31 Aralık 2010 Cuma

mutlu yıllar!!!



Bana 2009 hatta 2010 yılında şans ve para sözü veren mesaj zincirlerini gönderen tüm arkadaşlarıma;
işe yaramadı
Bu nedenle 2011 yılında nakit göndermenizi rica ederim…

30 Aralık 2010 Perşembe

biliyodum böyle olacağını

Biliyodum gözyaşlarımın yanaklarımdan yağmur gibi ineceğini, bir dolu sümüklü mendilden oluşan minik bir dağ oluşturacağımı. Ama inadım işte oturdum izledim "Yaprak Dökümü"nün son bölümünü. yok öyle beş senedir izlediğim bir dizi falan değildi. Sadece geçen seneden beri her çarşamba televizyon başına oturup izliyordum ama zaplarken gördüğüm gelecek hafta fragmanları sayesinde hakimdim önceki bölümlerine. Evet biraz abartılı bir diziydi, Tekin ailesinin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi ama yine de herkes kendinden birşey buldu işte bu dizide. Dün akşam ki bölümü izlerken tıpkı onlar gibi babasız kalan bize ağladım durdum. tam herşey yoluna girmişken Ali Rıza gibi aniden gidiveren ve o gittiğinden beri yarım kalan halimize ağladım. Kalbimin tam ortasında yumruk gibi birşey var ve her geçen gün ağırlaşıyor. Geçecek diye bekliyorum ama nafile. Uzatmayacağım lafı daha fazla. Zaten Aydan Atlayan Kedi hissettiklerimi benim yerime gayet güzel açıklamış. Fazla lafa gerek yok. Gerçekten de "biz bir dizi izlemedik aynaya baktık."

29 Aralık 2010 Çarşamba

hadi çözün bakalım: on bilinmeyenli denklem

Pazartesi gayet sıradan bir gündü. Ta ki Allianz sigorta şirketi beni arayana kadar. Olayı en baştan anlatacağım çünkü size sunacağım bu on bilinmeyenli denklemi çözmeniz için bütün verileri bilmeniz gerekiyor.
Şimdi vakti zamanında yani 2002 yılında Allianz sigorta şirketinden sadece operasyonlarda ve doğumda kullanılacak bir sigorta poliçesi edindim. O zaman çalıştığım yerin bana sigorta anlamında bir katkısı olmadığı için zamanı gelince gerekir diye bu sigortayı edindim. Neyse o zamandan geçen seneye kadar bu sigortayı hiç kullanmadım. Kullanmadığım içinde poliçemde hasarsızlık yüzünden belli bir indirim oldu. Yani ödediğim taksitler azaldı. Ancak geçen senede bebiş gelmemeye karar verdiği için olduğum tahliye operasyonu yüzünden yıllardır ödediğim bu sigorta poliçesini kullandım. Hasarsızlığım bozuldu. buraya kadar herşey tamam. Ancak olay bundan sonra karışıyor. Pazartesi arayan acenta görevlisi bana hasarsızlığımın bozulduğunu bundan sonra ödediğim taksit miktarının artacağını söyledi. Buraya kadar da tamam. Ben de artık şeytan mı dürttü nedir "önceden ne kadar ödüyordum şimdi ne kadar ödeyeceğim?" diye sordum. "Önceden aylık 80 liralık taksitler ödüyordunuz şimdi 168 lira ödeyeceksiniz. Hasarsızlığınız bozuldu" dedi. "Tamam da" dedim. "Niye bu kadar fark var?" Efendim benim ödediğim poliçenin miktarı 560 küsürlükmüş. Olduğum operasyon ise 1200tl'likmiş. Yani olduğum operasyon ödediğim poliçe miktarından fazla olduğu için bu sene onların belirlemiş olduğu bazı oranlar yüzünden benim ödediğim miktarda iki katı gibi bir artış oldu. Şimdi benim anlamadığım şu ben yıllardır gıkım çıkmadan bu poliçeyi ödemişim. Kullanmadığım için poliçe indirime uğramış ve sen de beni ödüllendirmek için indirim yapmışsın sonra da diyorsun ki "e senin poliçenin miktarı bu kadar. Olduğun operasyon ücreti ödediğinden fazla. " Burada sakat bir durum yok mu?.Zaten operasyonlar pahalı. Ben ne diye bu sigortayı yaptırdım ki. Şimdi ben doğum yaptığımda bu poliçeyi kullanacağım ve tabi ki doğal olarak benim poliçe miktarımdan fazla tutacak doğum masrafları. O zaman bir sonraki sene benim ödeyeceğim prim miktarı daha mı fazla olacak. E öyleyse ben niye sigorta yaptırdım. Sen benden o parayı zaten bir şekilde alacaksan ben ne diye sigorta yaptırdım. Paşa paşa öderim cebimden. Bir yerde bir sakatlık var sanki ben bilemedim. Ofistekiler de diyor ki bizim okulun ayakta tedaviyi kapsayan sigortasına doğum teminatını da ekle, bu poliçeyi iptal ettir diyorlar. Ben de buna pek sıcak bakmıyorum çünkü bu işyerinde ne olacağı belli değil. Ne zaman doğum yapacağım (hatta yapıp yapmayacağım) belli değil. bir de bu poliçede ömür boyu sigortalı yaptılar beni. Yani allah korusun kanser olsam benim masraflarımı karşılayacaklar (ama nasıl karşılayacaklar).
Ya durum işte böyle ben çkamadım işin içinden. Şeytan diyor seni kazıklıyorlar iptal ettir şu sigortanı. Öbür ses diyor ki yapma öde zaten herkes bir şekilde geçiriyor. Ben bilemedim bir de size sorayım dedim. Ne yapayım ne dersiniz?

