22 Ağustos 2009 Cumartesi

bir gün birileri yunan adalarına giderse/bölüm 2

Evet biraz arayla Yunan adaları maceramızın ikinci ayağına hoşgeldiniz...Rodos hiçbirşeydi asıl macera şimdi başlıyor...
Yedi saatlik uzuuuun bir feribot yolculuğuna başlarken kalmıştık birinci bölümde. Bu yedi saatte yapılabilecek en iyi birkaç şey; uyumak, denizi seyretmek ya da (elinizde bir türlü bitmeyen, içinizi kurutan, size hiçbirşey katmayan ama kendi kendinize koyduğunuz saçma bir inat yüzünden bırakamadığınız, Alacakaranlık'la başlayan salak saçma vampir kitaplarının ikincisi Yeniay kitabı gibi bir kitap varsa, böyle bir kitaptan kurtulmak için iyi bir zaman anlayacağınız) kitap okumaktır.
Ya da eğer bilinçli bir gezginseniz (yanımızdaki iki Amerikalı kız gibi) gezi kitaplarını okuyup, laptopunuzdan gideceğiniz yer ile ilgili bir sürü bilgiyi öğrenebilmeniz için bu yolculuk iyi bir fırsat.
Yedi saatin sonunda geceyarısı Santorini'ye vardık. İlk gördüğüm gecenin karanlığında limana doğru uzanan kocaman tepeler ve bu tepelerden döne döne yukarıya doğru çıkan yollardı. Feribottan iner inmez hemen bir taksi bulup otelimizin ismini verdik, onbeş dakikalık bir yolculuktan sonra otelin biraz aşağısında taksici bizi indirdi çünkü otelin bulunduğu sokak trafiğe kapalı bir alandı. O kadar yorgunluğun üzerine otel odamızda bizi karşılayan kelebekler ve balıklar gerçekten hoş birer sürprizdi.







3600 yıl önce patlayan volkan buradaki bir medeniyeti yok etmiş, herşeyi içine almış ve çökmüş. Çöken yerlerin içine su dolmuş. Bu yüzden Santori'nin Atlantisle bir bağlantısı olduğu düşünülüyor. "Caldera" dedikleri kraterin etrafına, uçurumun kenarına bugünkü bembeyaz evleri, otelleri, restoranları yapmışlar. Ada yarım ay şeklinde ve birazilersinde denizin ortasında da volkanın ağzı bulunuyor. Oia ve Fira bölgelerinin her yerinden bu volkanı görebilirsiniz. Hatta ve hatta yeterli zamanınız varsa volkana düzenlenen turlara katılıp, ağzına gidebilir, sıcak su kaynaklarında yüzebilirsiniz.
Oia, Santorini'nin meşhur mavi kubbeli kilisesinin bulunduğu yer. Otantik, beyaz evler, mavi pencereler burada her yerde görülüyor. Bir sürü sanat evi, gümüş takı satan dükkan, turistik eşyaların bulunabileceği yerler var. Buranın en önemli özelliği güneşin batışının bembeyaz evler eşliğinde inanılmaz güzellikte seyredilmesi. Fotoğraf sanatçılarına çok fazla malzeme veren bir yer bu ada. Çok iyi fotoğraf çekemiyoruz ama size bir örnek olması açısından bir tane buraya koydum.


Güneşin batmasına yakın, dünyanın her yerinden birçok insan buraya gelip, kendine bu olayı izleyebileceği bir yer buluyor. Daha doğrusu kapıyor demeliydim. Biz iki saat önce gittik ama ana baba günüydü, zor bela bir yerlere sığıştık. İki saatin sonunda güneşi batırdık. Ama o da bir çeşit tören şeklinde oldu. Güneş ufukta kaybolmaya başlarken herkes sustu, konuşmalar kesildi. Sessizce güneşin yavaş yavaş kayıp gitmesini izledik ve ufukta bir yerlerde kaybolunca hep birlikte onu alkışlarla uğurladık.
Fira, Santori'nin alışveriş, yeme içme ve eğlence merkezi. Birçok butik, mücevher dükkanı, restoran, bar burada bulunuyor. Nişantaşı'ndaki pahalı mücevher dükkanları gibi bir sürü pahalı dükkanın burada bulunması benim çok ilgimi çekti. Bilinen birçok markanın hem burada hem de Mykonos'ta şubesi var.

