9 Kasım 2010 Salı

şerefe

Kaç gündür canım balık istiyordu. Bu benim için hiç de hayra alamet birşey değildir çünkü balıkla pek aram yoktur. Neyse işte bilinmeyen bir nedenden dolayı kaç gündür canım balık istiyordu. Akşamüstü sporda koşu bandında bir yandan terlemeye çalışıp bir yandan da "yemekteyiz" programını seyrederken Neşe Erberk'in menüsünde patlıcanlı fener balığı olduğunu görünce canım daha da bir balık istedi. Arabayla eve doğru giderken sürekli "balık mı? pırasa mı?" gibi kocaman bir ikilemin içinde gidip gelmekteydim (ne büyük sorun di mi?) ve nitekim kazanan balık oldu. Direksiyonu bizim evin yakınındaki minik ve nedense bana avm gibi değilmiş de mahallelinin buluşma noktası gibi gelen avmdeki Migrosa çevirdim. Balık satılan tezgaha geldim. Hedefim belliydi; bir adet palamut. Aklımda pazarda gördüğüm kırmızı solungaçlı palamutlar. Ama benim gördüklerim bordo solungaçlı palamutlar. "Bunlar taze mi?" diye soruyorum. Biliyorum aslında cevabı pek taze değiller ama nedense ben kendim  ve balık reyonunda çalışan gençten çocuk elbirliği ile bana biraz beklemiş bu palamutları satmaya çalışıyor. Bile bile lades durumundayım yani. Birden çocuğun ve bordo solungaçlı palamutların önünde kendimi çok çaresiz hissediyorum. Canım balık istiyor ama palamutlar beklemiş, çupra pişirmesini bilmem, tekirle uğraşamayacak kadar yorgunum ve çinekop benim için Fransızca gibi birşey, hiç alakam yok, somon hem kocaman hem de yağlı. Canım balık istiyor ama seçeneklerimi nasıl değerlendireceğimi bilmiyorum. Satıcı çocuk bana bakıyor ben palamutlara bakıyorum. On bilemedin on beş dakika bakıştık birbirimize. Birden gözlerim doldu. Telefon açıp "benim canım balık istiyor, ben balıkları alsam bana pişirir misin anne!" diyebilmeyi istedim. Baktım yaşlar yuvarlanacak yanaklarımdan ve satıcı çocuk benim balataların durumunun iyice vahim olduğunu anlayacak hemen atladım irice bir palamutun üstüne. "Kes" dedim "halka halka olsun". Çocuk palamutu keserken balığın kanı tezgahın karşısındaki duvara sıçrayınca benim yaşlarda yanaklarımdan süzülmeye başladı. Hazır çocuk arkasını dönükken "ben başka şeylerde alıcam, siz hazırlayın" diyip, patateslerin olduğu sebze reyonuna seyirttim. "Hadi kızım Karga, kendinden başka kimseden fayda yok sana!" diyerek önce patates, hazır domates çorbası, diş macunu ve sonunda da balıkları alıp, çıktım Migros'tan. 
Eve gelince balıkları yıkayıp, bol soğan, limonla karıştırıp sulandırılmış salça eşliğinde tepsiye dizdim. Kotanyi'nin karışık biber değirmenini de bu karışımın üstünde gezdirip 45 dakikada pişsin diye balığı fırına verdim. Bu arada domates çorbası ve patateslerde ocaktaki yerlerini aldılar. Kısa bir duşun ardından sofrayı hazırlayıp, kuruldum pişmiş bordo renkli solungaçlı palamutların karşısına. Bir de yanına bir bardak beyaz şarap koydum. Kendimin şerefine kadeh kaldırdım. Fonda da Yonca Lodi benim için söyledi: "Düştüysek Kalkarız"


Yonca Lodi - "Düştüysek Kalkarız"
Yükleyen musicplay. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaşayın!

1 yorum:

Sndrfknella dedi ki...

Ben o Migros'tan tiksiniyorum be kuşum :( O balıkların durmuş kokusu midemi kaldırıyor. Çoğu zaman Migros'a girmeden uzaklaşıyorum o kattan.

Bir daha balığını minibüs caddesi üzerinde Kazasker Camii'nin köşesindeki balıkçıdan al. Taze oluyomuş balıkları ;)