22 Aralık 2010 Çarşamba

muhasebe

E herkes geçen yıln muhasebesini yapıp, bu yeni yıl için dileklerde bulunup duruyor. Ben de yapıcam benim neyim eksik. Biraz önce geçen yılbaşında yaptığım planları okudum hatta hızımı alamadım daha önceki senelerde neler yazmışım diye bütün günlüklerimi, kenara köşeye yazdığım en ufacık parçaları bile okudum. Tabii ki her zamanki gibi kendime verdiğim sözlerin hiiiiçbirini yerine getirmemişim. Bu yüzden bu sene için kendime sadece bir konuda söz vereceğim o da "takma kafana tokdan başka birşey". Gittim bir dolu toka aldım kendime. Sözümün yarısını tutmuş oldum şimdiden.
Eh geçen yılın muhasebesini yapmadan bitirmeyeyim bu yazıyı.
2010 (Allah daha beterinden saklasın ama) hayatımın en ama en kötü yılıydı. Resmen bu sene beni ezdi geçti. Kendimi bu aralar televizyonda yayınlanan bir sigorta reklamında gösterilen kafasını kaldırmaya çalışıp da üzerinden araba geçen tavuk gibi hissediyorum. Bu sene aynı o şekilde üzerimden geçti. Oysa 2010 için ne kadar iyi dileklerim, hayallerim ve niyetlerim vardı. Ama aksi gibi 2010 en büyük hayalkırıklıklarını, şokları ve üzüntüleri hissettiğim sene oldu. Ayrıca kendimi en yalnız hissettiğim sene de bu seneydi.
Bütün bu sene içinde yaşadıklarımdan tabii ki birşeyler de öğrendim. Beni ezip geçerken, sağlı sollu kroşeleriyle darmadağan eden bu kara sene kafama da bazı şeyleri dank ettirdi. Mesela artık kimseyi kendim gibi bilmeyeceğim ve kimseye yüzde yüz güvenmeyeceğim. Bıktım kazık yemekten. Sonra hiçbirşeyi ertelemeyeceğim, hiçbirşeye üşenmeyeceğim ve hiçbirşeyden vazgeçmeyeceğim. Kısacası aklıma koyduğumu yapacağım ve son olarak birşeye karar vermeden önce uzuuuun uzuuuun düşünüp, tartıp sonra harekete geçeceğim. "Ay o üzülürmüş bu kızarmış şu şöyle dermiş!" takmayacağım. Kendi içimdeki o mantıklı ses ne diyorsa onu yapacağım. Son olarak da hiçbirşey ya da hiç kimse için büyük beklentilerde bulunmayacağım.
Bunların dışında  2011'den hiiiiiiç ama hiiiiiçbirşey beklemiyorum. Gölge etmesin başka ihsan istemem.

