14 Mart 2010 Pazar

dot'ladık

Ne zamandır niyetimiz vardı ama birinin "hadi"lemesi gerekiyordu. Genelde "hadi"lenen ben olurdum ama bu sefer ben gayrete geldim, biletleri aldım, Cuma akşamı Dot'un "Alışveriş ve S***ş" oyununa gittik. Gitmeden bilenlerden, daha önce gidenlerden yorumları aldık. Yorumlar "beğenenler, çarpıldım" diyenler ve "beğenmedim, çıkışta yemek falan yiyemedim" diyenler diye ikiye ayrılmıştı. Her zaman olduğu gibi kötümserlerin tarafında olan ben, bu seferde geleneği bozmayarak, "beğenmedim, çıkışta yemek falan yiyemedim" diyenlere inanarak, önce "yemek yiyelim, ne olur ne olmaz, çok açım" dedim Sndrknella'ya. Cuma gecesi Taksim'e gitmek için Karaköy, Tünal hattını önererek, dahiyane bir seçim yapmamızı sağlayan sevgili dostum, bu sefer yemek yenilecek mekanı seçmek konusunda da akıllılık gösterip, The House Cafe'yi seçti. Böylece yemek yiyip, oyuna, değil koşar adım, ağır çekimde bile gidebilmemizi sağlamış oldu. Çok para verip aç kalma ihtimalimin olacağı yerlerde kendimi pek riske atmasını sevmeyip, damak tadıma yakın olabileceğini tahmin ettiğim şeyleri seçmekten yana olan ben, bu sefer deneysel takılmayı seçip, "sebzeli pizza"ya evet dedim. Hem etsiz hem de oldukça sağlıklı olduğunu düşündüğüm pizza beni gerçekten yanıltmadı. Çok ama çok lezzetli çıktı. En kısa sürede bir daha yenilecek bu pizzadan. Ardından yediğimiz mozaik pasta ise annemin mozaik pastasını aratmadı. Cuma akşamı yemekten yana şansımız iyiydi.


Oyuna gelince. "Beğenmedim, yemek yiyemedim" diyenler haksızmış. Hiçte öööle yemek yedirtmeyecek sahneler yoktu. İki erkeğin seviştiği sahnelerden mi yoksa oyunun başındaki kusma sahnesinden mi etkilendi bu arkadaşlar bilemem ama ben bu oyunu beğendim. Bir kere Yıldız Kenter gibi damarlarını fışkırta fışkırta, "ah, ben bu tiyatroya hayatımı adadım, biliyor musun"u gözümüze sokan bir oyunculuk yoktu. Sanki bir kaç kişi gerçekten bunları yaşıyorda, biz bir pencereden bu kişileri izliyormuşuz hissi veren, insanın kendini birazcık röntgenci gibi hissettiği bir oyundu. Oyuncular gerçekten iyi oynuyorlardı ve ben özellikle Ruby'yi oynayan oyuncuyu çok beğendim. Serkan Altunorak ise "Melekler Korusun"da nasılsa, bu oyunda da öyleydi. Yine aklı karışık, bir türlü birşeylere karar veremeyen bir karakteri, yine aynı oyunculukla, çok fazla birşey eklemeden oynuyordu. Ama asıl beğendiğim, oyunun müzikleri idi. (Bir şekilde elde etmeli o müzikleri ama nasıl? Acaba cd'si çıkar mı? Filmlerin soundtrackleri oluyor, oyunları niye olmasın ki?) Sahneler değişirken ya da diyalogların arkasında çaldılar bu parçaları ve seyircilerde, kafalarını sallamak suretiyle parçalara eşlik ettiler.
Kısacası Dot'a ve bu oyun için emeği geçenlere tebrikler. Ayrıca güzel bir Cuma akşamı geçirmemde beni yalnız bırakmayan arkadaşım Sndrfknella'ya, ulaşımımızı sağlayan, Ido'ya, Büyükşehir belediyesine ve güzel yemekleri ile gecemize tad katan The House Cafe çalışanlarına ayrıca teşekkürler. Bir başka aktivitede buluşmak ümidi ile esen kalın.

Hiç yorum yok: