeytan yine "ittir et herşeyi" türküsünü çığırmaya başladı.
Hani derste öğretmen çok önemli birşey anlatıyordur ama size tatlı bir rehavet gelmiştir, gözleriniz kapanır, çok güzel bir uykuya dalmak istersiniz, gözkapaklarınız ağır ağır düşer ama uyuyamazsınız. İçinizdeki şeytan "bırak ya uyu git işte!" der ama olmaz, sınıfta uyunmaz. İşte buna benzer birşey var içimde. Şeytan yine her bahar olduğu gibi atla arabaya, koy iki parça eşyayı, al kedileri (keşke kedileri de köpekler gibi tasma ile taşıyabilseydik) git yüreğinin götürdüğü yere diyor. Yüreğimin nereye gitmek istediği de belli ama işte sınıfta uyuyamamak gibi gidemiyorum.
Cemre havaya, güneş benim içime düştü, bahar geldi. Hadi hayırlısı!!!

21 Mart 2011 Pazartesi

umut? o ne demek?

Geçenlerde Radikal gazetesinin Hayat ekinde, Hayal kahvesinin 20.yılı ile ilgili bir yazıyı okurken, şu cümle çok içime dokundu: "90'larda umut vardı." Ne kadar doğru bir cümle. 902larda daha iyi bir hayat, daha iyi bir gelecek olabileceğine dair umutlarımız vardı. Ama şimdi daha ömrümüzün yarısını bile tamamlamamışken, "umut, umutlu olmak, umutluyum, umut doluyum" sözcükleri sanki uzak bir diyarda konuşulan bir dile ait kelimeler gibi geliyor, o kadar anlamsız yani. Gündem o kadar hızlı, takip edilmez bir süratle değişiyor ki, daha hazmetmeye ne oluyor demeye kalmadan hop başka birşey oluveriyor. Bunu da fırsat bilen yukardaki büyükler, istedikleri gibi at oynatabiliyor. İnanılmaz bir aymazlıkla, herkese inat, sırf cepleri dolsun diye nükleer santral gibi, değil birkaç yıl onlarca yüzlerce yıl, genlerimize kadar bizi tahrip edebilecek bir felakete "buyrun hoşgeldin!" diyebiliyor ama hiçkimse sesini çıkarmıyor, zaten ses çıkarsalar da kimse onları dinlemiyor. Sonra Libya liderinin geç de olsa kaldırdığı beyaz bayrağa rağmen fırsat bu fırsat diyip, eskiden almadıkları kalan ne varsa daha da çok yağmalayabilmek için paldır küldür libya bombalanmaya başlanıyor. Neymiş efendim Libya'daki sivil halkın can güvenliği. "Küçük at da civcivler yesin!" Kaddafi, 42 yıldır bu halkın başındaydı, nerdeydir bunca zaman. Anca mı düştü jeton? İşte gözümüzün önünde bir ülke ve halk diğer varlıklı ülkelerin çıkarlarına peşkeş çekiliyor. Ne oluyor sadece izliyoruz! Çağ artık televizyonda film izliyormuşcasına savaş izleme devri.
Noluyor peki şimdi bize? Umutlarımızı çalıyorlar işte. Kendi cepleri dolacak diye parayla adam olduklarını sandıkları için, ne kadar doldurursak kar diye baktıkları için, "benden sonrası tufan" diye düşündükleri için, kur nükleer santrali, kirlet denizleri, öldür balıkları, ver kanserojen maddeyi sebzeye, tohuma, at ülkenin tepesine bombaları, kumla kapat antik eserleri, ver parayı al oyları, doldur kadrolara kayınçonun baldızını, dayının hemşehresinin kaynı (birşey bilse de olur bilmese de, maksat doluluk yaratsın), Allahın mafiozo türkücüsünün başında nöbet tut, saldırganını dört günde yakalat, ama bu ülke için çalışanların katilleri bir ellleri yağda bir elleri balda yaşasınlar. Olsun, "eğlen güzelim gününü gün et!"
Umutlarımızı çaldılar ve her sesimizi çıkarmadığımız gün daha da çok umudu ceplerine koyup götürmekteler. Umutsuz yarınlar bizi bekler!

15 Mart 2011 Salı

felç

Bu sabah tövbe yarabbim Stephan Hawking olmak nasıl bir duyguymuş onu anladım. Alarm çaldı, kalkıp servise yetişmeden önce kahvaltı etmem gerek. Yok! Kalkamadım. Bedenimi yataktan doğrultamıyorum. "Aha!!!!!" dedim "Felç oldum." Hemen ayak parmaklarımı hissedip hissedemediğime baktım. Neyse oynadılar. Hatta bacağımı da kaldırdım ki oynarlarken görebileyim. Gördüm çok şükür. Ama Bedenimin üst kısmı boynum ve kürek kemiklerimin olduğu bölge felç. Yataktan binbir Circque de Soleil hareketleriyle yani akrobatik hareketlerle doğruldum. Sağa sola döneceğim zaman tüm vücudum sağa ya da sola dönüyor şimdi. Yaw aslında yaptığımız hareketleri ne kadar otomatik yapıyormuşuz. Tam bir robocop gibiyim. Nasıl geçecek bugün bakalım. Üstüne üstlük temizlikçi bıraktı beni, akşama temizlik yapacaktım o da kaldı. Offfff bea şimdi öğrenci olsam voltaren üstü sıcak havlu yapıp evde elimde çay fincanı televizyon karşısında pinek modunda takılırdım. Üzüntü ve muz kabuğu.