21 Aralık 2010 Salı

izzet bey malikanesinde yılbaşı

Ne zamandır izzet bey malikanesine yılbaşının geldiğini yazacağım bir türlü olmadı. Bu senede "çam ağacı süsleme" ekibinin iki değerli üyesi çok çalıştı. Her zamanki gibi önce ağacımızın hala kullanılabilir olup olmadığını test edip onayladılar. 


Baktılar ağacımız bu senede gayet sağlıklı ve kullanılabilir, sevinçten deliye döndüler. Sevgi dansı yaptılar. Tabii bu dans gösterisinde bazılarımızın coşkusunun ölçüsü azıcık! büyüktü.


bütün gece durup dinlenmeden çam ağacını süslemek için çalıştılar. Süsleri ağacın dallarına astılar. Yaptıklarını bir türlü beğenmediler, bir daha bir daha içlerine sininceye kadar süsleri taktılar çıkardılar.

Bu yoğun çalışmanın sonunda yorgunluktan bitkin düşüp, derin bir uykuya daldılar.
Ertesi gün bütün gece uğraşıp ortaya çıkardıkları güzelim yılbaşı ağacının önünde gururla poz verdiler.

20 Aralık 2010 Pazartesi

cumartesi, amirigumi, dostluk vs. vs. vs.

(soldaki üstadım Sndrfknella'nın bilge geyiği sağdaki benim çömez geyik)