Santorini'de bizim anladığımız anlamda plaj yok. Volkanik bir ada olduğu için her plajın kendine has özellikleri var. Mesela Kamari plajının kumları siyah, bildiğiniz siyah ( Resimde sezon açılışını bu plajda yaptım. Ayaklarım Kamari de suyun içinde. Kum çok yumuşak ve bastıkça, ayaklarımı içine alıyordu. ). Bu insanı biraz ürpertiyor. "Red beach" adı üstünde kırmızı plaj. Ama burası adını arkadaki kırmızı dağlardan alıyor.

Plaj ve deniz konusunda, Santorini -itiraf edeyim- bende biraz hayalkırıklığı yarattı. Çeşme veya Bodrum'dan çok çok güzel plajları, bırakın plajı sahili bile yok. Santorini kartpostal adası. Bembeyaz evlerin birçok fotoğrafını çekmek ve lezzetli Yunan yemekleri yemek için birebir burası. Ancak eğer araba kiralamıyorsanız ulaşım çok zor. Her yarım saatte otobüslerin olduğunu söylediler ama ben rastlamadım. Gittiğiniz plajı beğenmeyebilirsiniz ve oradan dönmek için otobüs bekleyerek, gününüzü öldürürsünüz.

Taksicilerin hepsinde yağışlı havalarda İstanbul taksicisi tavrı var. Yani "günahlarımı alsanda seni taksime almam, çok meşgulum, başının çaresine bak" tavrı. İlla bir yerden birini bulacak ya seni takmıyor. Hadi işiniz rast gitti, bir taksiye bindiniz, iki kelam konuşan yok. Zaten konuşsalar İngilizceleri bir garip, anlaşılmıyor, bir de seni aşağılar gibi "Nerdensin?" diye soruyorlar. Amerikalıysan okey ama "Turkey"diyince sanki biraz burun kıvırıyorlarmış gibi geldi bana. Aslında herşeyimiz aynı ama şaşkınlarda bir kendini ayrıcalıklı görme hali var ki sormayın gitsin.

Son olarak Santorini'ye giderseniz yapmanız gereken "top five" listemi açıklıyorum:

1. Eşeklerle eski limandan yukarıya Fira'ya çıkın. Ben eşeklere güvenemedim, çok uçurumun yanına giderler falan cıyak cıyak bağırarak Santorini halkını rahatsız etmeyeyim diye düşündüm. Ama denenmeliydi bence.

2. Santoriniye özel Vinsanto şarabını ve çikolatasını yiyin.

3. Oia'da güneşin batışını izleyin.

4. Sadece ama sadece klasik müzik çalan Franco's Bar'da "Maria Callas" için ve Santorini manzarası seyredin.

5. Oia'nın altındaki Ammoudi'ye gidin; dilerseniz balık yiyin dilerseniz biraz ilerdeki cep plajından serin ve dalgalı sulara atlayıp, suyun altındaki volkanik kayalara dokunun.

2 yorum:

Sndrfknella dedi ki...

Tuvalet masasının üzerindekiler odada var mıydı, yoksa hepsini (!) sen yanında mı götürmüştün kuşum?? Bütün yazıda takıla takıla buna mı takıldın diyebilecek diğer okuyuculara hitaben diyorum ki: Ben bu tatil hikayesini dün akşamüzeri püfür püfür esen bir balkonda çay ve evyapımı mısırlıkek (nam-ı diğer darı çöreği) eşliğinde ilk ağızlardan (kuşum ve sevgili kocası) dinlediğim için bütün yorumlarımı o zaman yapmıştım zaten ;)

öptümmmmmm

karga'nın günü dedi ki...

Yok şekerim, onların hepsi benim. Böyle ıvır zıvırla doldurunca bavulda yer kalmıyor tabii haliyle.