11 Mart 2011 Cuma

msa güncesi 2


Bir ayı ardımızda bıraktık. Yavaş yavaş sona geliyoruz ama eminim hiçbirimiz bu iş biterken "keşke hiç bitmeseydi!" diyeceğiz çünkü hem artık bilgimiz arttıkça bu iş daha keyifli gelmeye başladı hem de birbirimizi tanıdıkça, ortak şeyler paylaştıkça işin eğlence kısmı da başladı. Geçen hafta sonu inanılmaz keyifliydi. Cumartesi tüm günü bizim kursa et tedarik eden bir kurumun (resimden neresi olduğu anlaşılır) fabrikasında yani bir anlamda modern bir mezbahaneydik. Önce şirketin sahibi, bize kuruluş öykülerini nasıl sıfırdan bugünlere geldiklerini anlattı ve daha sonra Türkiye'de nasıl hayvancılığın öldüğünü, hayvan işiyle uğraşan köylülerin nasıl tembel olduklarını, devletten aldıkları teşvikleri nasıl havaya savurduklarını, nasıl cahil olduklarını falan anlatınca ben de film koptu, kendimi tutamayıp "Bütün bu durum sadece köylünün cahil olması ve tembel olmasıyla açıklanamaz. Onları bu hale getiren devletin politikalarıdır. Fındık üreticisine, tütün üreticisine ya da mısır üreticisine neler yaptılar bilmiyor musunuz? Eğer cahil olduklarıı düşünüyorsanız siz bu sektörün önde gelenlerindensiniz, niye onları eğitmiyorsunuz? Kusura bakmayın ama siz işin kolayına kaçıp sadece şikayet ediyor, elinizi taşın altına koymuyorsunuz. Onlar tembel onlarla uğraşılmaz diyorsunuz ve ithal eti savunuyorsunuz. Asıl sizin yaptığınız tembellik" dedim. Adam şimdi beni buradan kovacak diye tırsmadım değil, doğruya doğru birbirimize gireceğiz ve temiz bir dayak yiyeceğim diye düşündüm ama bu kadar saçma sapan konuşan birine karşı duramadan da edemedim. Neyse ardından bu amca bizi lokantasına yemeğe davet etti, orada da nutuğuna devam etmeye başlamadan önceki şu cümlesi birçoğumuzu dumura uğrattı: "Paris'e gideniniz var mı? Ben orada yüksek sosyete ile beraber olduğum için....."
Ya sabır çekip sofradaki yerimizi aldık. Birkaçımız kendisini protesto edip sunulan değişik et çeşitlerini ağzına sürmedi, ben de kısmi protestoculardandım. Bu kadaaar övdüğü ithal angus etlerinden yapılan ızgaraların ucundan tadına bakıp, geri kalanların hepsini okuldaki köpekler için bir torbanın içine topladım. Okula geri dönmeden önce arkadaşlar hatıra fotoğrafı çektirdiler (bakınız yukarıdaki foto) ama biz onu da protesto edip, servislerdeki yerlerimizi aldık.
Pazar günkü tek aktivitemiz ise önümüze konan kocaman dana ya da kuzu butlarından bonfile ya da pirzola et çıkartmak ve et karkasla carpaccio yapmaktı. Her ne kadar bu işin bu tarafı pek hoşuma gitmese de herşeyi öğrenmek zorundayız ama ileride bir yer açacak olursam ben etleri kasaptan alırım.
Tabii ben bunları yazana kadar koskoca bir hafta geçti ve haftasonu geldi. Bu hafta kestiğimiz etlerden sote ve soslu salatalar yapacağız. Sanırım en kısa zamanda da ilginç tarifleri mutfağa ekleyeceğim.
Bu arada Simon Templar'ın göndermiş olduğu yorumdaki sorularına da bu psotla yanıt vereyim. Öncelikle evet bu iş dışardan gözüktüğü gibi değilmiş. İnsan önce "ah ne güzel yemek yapıyorum lay lay lom" diye düşünüyor ama benim gittiğim profesyonel aşçılık eğitimi (City & Guilds) tamamen teknik, deneyim, gözlem ve azme dayanıyor. Öğrendiğin tekniği çok iyi gözlemleyip, öğrendikten sonra kendinden birşeyler katman gerekiyor. zaten büyük şefleri büyük yapan da sıradan yemekleri dünyanın en lezzetli yemeklerine dönüştürebilme kabiliyetleri. Benim dönemimdeki arkadaşlar farklı profillerden gelen gençler. Gençler diyorum çünkü ben ve bir iki arkadaşım grubun ihtiyar heyetini oluşturuyoruz. Bizi çıkarsan yaş ortalaması 23 olur. Hepsi genç kimi üniversite mezunu kimi üniversite öğrencisi. Hepsinin kafasında türlü hayaller. Bazen "ne kadar şanslılar henüz yolun başındayken içlerindeki yemek aşkını keşfetmişler, bizim ne işimiz var burada" diye düşünüyoruz ama hayat işte aklın başına geç geliyor ama hiç gelmemesinden daha iyi herhalde. Mayıs sonunda msa'daki dersler bitecek ve staj başlayacak. Asıl gerçek mutfak nasıl o zaman göreceğim. Mayıs'a kadar herşey belli ama sonrası kara delik. Ne olacak bilmiyorum.