Uzun yıllar önce gecenin bir vakti artık  aklıma ne estiyse -şimdi hatırlamıyorum- bakkala gitmek ya da arabadan birşey almak için evden çıkacağım tuttu. Öylesine pijamalarımın üstüne paltomu geçirmiş gayet paspal bir halde apartmandan çıktım ve göz göze geldik. Aaaaa karşımda Sndrfknella. (O zaman ben şimdiki işime yeni başlamışım, ne nedir bilmiyorum, herşey oldukça karmaşık gözükmekte, işyeri çakalı olmamışım gayet toy, ortama alışmaya çalışıyorum. Yani henüz kimseyle enseye tokat kıvamına gelmemişiz. "Öhöm öhöm afiyettesiniz inşallah!" havalarından çalıyorum. Aynı şey Sndrfknella içinde geçerli. O koskoca koordinatör asistanı yani sultanın veziri gibi bir pozisyonda, odasına birşey sormak için girerken ceket düğmesi falan ilikliyorum.) Neyse gecenin bir vakti ööle birden pat diye karşıma çıkınca, "aaaa ne alaka siz burda" gibilerinden bir konuşma geçti aramızda ve o gece anladık onun bana iki apartman uzakta oturduğunu. Sonrası örgü söküğü gibi geldi. Sabahları servise birlikte binerken, aynı koltukta sabahın köründe o dizi bu dizi, o kitap bu kitap konuşup dururken hayatta pek çok ortak noktamız olduğunu keşfettik ve bu ortak noktalar hem bizim dostluğumuzun temel taşları oldu hem de birçok keyifli şey yaşamamıza yol açtı.
İşte bu cumartesi de bu keyifli günlerden biriydi. İkimizin de ne zamandır ilgilendiği Japonların tığdan oyuncak örme sanatı olan amiriguruminin Hamarat Atölyede bir kursu olduğunu öğrenir öğrenmez soluğu burda aldık. Atölyenin sahibi Enhar hanımın yarattığı kendi gibi sıcacık ve sevimli bu güzel atölyede nerdeyse tüm cumartesiyi geçirdik. Tatlı ve çok sabırlı hocamız Duygu sayesinde de amirigurumi bir geyik ve kalp yapmasını öğrendi(ler)k. Ben geyikten sonra pes ettim çünkü örgü ve tığ işlerini gevşek yapamayıp, elimi çok sıktığımdan elime ağrı girdi ve (tamam doğruyu söyleyeyim) bu işe alışkın olmadığımdan bana daral geldi. Bir ara "sana geliyorum Allahım" nidası attığımı hatırlıyorum. Ha bu arada yanlış anlaşılmasın bu amirigurumi işi sıkıcı olduğundan bana darallar gelmedi. Sıkıldım çünkü elim alışkın değil. Yemek yapmak gibi değil ki bu örgü ve tığ işi. Azıcık elin kırık, alışkın olması gerekiyor. Ben de henüz o yok. Hal böyle olunca ikide bir bir örgü ve tığ ustası olan Sndrfknella'yı dürtüp, "üstadım şimdi iki mi batıcam bir mi?" diye sıkıştırıp durdum. O da gözlüklerinin üstünden bilgece bakışlar fırlatıp, "sen bırak ikiyi biri, sök onu sök, çok sıkı olmuş" diyip durdu. Bu arada bizim dört saatte bitiremediğimiz geyiği kendisinin bir saat içinde çıkardığını da açık seçik ifade edeyim.
Ben insanların birbirleriyle tesadüfen ya da öylesine karşılaştığına inanmam. Eğer bir insanla tanıştıysak hele de arkadaş dost olduysak bunun evrenin bir ayarlaması olduğuna, bu kişi(ler) ile kurduğumuz ilişki sayesinde birçok şey öğreneceğimizi / öğreteceğimizi düşünürüm. Arkadaşım Sndrfknella'da benim en kıymetlilerimden biri. Bana tığ, örgü vs. vs. yani Derya Baykal dünyasının güzelliği göstermekle kalmayıp, pek çok konuda farkındalığımın artmasını sağladı. Ama herşeyden önemlisi de hastalıkda sağlıkda, iyi günde kötü günde yanımda olacağını bilmemi sağlayacak dostluğunu verdi. E daha ben ne isteyeyim di mi ama.

(kursun tüm geyikleri toplu halde)

17 Aralık 2010 Cuma

palto,yağmur,kar,soğuk,üşüme vs. vs. vs. yani kışa dair herşey


O kadar söylendik, "gelmediii, gelmediiii, amanin yoksa dünyanın sonu mu? ne bu sıcaklar?" diye diye söylendik durduk. Ve sonunda kış bir geldi ki pir geldi. Geçen hafftadan beri bu ne soğuk mirim. Geçen servise yürürken giydiğim paltonun sol kolundan girip sağ kolundan çıkan soğuk, sırtımı ürperttirince ve yaptığım hesap kitap sonucu da giydiğim paltonun on senelik olduğu gerçeği ile yüzleşince spordan çıkışta soluğu en yakın giyim mağazasında alıp, kapıyı bir Kadir İnanır edasıyla açıp, "Verin uleyn en iyi, en sıcak tutan paltonuzu hiheytttt!!!!" dedim. Bir iki denemenin sonunda biraz cebime dokunan ama beni çok sıcak tutmakla kalmayıp, koskoca kapşonu ile Starwars'un Darthvader'ına benzeten siyah, pufuduk ve uzun bir palto aldım. Şimdi çok şükür karnım tok sırtım pek. Ama yine de sokaktakiler için pek bir üzülüyorum. Parklarda, bahçelerde hayatlarını geçiren onca evsizi, yakacak odun almak için parası olmayanları ya da yetmeyenleri, kedileri, köpecikleri düşününce keşke diyorum söyle ılıman bir iklim olsaydı da kimse üşümeseydi. Ancak böyle dertlenmek ya da hayal kurmak onlara bir fayda sağlamıyor. Bence herkes elinden geldiğince etrafında yaşayan sokakta yaşamak zorunda olan hayvanlar ve insanlar için küçük de olsa bir şeyler yapabilir/ yapmalı.
Bütün bunların dışında şimdi ben bunları yazarken hafiften attıran kar tanelerine bakarak dönemin bitmesi sevinci ve mutluluğunun yanısıra öğrenci milletini bir süre görmeyecek olmanın rahatlığı içinde kahvemi yudumluyorum.

14 Aralık 2010 Salı

av mevsimi


Biliyordum böyle olacağını. Bir yanım "aman hemen git, sonunu kimse söylemeden izle" diyordu, öbür yanım ise "amaaan şimdi bütün film başrollerdenhangisi ölecek diye gerim gerim gerineceksin, izlem" diyordu ama ben birincisini dinledim. Kimin öleceğini öğrenerek gittim Av Mevsimine. Tabii ki o malum sahne gelinceye kadar da "ha şimdi ha şimdi!" diye koltukta gerginlikten şiştim.
Benim şahsi gerginliğimin dışında film bir gerilim filmi miydi? Bence hayır. Kan davası, organ mafyası, cinayet masasında çalışmanın aile kurumuna etkisi, uyuşturucu bağımlılığı, evlat sevgisi vs. vs. gibi her konudan bir parça birşeyler alınmış, ortaya karışık bir polisiye gerilim filmi yapılmak istenmiş. Bir nebze başarılmış, Yavuz Turgul'a olmamış demek haddimize düşmez. Ama filmin oyunculularından sadece Cem Yılmaz bir fark yaratıyor. Komedyen Cem Yılmaz kimliğinden oldukça farklı bir oyunculuk göstermiş. Zaten bir tek Cem Yılmaz kendini aşmış. Diğer herkes hazırdan yemiş. Ne Şener Şen, ne Okan Yalabık ne de Çetin Tekindor bana vaaaay dedirtecek bir oyunculuk gösteriyor.
Ben de bu filmden geriye Cem Yılmaz'lı muhteşem "Haydeee" sahnesi ve filmin bazı karelerindeki çarpıcı görüntülerdi. Sadece görüntü yönetmeni Uğur İçbak'ın, Nuri Bilge'nin görüntülerini hatırlatan görüntülerini görmek için bu filme gidilir.

9 Aralık 2010 Perşembe

koleksiyoncu

"Koleksiyoncu" aşık olduğu kadını kaçırarak bir zindana hapseden kelebek koleksiyoncusu ile kurbanı arasında geçen bir öykünün anlatıldığı John Fowles'ın en etkileyici romanlarından birinin adıdır. Biriktirmenin biraz saplantılı bir iş olduğunun en iyi örneğini ise "11'e 10 Kala" isimli Pelin Esmer'in senaryosunu yazdığı ve Nejat İşler'in başrolünde olduğu biraz karanlık ama çok etkileyici Türk filminde görebilirsiniz. Bu sayfada görecekleriniz ise Karga'nın koleksiyonlarından birkaç örnek.
Çocukken koleksiyon yapmaya peçete ve pullarla başladım. Babamın çalıştığı fabrikaya gelen Japon mühendislerden biri hediye olarak bir pul defteri getirmişti. İçinde çok güzel Japon pulları vardı. O gün o pul defterini almamla pul koleksiyonu yapmaya başladım. Ama öyle filateli servisine falan üye olmadım. Pul biriktirme sevdam o zamanlar pek moda bir iş olan mektup arkadaşlığı olayı sayesinde yurtdışındaki mektup arkadaşlarımdan gelen mektupların pullarını çıkarmakla sınırlı kaldı. Uzun zamandır o işe el sürmüyorum. Ancak peçetelerim öyle değil. Bir sürü peçetem var. Gidilen yerlerden, yemek yenilen restorantlardan kısacası değişik, ilgi çeken peçetelerin olduğu her yerden alınmış sürüyle peçetem var. Hala da nerde güzel, değişik peçeteler görsem hemen bir tanesini çantama atarım. İleride peçetelerimle yapacağım bir işle bir bienale katılmak gibi hayalim var. Bakalım ne zaman gerçekleşecek.
Son yıllarda yapmaya başladığım ve henüz emekle safhasında olan koleksiyonlarım ise mug (kupa), magnet ve çorap koleksiyonları. Peçeteler gibi gittiğim yerlerden mug ve magnet topluyorum. Böyle bir koleksiyonum olduğunu bilenler de gittikleri yerlerden bana magnet ve mug getirir oldular. Şimdilerde çorap da biriktirir oldum. Valla cumartesi günleri gittiğim pazardaki çorap tezgahlarında gördüğüm çoraplar o kadar güzeller ki kullanıp eskittiklerimi atmaya kıyamıyorum. Şimdilik değişik ve farklı olanlar bir kutunun içinde birikmekteler. Sndrfknella, bu gidişle 11'e 10 Kala'da biriktirdiği herşeyle birlikte yaşayan o yaşlı amca gibi olacağımı söylese de bu koleksiyon işinde o kadar ileri gideceğimi sanmıyorum.