8 Mart 2011 Salı

senede bir gün

"Benim annem hem öğretmen, hem çamaşırcı, hem bulaşıkçı, hem aşçı, hem pazarcı, hem terzi, hem örgücü, hem temizlikçi, hem ütücü, hem dondurmacı, hem doktor, hem stres topu, hem koşucu, hem organizatör, hem yamak, hem asistan, hem sekreter, hem elektrikçi, hem muslukçu, hem tamirci, hem maliyeci, hem vs. vs.vs..."

Benim bir çocuğum olsa kesin dile gelince bunları söylerdi. Eminim çocuğu olan olmayan birçok kadının gözünde anneleri yani evin hanımı böyle birşey. Yani "bir evin herşeyi".
Geçen gün bizim evin beyi tepemin tasını attırdığında -ki bu aralar pek sık attırıyor ya hadi hayırlısı- ben olmasam ne yapar diye düşündüm. Evin temizliği bende, çamaşır bulaşık, ütü desen bende, alınacak verilecek listesini ben yapıyorum, beyimizin giysilerinin söküğünü dikmek desen bende, giyecek neyi var neyi yok ben biliyorum, evin mali işlerinin çetelesini zaten ben tutuyorum, üstüne bir de nereye ne zaman nasıl gidilecek ben ayarlıyorum. Kısacası ev a'dan z'ye benim koordinasyonum da dönüyor. Sanırsın bir balerina cif ben! bir de üstüne kendimle ilgili işleri yapmam lazım. Oldum mu sana super girl! Heheyyyt!!! Daha bir de çoluk çocuk yok. Olsa eyvah eyvah!!! (Tabii böyle olmayan hatun kişiler yok değil. Evin bu kadar işini beyiyle paylaşan ya da beyi marifetiyle evde bir Helga olsun bir Roksan olsun barındıranlar da yok değil. Onlar allahın şanslı ve seçilmiş kulları. Onlara laf yok.)
Neyse demem o ki "ey efendiler! kadın milletin efendisidir! farkında değilsiniz ama o küçücük dünyalarınız bizim sayemizde dönüyor. eğer sabah ütülü pantalon gömlek giyip sabah karnınız tok işe gidiyorsanız (ve daha pek çok şey gibi) bunların hepsinin arkasında bir bayan var ve onalrın kıymetini bilin."
Balerina Cif ruhlu olan olmayan tüm kadınların Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun. Nedeni ne olursa olsun hödük kocalarından kurtulup kendileri ve çocukları için bambaşka bir hayat hayali kurup başaramamış ve hayatını kaybetmiş kadınların da yolları ışık olsun. Hiç istemeden ve istenmeyen şekillerde bir yol açtılar. Umarım arkalarından gelenlere bir umut olabilirler.
Kadınların önderliğinde daha güzel bir dünya hayali kuralım! Neden olmasın!

3 Mart 2011 Perşembe

susma

"Susma sustukça sıra sana gelecek!" demeye kalmadan hepimizi susturuyorlar. Neymiş irileri yayın hakkı ihlali yapmış. Bre Digitürk sen biliyosan senin hakkını çalanları git onların boğazına çök, şimdi benim burada digital günlüğümü tutma, hiç görmesem bile gönülden bağlı olduğum, neler yapıp ettiğini öğrenmek istediğim bir sürü sevgili arkadaşım ile ilgili bilgi edinme hakkımı ve kendimi ifade etme özgürlüğümü niye elimden alıyosun? Yemişim senin maçlarını. Dekoderinin şifresini de kırıyorlar n'aber? Onlara ne yapacaksın acaba?
Biran önce bu blog yasağı kalksın istiyorum!

1 Mart 2011 Salı

cinnet

Diyorum ki acaba dünya çapında toplu cinnet mi geçiriyoruz? Birileri ayaklanıyor, birileri sanki düğmeye basılmış gibi patır patır eski eşlerini öldürüyor, birleri işleri güçleri yok bloglara kafayı takmış illa onları kapattıracak, birileri ortaya çıkıp paha biçilmez dünya tarihi açısından çok önemli antik buluntulara "arkeolojik şey" diyebiliyor. Herkes böyle kendini bilmez çıldırdı, acaba diyorum Satürn tüm dünyaya mı ters açı yapıyor?