8 Aralık 2010 Çarşamba

yorgan

Her zamanki gibi toplanacak bir ev, yazılacak bir tez, okunacak sınav kağıtları, yıkanacak kirliler ve dolayısıyla yapılacak ütüler, pişirilecek yemekler, mecburen konuşulacak insanlar vs. vs. vs. var. Keşke çooookkk mutluymuşum, "hayat ne güzel tralaylom" diye diye ortalarda dolaşabilseydim. Ama içimde birşeyler kaçtı gitti. Yapamıyorum, "tralaylom" diye diye dolaşamıyorum. Sabahın körü olduğundandır belki ne bileyim. Şu an tek istediğim kocaman yatağımda yorganın altında sıcacık yatmak. İşte o zaman "hayat ne de güzel tralaylom" diyebilirim.

7 Aralık 2010 Salı

geç

Bazı yerlere geç kalındığı gibi bazen bazı insanlara da geç kalınabiliyor. Geç de olsa kafanıza birşeyler dank ediyor ama iş işten geçmiş oluyor. Bazen de "kaderlerimizle arzularımız hemen hiçbir zaman bağdaşmıyor."*


*Haftasonu bitirdiğim André Maurois'in "İklimleri"nin son cümlesi anlatmak isteyip de anlatamadığım herşeyin özeti.

3 Aralık 2010 Cuma

heyheyler

Ben bıktım bunları konuk etmekten onlar bıkmadı gelmekten. Yine heyheyler tepemde misafir. Sabah işe arabayla sahilden gelirken zor tuttum kendimi çünkü benim salak şeytan dedi ki "hadi gidelim nereye olursa! Hava güzel, yoruluncaya kadar sürersin arabayı!" Dinlemedim bu sefer onu ama aklım kaldı.
Bir gün şeytancım merak etme gideceğiz buralardan.....

1 Aralık 2010 Çarşamba

aralığın biri


Hani küçükleri kandırırlar ya; "yatcaz kalkcaz yatcaz kalkcaz, o gün gelecek" diye. Benimki de o hesap. Yattık kalktık yattık kalktık senenin sonu geldi. Sene sonu demek bütün bir yılın muhasebesi, yılbaşında yeni kararlar almak demek. Ama şu an tek dileğim, beni Rus rakibi Ivan'dan fena halde dayak demiş ringin ortasına iki seksen uzanmış Rocky Balboa'ya benzeten şu 2010 senesinin bu son ayında bana daha başka arızalar çıkarmadan geçip gitmesi. Artık önümüzdeki senenin maçlarına bakıcaz.